Geçtiğimiz günlerde bir twitter kullanıcısının “Hayatınız boyunca sizi en derinden yaralayan olay neydi?” sorusu üzerine binlerce kişi travmasını anlatmaya başladı. Öyle ki tweet 130 milyonun üzerinde görüntülenme aldı. 18 binin üzerinde kişi tarafından alıntılandı.
Tweeti alıntılayan 18 bin kişi arasında yaşadığı travmaları anlatan insanların yanı sıra, anlatılanları okuyup etkilenenler, ağlamaktan mahvolanlar, kendi derdinden utananlar da vardı. Hatta bazı kullanıcılar hesap sahibinden artık dayanamadıkları için tweeti silmesini istediler.
Anlatılanlar gerçekten çok travmatikti. İnsanlar en büyük yaralarını anlatırken, birçok kişi de bu insanları teselli etmeyi kendine görev edinmişti. Herkes birbirine destek mesajları atmaya başlamış, adeta kocaman bir sanal terapi grubu olmuştu.
Söz konusu tweet ve oluşturduğu dalga hakkında Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz’la konuştuk.
Tweete ve alıntılarına baktığınızda ne düşündünüz? Oluşan bu dalganın nasıl etkileri olabilir?
Bir tarafta travmasını anlatanlar, en derin acılarını paylaşanlar var. Diğer tarafta da onlara yanıt yazanlar, birbirlerini teselli ederek destek olmaya çalışanlar var. Hep beraber yas tutuyor gibiler. Yazılanlar karşısında travmatize olanlar, ağlamaktan bitap düşenler de var. Bazıları da aynı tweetin mutlu versiyonunun yapılmasını talep etmiş.
Burada anlatılan birçok şey gerçekten travmatik deneyimlerin konusu olabilecek kadar dehşet yüklü olaylar. Travma dediğimiz şey de yara kelimesinden gelir. Bu yaraları iyileştirebiliriz de, iyileştiremeyebiliriz de. İyileşmezse hastalığa dönüşür ki ona da travma sonrası stres bozukluğu diyoruz alanda. Travma sonrası stres bozukluğu beraberinde başka hastalıkları da getirebilir. Özsaygı eksikliği, yeme bozukluğu ve bağımlılıklar gibi. Bu yüzden aslında yaraların böyle bir ortamda paylaşılması kimi riskleri de beraberinde getirebilir.
Birincisi biz travmaları psikoterapi odasında, mahremiyetin olduğu ve güvenli bir ortamda dinliyoruz. Nasıl ki ağrıyan yerimizi herkese göstermiyorsak, tedavi edilecekse steril bir ortamda müdahale edilmesini bekliyorsak travmalarla çalışırken de bu böyledir. İlk kural zarar vermemektir. Biz dinlerken buz üstünde yürür gibi hassasiyetle yaklaşırız travmatize olmuş danışanlarımıza.
İkinci riske baktığımızda travmatikdeneyimleri okumak okuyucuları çok derinden üzmüş gözüküyor. O kişilerin yerine de kendimizi koyduğumuzda aslında kendi travmalarımızı da tetikleyebiliyoruz hiç hazır olmadığımız vakitlerde.
Bir başka risk de acıların mukayese edilmesi. “Okuyunca kendi yaşadığım zorlukları küçük gördüm, şımarıklık yapıyormuşum, benimki dert değilmiş” gibi yorumlar var. Sanki acılar arasında hiyerarşi varmış, sıralanması gerekiyormuş gibi hissettiriyor insana. Halbuki herkes acısını biricik yaşar. Bu tür zor deneyimleri okuduktan sonra kendimizi hazır olmadığımız karışık duygularla bulabiliriz.
Diğer bir konu, bu şekilde travma paylaşmak geçici bir rahatlama sağlasa bile uzun vadede başka etkiler de gösterebilir. Travma açıldıktan sonra bazen beraberinde kendini suçlama ya da başkalarını suçlama gibi bir sürü deneyimini de beraberinde getirebilir. O yüzden travmalarımızı sağaltmak terapide takip ve hazırlık isteyen bir süreçtir. Travmaya müdahale ise hemen yaptığımız bir şey değildir. Önce travmayı yaşayan kişinin güçlendirilmesi gerekir. Yaralarımızı böyle platformlarda açtığımızda alacağımız geri bildirimler sadece destekleyici olmayabilir. Rencide edici, suçlayıcı yorumlarla da karşılaşabiliriz ki bu çok riskli olabilir.
İnsanların topluca ve kolay bir şekilde bu denli bir iç döküş yaşamasının sebebi ne olabilir?
İnsan neden mahrem anlarını veya acı travmalarını sosyal medya gibi hiçbir kontrolün ve denetlemenin olmadığı bir alanda paylaşır? Bu önemli bir konu. Eleştirmek için değil bu sorum, hangi ihtiyacın hangi ortamda karşılandığı önemli. Bir acı yaşanırken o acının iyileşmesinin önündeki en büyük engel “yalnız olduğumuzu hissetmek”tir. Sanal da olsa bu paylaşımlarla insanlar daha az yalnız hissedeceklerini düşünmüş olabilir.
Sosyal medyanın çok hızlı etkileşim almasıyla da alakalı bir durum olabilir. Mesela sosyal medya fenomenleri de böyle. Mutlu anlarını da kriz anlarını da anında paylaşıyorlar. Bize bazen telefonlarımızdaki kamera sadece ekran ya da ayna gibi gelir ama aslında hep dijital izler bırakıyoruz bir yerlere. Paylaşımların kolayca, bir tuşa basılarak yapılması da bu kadar rağbet görmesinde etkili olabilir. Sosyal medya bize durup düşünme fırsatı vermiyor hızlı akışında.
Bir de araştırmalar şunu gösteriyor ki, insanlar göz göze olmadıklarında iletişimleri çok değişiyor. İnsanlar tetiklendiğinde normalde kullanmayacakları hatta duymaktan çok rahatsız olabilecekleri hakaretleri edebiliyorlar sanal alemde. Ama göz göze olduğumuzda karşımızdakinin bizim gibi acıları ya da kusurları olabilen bir insan olduğunu unutmaz ve ona göre davranırız. Aynısı acılarımızı, travmalarımızı anlatırken de geçerli. Sanal alemde olmak ya da anonim kimlikler kullanmak budurumu kolaylaştırıyor olabilir.
Sosyal ağlarımız bu kadar zayıflamışken, birlikte geçirdiğimiz vakitler azalmışken insanların en yakınlarına anlatamadıkları şeyleri burada tanımadıkları insanlara anlatmaları belki çözülen sosyal bağlarımıza da işaret ediyordur.