Programın tamamını izlemek için:
12 Eylül’ün 42. yıl dönümündeyiz. Siz 1980’de darbe olduğunda 24 yaşındaydınız. Daha sonra 28 Şubat’ı da, e-muhtırayı da, darbecilerin yargılandığını da, anayasa referandumlarını da ve tabii 15 Temmuz’u da gördünüz, yaşadınız. Bugünden geçmişe baktığınızda 1980’deki darbe ve 1982 Anayasası’nın günümüze yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
1982 Anayasası da, daha önceki 1961 Anayasası da hep bir askeri darbe sonucunda oluşturuldu. 1961 Anayasası belki biraz daha farklı bir yerde durur, özellikle temel hak ve özgürlüklerle ilgili. Sendikalaşma hakkını, grev hakkını veren bir anayasadır 61 Anayasası ama bununla birlikte siyaset-devlet-toplum ilişkileri bakımından otoriter nitelikler taşıyan, özellikle silahlı kuvvetlerin siyasette daha ağırlıklı bir rol üstlenmesine yol açan bir anayasadır. Milli Güvenlik Kurulu bu anayasa ile sisteme sokulmuştur.
1982 Anayasası’na geldiğimizde, bu anayasanın bugün itibariyle en önemli rolü tekniği, yöntemi ve içerdiği zihniyettir. Zihniyet meselesi bakımından da baktığınız zaman 12 Eylül’ü bu şekilde anmanın yerinde olduğunu düşünüyorum. Devlet-toplum ilişkileri bakımından devlete geniş bir alan verip toplumun ve bireyin temel hak ve özgürlüklerini sınırlamasına yol açan yapısı, oldukça kuvvetli milli güvenlik vurgusuyla ve bugün de hala aynı çerçevede bir “beka” diliyle devam ediyor bu mantık.
1982 Anayasası, kültür tanımında, toplum tanımında özellikle anayasanın başlangıcında Türk ırkının diğerleri üzerinde bir tür üstünlüğünü varsayan bir bakış açısına sahipti. Aşırı milliyetçi, devletçi ve milli güvenlikçi bir anayasa söz konusuydu. Bugün de durumun çok farklı olmadığını söylemek lazım.
Türkiye’nin o günlerde 11 buçuk ciltlik bir mevzuatı vardı. Bu mevzuat o dönemin cuntası tarafından, o dönemde adı Milli Güvenlik Konseyi idi, baştan aşağı elden geçirilmiş ve kurulan bir meclis üzerinden, bazen meclis olmadan hazırlanan yeni yasalarla elden geçirilmişti. Devlet Denetleme Kurulu, Yüksek Öğretim Kurumu, HSYK, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, Sıkıyönetim Kanunu, devlet başkanının atanmasına ve denetlenmesine ilişkin kanun gibi düzenlemelerin tümü 1982 Anayasası’ndan önce askeri cunta tarafından çıkarılan yasalardı. 1982 Anayasası aslında bu yasalara uygun bir anayasa oldu. Yani anayasa yasaları belirlemedi, yasalar anayasayı belirledi. Bu tabii çok baskın bir özellikti. Bugünkü anayasaya baktığımız zaman, burada da durum çok benzer. Hem teknik açıdan hem zihniyet açısından çok benzer. 15 Temmuz’dan hemen sonra ilan edilen OHAL, bu çerçevede devreye giren kararnameler aynı 12 Eylül’de olduğu gibi işlev gördü. 2017 referandumuna sunulan anayasa metni bu kanunların izini, ruhunu, içeriklerini kapsadı. Bu yasaları değiştiren iktidara kurumsallaştırıcı iktidar dersek, bu iktidar, kurumsallaştırıcı iktidar, kurumsal iktidarın önünden gitmiştir. 12 Eylül demek ki sadece bir tarih değil. Özellikle anayasa içeriği bakımından bugünle bir süreklilik taşıyan bir çerçeve.
Temel olarak bu benzerlik belki de hem teknik hem de içerik açısından Türkiye’deki otoriter niteliğin sadece askeri zihniyete, askeri yapıya değil sivillerin de, siyasetin tahakkümünün de devrede olduğu bir dönemdeki baskıya da işaret ettiğini, bunun çok daha kuşatıcı olduğunu da görmek lazım diye düşünüyorum.