8 ay arayla iki seçim yapıldı ve bambaşka sonuçlar çıktı. Sizce bu durum seçmen ve toplum psikolojisi ile sosyolojisi hakkında bize neler söylüyor?
İki seçimin bir bütün oluşturduğunu düşünüyorum. Zaten başka türlü olabilir mi toplumsal ve siyasal olarak? İlk seçimde öne çıkan husus Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasıydı. Her şey buradan hareketle algılandı. Sonuç olarak Erdoğan kazandı ve bu iktidar açısından büyük bir özgüvene yol açtı ve bir büyük başarı olarak kabul edildi. Bu sefer tersi bir tablo görüyoruz. Algının merkezinde şimdi CHP’nin toplam oyları var. İktidarın gerilediğini ve buna karşılık CHP’nin kuvvetli bir şekilde oylarını artırdığını konuşuyoruz, bunu adeta bir kopuş olarak kabul ediyoruz.
Bir uçtan diğer uca 8 ayda nasıl geldik? Belki de uçtan uca gelmedik. Esasen ortada bir süreklilik var. Birkaç hususa bakalım. Bunlardan ilki AK Parti’yle ilgili. AK Parti yeni değil, birkaç seçimdir oy kaybeden bir siyasi parti. Yani ivmesi aşağı doğru giden, kendisine olan geniş desteği gittikçe kaybeden bir parti. Bu desteğin azalmasının iki istikameti var: Daha İslami, daha dindar kesimlerin YRP gibi bir parti etrafında yeniden heyecanlanmaya başlaması. İkincisi ise AK Parti’ye destek veren, veya sonradan AK Partili olmuş ya da çok derin muhafazakar olmayan kitlelerin AK Parti’den kopmaya başlamaları.
Şöyle hatırlatayım: Son genel seçimlerde AK Parti yüzde 35,62 oy aldı. Bir önceki seçimde yani 2019’da yüzde 42 almıştı. Yani 6-7 puanlık bir genel seçim kaybı söz konusuydu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına rağmen. Yerel seçimler itibariyle ise yine (2019’ta aldığı oran olan) yüzde 42’den yüzde 35’lere inmiş görünüyor AK Parti’nin. Sürekli oy kaybeden bir siyasi parti var iktidarda. Buna karşı muhalefet çıtayı yükseltiyor. Sonuç olarak, bir süredir muhalefet yükseliyor, iktidar örseleniyor.
Bu seçimlerdeki daha yüksek oranları nasıl yorumlamak gerekir?
Geçen programda da konuştuk, önce muhalif seçmenin özerk davranışıyla oldu bu. Kendi siyasi partisinin adayını dikkate almayan, iktidar karşısında mücadele edebilecek partiye yönelmesiyle, İYİ Parti’nin, Batı’da Kürtlerin oylarının CHP’ye gitmesiyle, bu partinin oy çıtası yükseldi. İkinci faktör ise, araştırmacılar bize yaklaşık yüzde 30 civarında AK Parti’ye oy veren seçmenin bu kez sandık başına gitmediğini ve katılımın bu yüzden düşük olduğunu söylüyor. Bileşik kaplar teorisi gibi, biri düştükçe diğeri yükselen bir tablo oluşturuyor bu durum. Biri çıkıyor, biri iniyor. Ama bloklar arasında (katılmayanlar dahil) denklik açısından çok büyük bir değişiklik yok.
Seçimler hiçbir zaman sosyolojiyi anlatmaz, işaretler verir. Velhasıl süreklilik mutlaktır. İki seçim arasında bir devamlılık olduğu kanısındayım bu sebeple.
Nitekim rakamlar ortaya çıktıkça CHP’nin AK Parti’den çok fazla seçmen almadığı görülüyor. Seçmen hareketi daha çok bloklar içi olmuş. Bir tarafta YRP AK Parti’yi tırtıklamış, sandığa gitmeyenlerle birlikte de AK Parti inişe geçmiş. Diğer tarafta da seçmen CHP etrafında toplanmış. Bu, kültürel kilidin tam açılmadığını, bunun çok kolay olmadığını gösteriyor. Ama yine de bir esneme var. Kadim bazı kültürel kırılmalar; din merkezli, etnisite merkezli gibi, Türkiye’nin özünü oluşturur ve siyasi davranışları etkilerler. Ama bunların zaman içinde aldıkları biçimler, formlar değişebilir. Bir zaman İslami kimlik merkezli aidiyet bir yerden sonra milliyetçi kimliğe dönüşebilir. Ya da aşırı seküler hassasiyet bir yerde daha hukuk devleti arayışına doğru ilerleyebilir. Böyle baktığımız zaman yeni dönemde geçişlerin daha kolay olabildiğini, A bloğu seçmeni ile B bloğu seçmeni arasında daha kolay geçiş olabileceğini görüyoruz. Tabloya baktığımızda hem bloklar içi bir değişim olduğunu hem aralarındaki geçişin ise kısmen yaşandığını görüyoruz.
Bu seçimlerde daha net karşımıza çıkan bir şey var: AK Parti bir çevre hareketi, çevreden merkeze yürüme hikayesiydi. Bugünkü rakamlara baktığımız zaman -özellikle son seçim açısından- İstanbul ve Ankara’daki bütün merkez ilçeleri kaybeden bir AK Parti var. Merkezden çevreye yeniden çekilen bir AK Parti var. O zaman süreklilik sadece kadim kırılmalar bakımından değil, siyasi olarak inenler çıkanlar bakımında da var. Siyaset sadece rakamlardan ibaret değil, psikolojiler de en az o kadar önemli. İlk defa CHP’nin birinci parti olduğunu görüyoruz. Bu bir özgüvendir, bu bir cesarettir, bir işarettir.
Neden merkez önemli? Merkez geleceğin oluştuğu yerdir. Merkez ülkenin dinamiklerinin oluştuğu yerdir. Gençliğin, paranın, taleplerin esas olarak yeni bir ruh halini belirlediği yerlerdir. AK Parti buraları kazanmıştı 2002’den itibaren. Şimdi ise buralardan çekiliyor görüntüsü var. Bir sonraki seçim bize bu tablonun ne kadar kalıcı olduğunu gösterecek.
Bununla bağlantılı bir diğer husus: Bu iki seçimle ilgili fark biraz da yerel seçim ve genel seçim algısındaki farktan kaynaklanıyor. Genel seçim sonuç olarak ülkeyi kimin yöneteceğine dair nihai karardır. Yerel seçim ise bir iktidar değişikliğini içermez, tepkileri daha çok barındırır. AK Parti’nin genel seçimde sandığa giden seçmeninin yüzde 30’unun yerel seçimde sandığa gitmemesi de bu farktan kaynaklanıyor diye düşünüyorum açıkçası. İki ay sonra bir genel seçim olsa hangisini veri alırız: Genel seçimlerdeki oy oranını mı, yerel seçimlerdeki oy oranını mı? Bence ilk genel seçimlere doğru rakamlar yine farklılık gösterebilir.
Tepkiler arasında daha konjonktürel olanı yok mu?
Elbette vardır. Erdoğan’ın tespit ettiği gibi mesela emeklileri yeteri kadar mutlu edemediler. Bunun da muhtemelen doğru olduğunu söylemek lazım. AK Parti’den blok şekilde sandığa gitmeyen bir seçmen varsa bunun özünde bir kızgınlık, bir memnuniyetsizlik yatıyordur. Burada demokrasiye, hukuk devletine yönelik bir memnuniyetsizlikten çok ekonomiye yönelik bir memnuniyetsizlik olduğunu düşünüyorum. Biraz da tabii kibir meselesi var. Erdoğan’ın bütün partileri, gelenekleri yok ederek şahsileştirdiği bir öykü var karşımızda.
Biraz seçim yorumu, biraz iki seçim arasındaki farklar, benzerlikler ve süreklilik konusunda benim gözümde böyle…