İzlemek için:
Suriye’deki rejim değişikliği Türkiye için nasıl bir fırsat ya da risk oluşturabilir? Bu bağlamda, yeni yönetimle Türkiye’nin ilişkileri nasıl şekillenebilir?
Bir yandan Türkiye’deki Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmeleri beklenirken, diğer yandan bu hareketlilik Türkiye’de hem sosyal hem de ekonomik etkiler yaratacaktır. Sizce bu etkiler nasıl şekillenecek?
Önce olayın kendisinden ve Türkiye’ye muhtemel etkilerinden başlayalım. Şüphe yok ki son derece önemli bir hadise yaşandı. Orta Doğu’daki BAAS rejimlerinden biri Irak, diğeri Suriye’deydi. Bunlar 1950-60’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin de o dönemdeki desteğiyle askeri darbelerle iş başına gelmiş iktidarlardı. Suriye’de sünni çoğunluğu olan bir toplumda Şii bir iktidar, Irak’ta esasen Şii bir toplumda Sünni bir iktidar Irak’ta yıllarca varlığı sürdürdü. İkisi de zalim diktatörlük örnekleri ortaya koydu. Irak’tan sonra Suriye Baas rejiminin yıkılması insanlık tarihi açısından son derece önemli.
İkincisi şu: Arap Baharı ile başlayan isyana, Suriye’nin sürdürdüğü bir direnç vardı, bu direnç 13 yıl boyunca devam etti. Ancak bu direnç bugün sona erdi. Hepimiz biliyoruz ki Esad’ın ayakta durması, Akdeniz’e, sıcak denize açılmak isteyen Rusya’nın desteği ve Irak’tan Lübnan’a, oradan da Suriye’ye Şii ve Alevi gruplar üzerinden bir koridor oluşturan İran’ın desteğiyle mümkün oldu. Ukrayna Savaşı Rusya’nın enerjisinin tükenmesi, Gazze Savaşı sonrası İran’ın İsrail karşısında zor duruma düşmesi, bu iki ülkenin Esad’a destek verme kapasitesini ortadan kaldırdı. Bu durum, rejimin çökmesine yol açtı.
Bu bize ne anlatıyor? Orta Doğu’daki güvenlik mimarisi değişiyor.
Bu değişimin ilk ayağını zaten biliyoruz. İsrail’in varlığı, her yerde İran’a ya da Hamas ve İran’a yakın İslami hareketlere saldırması bölge dengelerini değiştirdi. Düne kadar İran gibi büyük güç Kabul erilen devletler Zemin kaybetmeye başladı. İsrail gibi ülkeler ise ABD desteğiyle öne çıktı. Şimdi, bu gelişmeyle birlikte çok daha netleşen bir şey var: Artık İsrail ile İran ilişkisi İsrail’in lehine, Amerika ile Rusya ilişkisi, Amerika’nın lehine seyredecek, ABD’nin İran’la karşı kavgasında İsrail en büyük destekçi haline geliyor. Mem Rusya hem de İran, bölgedeki güvenlik mimarisinin asli oyuncuları olmaktan çıkıyorlar. Bunun Türkiye açısından önemli bir anlamı var.
İkinci ayağa gelince. Burada konu Kürtlerle ilgili. Bir boyutu Kuzey Suriye, yani Rojava, diğer boyutu, SGD-PYD’nin Suriye’de yeni iktidar kompazisyonun da yer alıp almayacakları. Malum, Türkiye için Suriye her zaman önemli oldu. Bunun nedeni Kürtlerin varlığıydı. 911 kilometrelik Suriye sınırı boyunca yaşayan Kürt toplulukları var. Her ne kadar tüm nüfus Kürt olmasa da, Kürt örgütlerinin hâkim olduğu bir bölge burası. Türkiye bunu büyük bir risk olarak görüyor, tüm dış politikasını buna göre, burada oluşabilecek bir Kürt devletine karşı geliştiriyor 2016’tan bu yana.
Kuzey Suriye çetrefil bir yer. Malum Fırat’ın doğusu ve batısı iki ayrı kontrol bölgesi burada. IŞİD’in yükseldiği dönemlerde, Amerika Birleşik Devletleri, Kürt örgütlerini IŞİD’e karşı müttefik olarak kullanmış ve onların bölgede yerleşmesini ve güç elde etmelerini sağlamıştı. Doğu’da ise İran ve özellikle Rusya, Türkiye’nin Kürtlerin yerleştiği bazı kritik bölgeleri ele geçirmesini, örneğin Membiç ve Tel-Rıfat gibi yerleri tasfiye etmesini engelliyordu. Türkiye açısından baktığımızda, oyundan düşen Rusay ve İran’la birlikte, Türkiye’nin hareket alanını genişletmiş oldu. Nitekim HTŞ’nin harekatıyla birlikte, Batıdaki Kürt örgütlerini ÖSO’yla tasfiye etti. Türkiye yıllardir istediğini elde etti, Fırat’ın batısında, yani Hatay’ın altında kalan bölgelerdeki Kürt hareketi unsurlarını doğuya doğru itti. Türkiye’nin devlet politikaları açısından bir avantaj olarak değerlendirilebilecek gelişme.
Batı’da ise elini kısmen güçlendirdi. Şimdi Rojava’da bir üçgen söz konusu. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak bilinen ama esasen Kürt hareketinin, YPG’nin kontrol ettiği bir yapı, bu üçgenin bir tarafını oluşturuyor. Amerika bir tarafını, Türkiye ise diğer tarafını oluşturuyor. Bundan sonra Rojava’da Kürtlerle ve özellikle Amerika ile işbirliği
Şimdi, temel mesele, Batı’da nasıl bir denge oluşacağı. Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’nin nasıl bir yol izleyecekleri meselesi. Burada küçük bir parantez açayım, bonra Rojava’ya tekrar döneceğim. Bir de tabii ki Suriye’nin durumu var. Suriye, Orta Doğu gibi çok katmanlı bir yer. Birbirleriyle dost olan, ertesi gün düşman olabilen aşiretler, geleneksel yapılar, farklı İslami örgütler ve birden fazla uluslararası gücün çıkarlarının çatıştığı bir bölgeden bahsediyoruz. İsrail, her şeye rağmen, Rusya, İran ve Çin’in orada bazı çıkarları olduğu ve Akdeniz’e çıkma arayışlarının bulunduğu biliniyor. Türkiye ise bütün bu dinamikler göz önünde bulundurulduğunda, Suriye’de bir dizi çatışmanın ortasında. Bu çatışmalardan biri, açıkça İran’ın Şii yayılmacılığıyla Batı’nın ve cihatçı grupların onun karşısındaki direnişi arasındaki gerilim. İsrail burada, hem ortak hem de karşıt olabiliyor. Şimdi bu aktörler Suriye’de tekrar boy gösterecekler. Suriye’de nasıl bir rejim tesis edilebilecek mi? Şu anda Suriye’deki iç savaşa son verdiği belirtilen HTŞ, geçmişte El-Kaide bağlantılı bir yapı iken, bugün daha çoğulcu bir yaklaşım sergilediğini ve farklı inanç gruplarının varlığını kabul ettiğini açıklıyor. Ancak bu yolu sürdürülebilir kılıp kılamayacağı henüz belirsiz. İstikrar sağlanamazsa, Türkiye’nin bu bölgede de söyleyeceği sözler olacaktır. Bu durumda Türkiye’nin oynayacağı kart yalnızca Kürt kartı değil, aynı zamanda Suriye kartı da olacaktır. Bu nedenle süreci bir süre daha izlemek gerekiyor. Astana’da Türkiye, İran ve Rusya arasında yapılan bir anlaşmayla, bölgedeki çatışmaların kontrol altına alınması ve barışın sağlanması Türkiye’ye bırakılmıştı. Türkiye de HTŞ’nin birkaç hareketini engellemişti. Ancak son gelişmelerde Türkiye kendi inisiyatifiyle bir karar almış görünüyor. Bu karar, Amerikalılarla mı, yoksa Amerika, Rusya ve Türkiye’nin bir araya gelerek oluşturduğu bir konsorsiyumla mı alındı, henüz bilinmiyor. Ancak Türkiye’nin destek verdiği HTŞ, gelişmelerin Esad’ın hızlı bir şekilde devrilmesine kadar ilerlemesine yol açtı. Belki Türkiye, bu kadar hızlı bir devrilmeyi beklemiyordu, ancak sonuç üç gün içinde ortaya çıktı.
Bu durum, Suriye’de nizamın nasıl ve kimler tarafından kurulacağı sorusunu Türkiye açısından oldukça kritik hale getiriyor. HTŞ’nin tek başına yönetici olmayacağı açık. Muhtemelen başka gruplarla ittifak yapacaklar. Ancak bu grupların kim olacağı önemli bir tartışma konusu. PKK’nın bu gruplar arasına katılma isteği olası, ancak Türkiye, PKK’nın Suriyeli olmadığını belirterek buna karşı çıkacaktır. Bu tür tartışmalar ve Suriye’nin statüsü hem Türkiye hem de diğer ülkeler için gündemin ana başlıkları arasında yer alacak gibi görünüyor. Nitekim İsrail, şu anda girmemesi gereken bir bölgeye, Golan Tepeleri civarında Suriye ile kendi sınırını ayıran bir dağın Suriye tarafına, askerlerini yerleştirdi. Bu, son derece kritik ve dikkatle izlenmesi gereken bir durum.
Tekrar Kürt meselesine dönecek olursak, mevcut tablo şu şekilde: Kürtler, Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte, IŞİD’e karşı üstlendikleri gibi, İran’a karşı bir tampon güç olarak görevlendirilmeyi bekliyor. Bunun karşılığında da en azından bir özerklik, hatta ilerleyen süreçte bir devlet kurma hedefi doğrultusunda adımlar atmayı umut ediyorlar. Malum Türkiye, bunu bir varoluş tehdidi olarak değerlendiriyor.
Peki ne olabilir?
Çatışma ihtimali, bana göre, daha düşük görünüyor. Bunun yerine bir uzlaşma mümkün olabilir. Örneğin, Rojava’da Kürtlere farklı bir isim ve statü ile bir alan tanınarak Türkiye’nin bunu kabul etmesi, buna karşılık Kürt Hareketi’nin hem Türkiye içinde hem de dışında silah bırakması gibi bir senaryo gündeme gelebilir. Bu, elbette, alternatiflerden yalnızca biri. Türkiye’nin MHP lideri Devlet Bahçeli’nin söylemleriyle başlattığı hamle ile bu gelişmeler arasında ciddi bir paralellik olduğu da göz ardı edilmemeli. Bu durum, hem iç hem de dış güvenlik politikalarıyla eş zamanlı ilerleyen bir mekanizma gibi görünüyor. Diğer bir mesele ise Kürt meselesi. Öcalan’ın da ikna edilmesiyle, Türkiye dışında bir alan paylaşımı temelinde bir silah bırakma sürecinin mümkün olabileceği konuşuluyor. Eğer bu gerçekleşirse, Türkiye’nin Kürt meselesinde bu sorunu tamamen çözemese de tarihi bir ilerleme kaydedebileceğini düşünüyorum.
Sorunun ikinci boyutuna cevap vermek için ise henüz erken olduğunu düşünüyorum, Emir. Öncelikle Suriye’de bir istikrar sağlanmalı ki buradan oraya büyük bir göç hareketi gerçekleşsin. Türkiye’de iki farklı Suriyeli grup var. Bunlardan biri iş sahibi olan, zengin gruplar. Bu kişilerin dönüp dönmeyeceği belirsiz. Ancak ucuz iş gücü olarak çalışan pek çok Suriyelinin memleketlerine dönmek isteyeceği öngörülüyor.
Şu anda bir heyecan dalgasıyla Hatay ve çevresinde konvoyların görüldüğü bildiriliyor. Ancak bu dönüşlerin sürdürülebilir olması için bölgede huzurun tam anlamıyla tesis edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla gidenlerin güvenliği ne kadar sağlanabilir, bu konuda tartışmalar devam ediyor. Geri dönüş dalgasının daha tedrici olacağını sanıyorum. Türkiye ekonomisine etkisi ise ekonomistler tarafından değerlendirilecektir. Bir ekonomist, geçtiğimiz günlerde yazdığı bir yazıda, ucuz iş gücünün Türkiye’den ayrılmasının emek fiyatlarını artıracağını, bunun maliyetlere yansıyarak maliyet enflasyonu riski yaratabileceğini vurguladı. Ancak, bu durumun Türkiye’nin ekonomi yöneticileri tarafından öngörüldüğünü ve gerekli önlemlerin alınacağını düşünüyorum. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisine etkisinden ziyade, geri dönüş dalgasının sosyolojik olarak bir rahatlama yaratma potansiyeli daha önemlidir.