Merkez Bankası’nın (MB) dünkü (18 Mart) faiz kararının öncesinde Naci Ağbal’ı yeni faiz artışı yapmaması konusunda uyaran Yeni Şafak, MB’nin 200 baz puanlık artış kararından sonra bugün (19 Mart) Ağbal’ı doğrudan hedefe alan ve suçlayan bir manşetle çıktı: “Bu operasyonu kim adına çektiniz?”
Manşetin spotu da şöyle tasarlanmıştı:
“Dünya, ekonomideki faiz etkisini azaltmaya çalışırken Türkiye’de Merkez Bankası, 83 milyonun sesine kulak tıkayarak faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çıkardı. Piyasa beklentisinin bile üzerinde yapılan 200 baz puanlık müdahale, ekonomik gerekçelerle izah edilemeyen bir faiz artışı oldu. Merkez Bankası’nın Türkiye’nin büyümesini frenleyecek bu operasyonu kim veya kimler adına ve hangi amaçla çektiği merak ediliyor.”
O esnada Sabah gazetesi
Yeni Şafak’taki bu hararete karşılık iktidar medyasının ‘amiral gemisi’ Sabah sakindi. Faiz artışına dair haberi, böyle durumlarda takındığı tarzla pek de uyumlu olmayan bir biçimde, ‘objektif’ bir dille duyurdu:
“TCMB, önden yüklemeli güçlü bir parasal sıkılaştırmaya giderek politika faizini 200 baz puan artırdı ve yüzde 19’a çekti. Kararın ardından Merkez, faiz karar metnini yayınlayarak piyasalar için kritik mesajlar verdi.”
Bugünkü (19 Mart) Sabah’ın editoryal sayfalarında da Yeni Şafakvari hiçbir haber yer almadı. Yegâne eleştiri, gazetenin ekonomi yazarlarından Dilek Güngör’den geldi fakat o da gayet dikkatli bir dil kullanmıştı yorumunda:
“Tamam anlıyorum. Merkez Bankası, ABD tahvil faizlerinden de kaynaklı küresel piyasalardaki hareketliliğe karşı, finansal istikrarı sağlamak adına zaman kazanmak istiyor. Ama bu iş kalıcı olmaya devam ederse, ülke olarak döviz kurundaki artışın yükleyeceği maliyetten daha yüksek bir maliyetle karşılaşırız. Yüksek faiz, yüksek kur döngüsüne sıkışıp kalırsak da büyüme hayallerimiz suya düşer.”
Bu farklılık nereden kaynaklanıyor?
Neredeyse iktidarın organik uzantıları haline gelmiş bu iki gazetenin Merkez Bankası ve Ağbal konusundaki tavır ve üslup farklılıkları nereden kaynaklanıyor?
Aslında Ağbal’ı tahkir mahiyetindeki bir yayıncılık çizgisi, onu o göreve getiren iradeyle birlikte düşünüldüğünde, biraz riskli. Çünkü “kimin adına hareket ediyorsun” sorusu, onu oraya getiren iradeye de dolaylı bir eleştiri içeriyor.
Öte yandan Sabah’çıların Ağbal hakkındaki duygusunun Yeni Şafak’çıların dile getirdikleri duyguyla aynı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki bu duyguyu neden Yeni Şafak dile getiriyor da Sabah getirmiyor?
Akla, Sabah’ın yönetimiyle Berat Albayrak arasındaki bağ geliyor. Naci Ağbal, Berat Albayrak’ın antitezi; o gitti öbürü geldi ve Berat Albayrak’ın kardeşinin yönettiği Sabah’ın Ağbal’a karşı yalın kılıç yayın yapmasının ‘hoş olmayacağı’ düşünülmüş olabilir.
Fakat bir yandan da içinizi soğutmak istiyorsunuz… Ne yaparsınız?
Şöyle düşünün: Bir şeyi yapmak için çok güçlü bir duygusal istek duyuyorsunuz fakat bazı aklî gerekçelerle kendinizi frenliyorsunuz. O zaman mümkünse bunu sizin adınıza yapacak başka birini ararsınız… Sabah yönetiminin bütün iktidar medyası üzerindeki etkisiyle birlikte ele aldığımızda, bu, makul bir izah olarak görülüyor.
Türk basın tarihinde yeri var bu tarz işlerin. Mesela 2001’deki Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kanunu tartışmalarında yaşanmıştı buna benzer bir olay.
O zamanlar, RTÜK Kanunu’nu veto etmesi beklenen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e karşı merkez medyanın açtığı savaşta ‘amiral gemisi’ Hürriyet değil, bankasını kaybedip Hürriyet’in ‘esiri’ haline gelen Sabah koçbaşı görevi görmüş, Hürriyet nispeten ‘olgun’ bir üslup tutturmuştu. Mesela, Ahmet Necdet Sezer’in, Çankaya Köşkü’nün perdelerini ve koltuk kılıflarını değiştirterek Hazine’yi zarara soktuğu türünden haberler sadece Sabah’ta çıkıyordu o dönemde.
Ahmet Necdet Sezer örneğinde o dönemin Hürriyet-Sabah tandeminin yerini, Ağbal örneğinde Sabah-Yeni Şafak tandemi almış görünüyor.