Bugün siyasi yelpazeye baktığımızda 12 Eylül darbesinin izlerini görüyor muyuz? İlk sorum bu şekilde. İkinci sorum ise şu: Ben, 12 Eylül darbesi olduğunda henüz dünyada değildim, o dönemi yaşamadım. Peki, ben ve benim gibi insanlar, 12 Eylül darbesini nasıl okumalı ve oradan ne anlamalı?
İki önemli nokta var. Bunca yıl sonra, tekrar bir askeri darbeyi tartışmanın anlamı nedir? Neden 12 Eylül hâlâ tam anlamıyla “tarih olmadı”? Bu sorular, gerçekten anlamlı hale geliyor. Çünkü 12 Eylül, birkaç temel unsur üzerinden hem Türk siyasi ve toplumsal zihniyetinin yansımasını içeriyor hem de Türk siyasi hayatını, hatta siyaset-toplum ilişkilerini önemli ölçüde yönlendiriyor. Bu yönlendirmenin etkileri ise bugüne kadar sürüyor.
Birinci boyut, insanlık suçları. Tarih kitaplarında ve programlarda, farklı ülkelerde yaşanan askeri darbeler sonrası işlenen insanlık suçlarını görürüz. Arjantin, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde işkenceyle katledilen, toplu olarak yok edilen insanların hikayeleriyle karşılaşırız. Askeri darbeler ve darbecilerin işledikleri insanlık suçları, insanlık tarihinin belleğinde her zaman yerini alır. Türkiye’ye baktığımızda, 12 Eylül de bir dizi insanlık suçuyla iç içedir. Bu suçların boyutu çok büyüktür. Örneğin, işkenceler… İşkence mağdurları, yıllar sonra bile bu travmaların izlerini vücutlarında ve ruhlarında taşımaktadır. Bugün 78’liler Vakfı diye bir vakıf var. Bu vakıf, 12 Eylül işkencelerinin kayıtlarını ve anlatılarını içeren bir kütüphane oluşturmuştur. Bu anlatıları okuduğunuzda bazı durumlara inanamazsınız.
İşkenceler bir yana, imha ve idamlar da vardır. 18 yaşını doldurmamış çocuklar, yaşları büyütülerek idama gönderilmiştir. Kenan Evren’in “Bir sağdan bir soldan astık” sözü, tarihe geçmiştir. Türk toplumu bu insanlık suçlarıyla yüzleşti mi? Hayır. Birçok ülke, bu tür suçlarla çeşitli yollarla yüzleşmeyi başardı, ancak Türkiye’de maalesef bu tam olarak yapılmadı. 12 Eylül darbecilerini yıllar sonra yargıladık, ama bu yargılamalar, siyasi iktidarı devirmek suçundan yapıldı. Asıl insanlık suçları bakımından böyle bir yargılama olmadı.
Özellikle Diyarbakır Cezaevi… Diyarbakır Cezaevi’ni bilmeyen yoktur. Oradaki işkenceler, insanlık dışı uygulamalar, kişilere dışkı yedirilmesi, copla yapılan tecavüzler… Bunlar, sadece birkaç faşist subayın işi değildi; doktorlar, savcılar bu suçlara göz yumdu. 12 Eylül rejimi, toplu bir suç tablosu oluşturdu ve Türk toplumu hiçbir zaman bununla yüzleşemedi.
Yıllar geçti. İşkence görenler, artık benim yaşıma geldiler. O dönemde üniversite öğrencisiydik. Arkadaşlarım, yaşıtlarım yavaş yavaş bu dünyadan göçüyorlar. Gençler, bu insanlık suçları hakkında çok az şey biliyor. Bu nedenle, bu olayları hatırlatmak, toplumun bunlarla yüzleşmesini sağlamak çok önemli. Bu sadece siyasal bir suç değil, toplumsal boyutları olan bir suçtur. Bu durum, demokrasimiz ve ruh sağlığımız açısından çok önemli.
Sizin kuşak açısından belki bu olaylar soyut kalıyor, ancak bugün yaşanan bazı tutuklamalar ve baskılar, bu zihniyetin izlerini taşıyor.
İkinci önemli husus, 12 Eylül’ün Türkiye’ye milli güvenlik ideolojisi diye bir kavram getirmiş olmasıdır. Milli güvenlik ideolojisi, siyasetin toplumdan veya dışarıdan gelen tehditlere karşı kendini tahkim etmesi üzerine kuruludur. Milli Güvenlik Kurulu ve Milli İstihbarat Teşkilatı gibi kurumlar, bu ideolojinin yansımasıdır. Bu ideoloji, devletin siyaset üzerinde hükümranlık kurmasına neden oldu.
Bugün hâlâ yürürlükte olan 12 Eylül Anayasası’na bakalım. Bu anayasa, askerlerin seçtiği siviller tarafından hazırlandı. Ama daha önemlisi, Milli Güvenlik Konseyi adı altında pek çok yasa çıkarıldı. Siyasi partiler yasası, sendikalar yasası gibi pek çok yasanın temelinde 12 Eylül izleri bulunuyor. Anayasa belki değişti, ancak bu yasalar hâlâ yürürlükte. Bu nedenle, senin ikinci sorunu çok anlamlı buluyorum. Bizim hukuki mevzuatımızın önemli bir kısmı, 12 Eylül’den miras kalan ruhu taşıyor.
Üçüncü husus, 2010 referandumudur. O dönemi hatırlıyorsundur. Bugün hâlâ “yetmez ama evet” tartışmaları devam ediyor. Anayasanın 25 maddesi referandumda oylandı ve bunlardan 24 tanesi önemliydi. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, memurlara grev hakkı gibi hususlar kabul edildi. Ancak tek bir madde, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili bir madde, bu referandumu eleştirenlerin odağı oldu.
Türkiye’deki zihniyet sorunu burada kendini gösteriyor. 12 Eylül düzeniyle yüzleşmeyen, hatta bunun bir parçası olan bir grup, bu referandumu destekleyenleri bugün hâlâ demokrasi karşıtı ilan ediyor. 12 Eylül’le yüzleşilmemiş olması, bu suçların devamı anlamına gelir. 44 yıl sonra dahi 12 Eylül’le ilgili bu düşüncelerim bu.