Ana SayfaHaberlerAnalizANALİZ – Mahçupyan: ‘Doğal kaynaklar lütuf mu, lanet mi?’

ANALİZ – Mahçupyan: ‘Doğal kaynaklar lütuf mu, lanet mi?’

Büyük enerji kaynaklarına sahip ülkeler neden çoğunlukla otoriter rejimlere sahip? Böylece devletler zenginleşip güçlendiği için mi o ülkelerde otoriterlik gelişiyor, yoksa o kaynaklar olmasaydı da siyasi rejimler aşağı yukarı yine böyle mi olurdu? Etyen Mahçupyan’a göre “toplumların 'kaderini' veya gelişim çizgisini belirleyen neden doğal kaynaklar değil, kendi zihnimiz, düşünce ve davranış tarzımız, kültürümüz ve zihniyetimiz.”

Serbestiyet: Büyük enerji kaynaklarına sahip ülkeler çoğunlukla otoriter rejimlere sahip. Toplumlarında büyük gelir eşitsizlikleri var ve toplumsal gelişmişlik kriterleri ölçü alındığında hep gerilerde kalıyorlar. Devlet zengin ve güçlü ama toplum yoksul ve zayıf; sivil hareketler yok denecek kadar az. Buralara bakıp da “Olmaz olsun böyle zenginlik” gibi bir duyguya kapılmamak mümkün değil. Ne oluyor da böyle oluyor?

Mahçupyan: Toplumları analiz ederken sonuçtan hareketle nedensellikler bulmaya ve farklı ya da yeni olan unsurları birer neden olarak görmeye yatkınız. Petrol ve gaz gibi doğal enerji kaynakları da tesadüfi niteliklerinden ötürü bir neden olarak algılanıyor ve toplumu biçimlendirdiği düşünülüyor. Sanki aksi halde diğerleri gibi gelişme çizgisi gösterecek olan toplumlar, salt doğal zenginliklere sahip oldukları için farklı bir yöne doğru savruluyor…

Kanıksanmış şablona göre bu ülkelerde üretim doğal kaynakların hızla sömürülmesini öncelerken diğer sanayiler gelişemiyor, iktidarın prestijini artıracağı düşünülen ve çoğunlukla israfa neden olan harcamalara yöneliniyor, doğal zenginlikten gelen imkânlar rant olarak topluma dağıtılıyor ve bu kolay hayata alışan toplum hem tembelleşiyor, hem de vatandaşlık haklarının bazılarından vazgeçmeye daha teşne oluyor… Sonuçta iktidar belirli bir grubun elinde sabitleşirken devletle de özdeşleşiyor. Yönetim ise kendi hükmünü devam ettirmek üzere bu çarkı bilinçli olarak yeniden üretiyor.

Ne var ki en azından son yıllarda gıpta ile izlenen Norveç örneği bu kısır döngünün bir kader olmadığını açık olarak göstermekte. Bulunan doğal enerji kaynakları yıllara yayılan bir plan dahilinde işleniyor, geliri bir varlık fonunda toplanıyor, iktidarlara her yıl bu gelirin çok ufak bir kısmını kullanma imkânı tanınıyor ve tüm vatandaşlar söz konusu varlık fonunun doğal ortakları olarak zenginlikte pay sahibi oluyor. 

Bu farklı deneyimler toplumların ‘kaderini’ veya gelişim çizgisini belirleyen nedenin doğal kaynaklar değil, toplumun ona verdiği anlam ve tepki olduğunu ortaya koyuyor. Her toplum kendi karar alma kültürü ve onun ardındaki zihniyete bağlı olarak farklı tutumlar sergileyebiliyor. 

Diğer deyişle temelde toplumlar arasında bir fark yok. Hepsi de beklenmedik olan yeni gelişmelere kendi zihniyetleri ve ona dayanan kültürel yapılanma içinden yanıt veriyor. Ne var ki her toplumun zihniyeti farklı… 

Relativist ve/veya demokrat zihniyete sahip toplumlar Norveç örneğini yaratırken, otoriter ve/veya ataerkil zihniyete sahip olanlar Orta Doğu ya da Latin Amerika örneklerini üretiyor. 

Toplumların ‘kaderi’ ile ilgili analiz yaparken nedenselliği doğal kaynaklar gibi dışsal faktörlerin üzerine yıkmak bir kolaycılık. Nedenselliği asıl aramamız gereken yer kendi zihnimiz, düşünce ve davranış tarzımız, kültürümüz ve zihniyetimiz… 

- Advertisment -