Suriye’deki tarafların büyük kısmının ülkemizde de ideolojik, mezhebi ya da etnik akrabaları bulunduğundan. Suriye’de yaşanan çatışmalar Türkiye’ye de aynı tansiyonda ve taraflılıkla taşınıyor. Ana hatlarıyla Suriye’de Türkmen-Arap Sünniler, Arap Aleviler, Kürtler, Hristiyanlar ve Dürziler yaşıyor. Bu kesimler de aslında uzaktan bakıldığı kadarıyla homojen değiller. Ana hatlarıyla tüm bu kesimler merkezi Şam yönetimiyle birlikte hareket edenler ve ayrılıkçılar şeklinde kendi içlerinde ayrışıyorlar. 27 Kasım 2024’te İdlib’i yöneten HTŞ’nin “”Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” kapsamında Halep kırsalında taarruza geçmesi 8 Aralık 2024’te diktatör Beşşar Esed’in Moskova’ya kaçması ve beraberinde Esed rejiminin içine çökmesi ile sonuçlanan süreç sonrası ortaya yeni bir yönetim çıktı. HTŞ temelli olmakla birlikte HTŞ’den ibaret olmayan, İran ya da Afganistan tarzı bir “din devleti” vizyonu olmayan aksine ortalama bir Irak ya da Lübnan tarzı “demokrasi” öngörüyor. Peki Suriye Lübnanlaşmadan ya da Iraklaşmadan nasıl yeni bir yönetim tesis edebilir? Elbette bu çok zor ama çözülebilir bir düğüm. Burada altı ana dış güç var. Bu güçlerin Suriye’deki çıkarları zaman zaman örtüşse de zaman zaman da ayrışıyor.
1. ABD: İstikrar istiyor Şam’la azınlıkları orta yolda buluşturmaya çalışıyor.
2. Birleşik Krallık ve AB: ABD ile nüfuz rekabetinde olsa da Şam’ı destekliyor azınlıkları Şam’la uzlaştırma yanlısı.
3. İsrail: Totalde ABD desteğini alsa da Suriye’de istikrarsızlaştırıcı. Kendisine yönelecek olası güçlü bir tehdit oluşmasın istiyor. Suriye’nin Lübnanlaşmasını hedefliyor.
4. Türkiye + Katar: Şam yönetimini destekliyorlar. ABD ve AB ile çıkarları son dönemde örtüşüyor.
5. Suud + BAE: Şam yönetimini destekliyorlar. ABD ve AB ile çıkarları son dönemde örtüşüyor. Türkiye’nin sahada nüfuzunun artmasını istemiyorlar.
6. İran: Kaybeden taraf olarak Şam’a geri dönmenin yolunun yeni yönetimi yıpratmak hatta devirmek olduğunu söylüyor. Suriye’nin Lübnanlaştırılması konusunda çıkarları İsrail’le örtüşüyor.
Daha önce İsrail’le bağlantılı devrik rejim unsurları ve dini önderler kullanılarak hem Hristiyan hem de Nusayri isyanları çıkartılmak istenmiş ve bu süreçler de sancılı biçimde sonlanmıştı. İsrail ve İran’ın Suriye’deki çıkar örtüşmesi yeni Şam yönetiminin kapasitesinin zayıflığından ve tecrübesizliğinden yararlanıyor. Henüz 1 yılını bile doldurmamış yeni süreçte Şara 2018-2024 İdlip bölgesel yönetim tecrübesini tüm ülkede uygulamaya çalışsa da bu yeterli değil. Şara ve üst kadroları bu bölgesel yönetim sürecinde ideolojik açıdan, ve yürütme açısından büyük bir değişim ve dönüşüm geçirseler de bu durumun alt kadrolarda sindirilmesi kolay bir eğitim süreci değil. Bir çok farklı Selefi silahlı grubun çatı yapılanması olan HTŞ’nin ana omurgasını oluşturduğu yeni Suriye ordusunun yapılandırılması için henüz çok erken. İşte tam da bu zamanla yarış esnasında ordu gibi değil örgüt gibi hareket eden hatta örgüt disiplinini dahi ihlal eden bir çok unsur isyanların bastırılması sırasında sivillere ve kimlikleri hedef alan savaş suçları işliyor. Sosyal medyada dolaşıma sokulan kimi görüntüler de asıl şiddetin sebep-sonuç dinamiklerini örtmek için İsrail ve İran’a müzahir odaklarca üzerine eklenen propagandalarla servis ediliyor.
Araştırmacı Charles Lister’a göre Suveyda olaylarının özeti Temmuz 2025 itibariyle şöyle oldu:
Dürziler ikiye bölünmüş durumda. Leys el-Belus’un liderliğindeki Ricâlul Kerame (Onur Erleri) grubu Şam’la ortak hareket ederken Hikmet el-Hicrî liderliğindeki milisler İsrail tarafından destekleniyor.
11 Temmuz’da Bedevî bazı silahlı kişiler bir sebze kamyonuna saldırdı, sürücüyü dövdü ve kamyonu çaldı.
Ertesi gün Hicrî milisleri 8 Bedevîyi, Bedevîler de milislerden 5 kişiyi kaçırdı.
13 Temmuz‘da müzakereler başarısız oldu, Süveyda şehir merkezinde ve çevresinde çatışmalar başladı.
24 saat içinde yaklaşık 30 kişi öldü, 100’den fazla kişi yaralandı.
14 Temmuz’da geçici Suriye hükümeti ilk kez müdahale ederek ordu ve polis birlikleri gönderdi.
15 Temmuz’da Dürzi, Hristiyan ve yerel liderler ateşkes çağrısı yaptı. Ancak İsrail destekli Dürzi lider Hikmet el-Hicri bunu reddetti ve çatışmalar sürdü. Aynı anda İsrail hava saldırılarına yeniden başladı.
Şam güçleri Süveyda içinde 9 ayrı noktada pusuya düştü. Günün sonunda 118 kişi öldü:
* 41 rejim askeri
* 7 rejim yanlısı Hicri milisi
* 19 Bedevî savaşçı
* 49 Hicrî milisi
* 2 sivil
Şam’ın müdahalesi sertleşti. ABD İsrail ve Şam arasında arabuluculuk başlatıldı ama İsrail’in saldırıları durmadı.
İsyanı, el-Hicri’ye bağlı “Süveyda Askerî Konseyi” yürüttü.
– Eski Esad generallerinden oluşuyor ve İsrail ile iş birliği içinde.
– Konsey, uyuşturucu ticaretini kontrol etmeye devam ediyor (Captagon vb).
Aynı gün, Ürdün ordusu Süveyda’dan gelen kaçakçılarla iki silahlı çatışma yaşadı.
16 Temmuz’da rejim güçleri Süveyda şehir merkezini ve el-Hicri’nin merkezi Kanavat’ı ele geçirdi.
– İsrail, Şam’daki Savunma Bakanlığı ve diğer askerî hedefleri vurdu.
* İkinci bir ateşkes ilan edildi ancak el-Hicri bunu da reddetti.
–Dakikalar sonra İsrail tekrar saldırdı.
Diğer Dürzi liderler bu tavra tepki gösterdi:
– Şeyh Yusuf el-Cerbua ve Leys el-Belus, el-Hicri’yi “tehlike” olarak niteledi.
*ABD arabuluculuğunda üçüncü bir ateşkes sağlandı:
– Rejim çekilecek, güvenlik İçişleri Bakanlığı ve Dürzi yerel güçlerde olacak.
* Bu, Süveyda’nın geçici Suriye devletine kademe kademe entegre olacağı anlamına geliyordu.
– El-Hicri’nin etkisi İsrail sayesinde devam ediyorç.
* Lister’a göre tüm bu çatışmalar önlenebilirdi.
– 48 saat öncesinde anlaşma hazırdı. Ancak el-Hicri’nin inadı ve İsrail müdahalesi çatışmayı tırmandırdı.
Güvenilir kaynaklara göre, ölenlerin %76–84’ü savaşçılar, sadece %6–8’i maalesef sivillerden oluşuyor.
Vatani Hastanesi Katliamı
Çatışmalar esnasında yaşanan en kanlı sivil katliamı Süveyda Vatani Hastanesi’nde yaşandı. Katliamın sorumlusunun hangi taraf olduğu ilk günlerde tartışılsa da Suriye’deki teyit platformlarından olan EekadFacts yaptığı detaylı araştırma sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.
EekadFacts tarafından kronolojik olarak izlenen ve analiz edilen kanıtlar, Dürzi grupların, ifadelerine göre ordu ve Genel Güvenlik mensuplarının sıkıştırıldığı hastaneyi kuşattığını ve ardından içindeki unsurları ortadan kaldırdıklarını itiraf ederek hastanenin kontrolünü ele geçirdiğini göstermekte.
İlerleyen saatlerde Suriye hükümeti hastanenin kontrolünü ele geçirip katliam görüntülerini dünya ile paylaştılar.
İsrail’in Şam merkezine yönelik 16 Temmuz’daki tarihi saldırısının ardından Suriye ordusu ele geçirdiği Süveyda’dan geri çekildi. Askeri olarak geri adım atan Şara krizi yönetmeye çalışsa da buna tek başına gücünün yetmeyeceği açık. O halde çıkarları Suriye’nin istikrarını gerektiren büyük güçlerin (ABD-AB-Türkiye/Katar-Suud/BAE) Şam’ın arkasında durmalarının önemi açığa çıkıyor.
Peki bu düğümün çözümü nerede? Zaten Şam ile Süveyda’nın aylardır yürüttüğü anlaşmanın şartlarını hatırlayalım:
* Dürzi gruplar genel olarak polis ve güvenlik güçlerine entegre edilmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın bayrağı altında bölgede güvenliği sağlıyorlar.
* Yerel yönetimler devlete bağlı (bu zaten böyleydi, sadece bir hatırlatma). Ancak öğretim, yönetim, günlük hizmetler vb. için Dürzilerin yerel olarak işe alınmasını destekliyorlar.
* Ordu ağır teçhizatıyla birlikte bölgeden çekiliyor. Geriye sadece askeri polis gücü kalmıştı.
Yani İsrail ve öncü kuvvetleri olan Hicri milisleri isyan etmeseydi mevcut anlaşmanın uygulanması dahi bu ölümleri ve maalesef yaşanacak ölümleri engelleyebilirdi.
İsrail’den cesaret alan Hicri kuvvetleri Süveyda ve Dera kırsalında yaşayan Arap Aşiretlerine yönelik etnik temizlik başlattı. Lübnan’da İsrail destekli Falanjistlerin gerçekleştirdiği Sabra ve Şatilla katliamlarının dejavusu Hicri güçleri tarafından Arap aşiretlerine yönelik gerçekleştirdikleri katliamlarda yaşandı. 500’ün üzerinde sivil öldürülürken çoğu çocuk ve kadın bir çok sivile işkence yapıldığı belgelendi.
Bilanço: En az 558 kişi öldü
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), 13 Temmuz 2025’ten bu yana ve bu açıklamanın yayınlandığı tarih olan 21 Temmuz 2025’e kadar Süveyda Vilayeti’nde 11 çocuk ve 17 kadın olmak üzere en az 558 Suriyelinin, üçü kadın altı sağlık çalışanı ve iki medya çalışanı ile en az 783 kişinin çeşitli derecelerde ağır yaralı olarak hayatını kaybettiğini belgeledi. Bu durum, SNHR tarafından elde edilen ve doğrulanan ön bilgilere dayanmakta. Bu tırmanış, şiddetli çatışmalar ve yargısız infazlar, karşılıklı bombardıman ve İsrail işgal güçleri tarafından gerçekleştirilen hava saldırıları da dahil olmak üzere artan şiddet eylemleri bağlamında gerçekleşmekte.
İlk belirlemelere göre, aralarında çocuklar, kadınlar ve sağlık personelinin de bulunduğu sivil kayıpların yanı sıra bu istatistikler içinde Süveyda vilayeti sınırları içinde devletin kontrolü dışında kalan silahlı Bedevi aşiret grupları ve diğer yerel grupların savaşçıları ile Suriye Geçiş Hükümeti’nin iç güvenlik güçleri ve Savunma Bakanlığı mensupları da bulunuyor.
ABD’nin durumu kontrol altına almak için arabuluculukta İsrail’in Şam’a saldırıları durdurtması ve bunun karşılığında Süveyda’dan Suriye güçlerini çektirmesi yeni krizleri doğuracak. Bir başka sorun daha ortaya çıkıyor: Bölgenin Suriye’nin geri kalanından izole edilmesi. Örneğin dün geceden beri Dera bölgesindeki esnaf Süveyda ile yapılan tüm ticaretin boykot edilmesi çağrısında bulunuyor.
Fransız akademisyen Cédric Labrousse’un belirttiği gibi Bu durum Süveyda’da açlık krizi çıkartabilir.
Sonuç itibariyle ABD arabuluculuğu İsrail saldırganlığını durdurma karşılığında Şam’ın bölgeden çekilmesi 8 Aralık’tan bu yana yaşadığı ilk askeri ve diplomatik yenilgidir. Bu yenilginin öncelikli sebebi Şara’nın Trump yönetiminden aldığı güvenceye dayanarak Süveyda’ya müdahale etme kararı almasıdır. İsrail’in ABD’ye rağmen Şam’ın kalbine kadar saldırabileceğini hesaba katmayan Suriye yönetimi tuzağa çekilmiş ardından yapılan yoğun propaganda ile İsrail saldırıları ve Hicri güçlerinin katliamlarına yol açılmıştır. Askeri olarak da darbe alan Şam güçlerinin arabuluculuk baskısının ardından çekilmesi sonrası diplomatik olarak da isyancıların bölgede tam egemenlik kurmaları Arap aşiretlerine yönelik saldırılarını arttırdı. Binlerce sivilik yerinden yurdundan edilmesine yol açtı. Süveyda’da tehcire tabi tutulan Bedevi nüfusuna ilişkin tahminler 10,000 ila 25,000 arasında değişmekte.
Bu durum Şara’nın kapana kısıldığı anlamına geliyor. Şara tüm İran propagandasına ve isteğine rağmen İsrail’in normalleşme baskısına direndi. Moritanyalı akademisyen Muhammed Muhtar Şankıti bu durumu şyöe özetliyor:
“Eğer Ahmed Şara, İsrail’le normalleşmeye razı olsaydı ya da Golan Tepeleri’ni İsrail’e vermeye istekli olsaydı, Batı ve Arap ülkeleri ona gerçekten destek verir, Dürzilere ve SDG’ye karşı onunla iş birliği yapar, servetlerini önüne sererdi. Ama o, İsrail’le normalleşmeye karşı durduğu ve Suriye topraklarından vazgeçmeyi reddettiği için, ona karşı hem yıpratıcı bir savaş başlatıldı hem de ABD’nin ikiyüzlü vaatleriyle onu kandırmaya çalıştılar.”
Şara en başından beri tüm güç dengesizliğine rağmen İsrail’le normalleşme dayatmasına karşın İsrail-Suriye 1974 Anlaşması sınırlarına geri dönülmesinde dirençli davrandı. Şankıti’nin de belirttiği üzere bu dik duruş ve uluslararası güçlerin çıkar anlaşmazıkları ve nüfuz rekabetleri arasında kendisine bir alan açma gayreti genel planda işe yarasa da Süveyda İsyanı sürecinde yeterli olmadı.
Şara’nın Süveyda olaylarında geldiği noktada hem egemenlik alanı daha da daraltılmış oldu hem de bu yenilginin sonucu Suriye kamuoyundaki itibarı sarsıldı. Tehcire zorlanan Sünni Arapların dramatik görüntüleri Şam yönetimine yönelik Sünni öfkenin doğmasına yol açtı.
İsrail ve İran’ın Çıkar Birliği
Tel Aviv’in Suriye konsepti, Şam’ın istikrarsızlıkla boğuşan ve İsrail’e bir tehdit düzeyine ulaşamaması üzerine kurulu. Tahran’ın da Suriye’yi istikrarsızlaştırma projeleri Tel Aviv’in çıkarlarıyla örtüşüyor. Bu denklemde 8 Aralık sonrası bölgede nüfuz alanı genişleyen Türkiye’nin bu kazanımlarının geriletilmesi her iki başkent için de elzem. Ayrıca olası bir mezhep savaşı ve Suriye’de istikrarsızlığın sürmesi Batılı ülkelerin de aleyhine İran’ın yeniden bölgede aktifleşme riski, ABD ve AB’nin çıkarlarına aykırı. O halde yeni Suriye yönetiminin eksikleri, riskler neler ve çözüm için ne yapılabilir?
5-6 Mart’ta başlayan, 7 Mart’ta zirveye ulaşan geniş kapsamlı Nusayri isyanının temelinde aslında bir mezhep hassasiyeti yoktu. Gerek uyuşturucu trafiği ve mafyatik egemenliğin sürdürülmesi gerek geçmişte işlenen suçların hesabını vermeme çabası gerekse de İsrail ve İran’la bu uğurda girilen kirli ilişkilerin üzeri “Alevi” kimliği ile örtülmüştü. Mart’tan Temmuz’a geldiğimizde Dürzi isyanı için de aynı paramaterler geçerli. Bu kimlikçi maskenin ürettiği şiddet ise karşı şiddeti ölçüsüz biçimde tetikliyor ve sonuç, Dürzi ve Sünni sivillerin katledilmesi oluyor. Bu sebeple Türkiye iç siyasetinde de meseleye bir endüstriye hammadde olarak bakılmamalı, çatışmanın sosyolojik sebepleri tespit edilip çözüm de bölge halklarının maslahatı eksene alınarak aranmalı. Ayrıca Türkiye içerisinde yaşanan barış sürecinin yaralanmaması da buna bağlı. ABD’nin hızlı manevraları hem ülkemizde hem Suriye ayağında Kürt siyasetini çatışma zeminine sürükleyebilir. Bu sebeple ülkemizdeki Kürt siyaseti zemini konu Suriye olunca çatışma değil barış dilini korumalı. Bu açıdan İsrail destekli Dürzi isyanına alkış tutmanın hiçbir mantığı yok.
IŞİD’e hayat öpücüğü verilmemeli
Küresel güçlerin Suriye konusunda hızlı davranmaları ülkedeki sosyolojik dengeleri sarsmakta. Acele ile dayatılan çözümler, barış anlaşmaları ya da entegrasyon projeleri istikrarı getirmenin aksine yeni problemler ve çatışmaları doğurmaktadır. ABD’li bürokratların Irak’taki siyasi başarısızlıkları ortada. ABD 2003’teki işgali sonrası kurduğu yeni düzenin geçtiğimiz 22 yılda nelere mâl olduğunu hatırlayabiliriz. Şiilere yönelik yanlış politikalar İran’la girilen ABD ittifakı Sünnileri tümden sistem dışına itmiş bu da hem sivil kayıpları arttırmış bu travma da IŞİD’in taban bulması ile sonuçlanmıştı. Unutulmamalıdır ki, yarın dış baskılar altında varılacak anlaşmalar bile, bu baskılar ortadan kalktığında hiçbir şekilde orta vadeli bir barış vaat etmeyecektir. Irak ve Lübnan tarihi buna şahittir. Suriye’de yaşanan acelecilik de bunun bir tekrarı olabilir. Böyle bir tekrar yerlerinden edilen ve katliamlara maruz bırakılan Arap aşiretleri içinden bazı kesimlerin etki güçleri zayıflatılmış IŞİD’e katılımıyla sonuçlanabilir. Hatırlayalım ki “IŞİD bağlantılı” bir hücre, 22 Haziran’da Şam’da en az 26 Suriyeli Mar Elias Kilisesi’ne Hristiyan’ı öldüren bir intihar bombası saldırısı planladı ve gerçekleştirdi. Irak’ta IŞİD’e taban desteği üreten hataların tekrarlanmaması için merkezi hükümetin desteklenmesi ve Suriye’yi restorasyon sürecinde arkasında durulması gerekir.
Henüz 1. Yılını bile tamamlamamış Şara yönetiminin tüm tecrübesizliğini, egemenlik kurma ve istikrarı sağlama çabasını ideolojik önyargılarla sabote etme, İsrail ve İran dezenformasyonuna katılma yanılgılarına düşmemek gerekiyor.
Suriye’de selefi-cihatçı hareketin parçalanışı, farklı kollara ayrılan siyasi çizginin geçtiğimiz 15 yıl içinde yaşadığı ideolojik değişimi, saha tecrübesinde yaşadığı kırılımlar Türkiye’de kerameti kendinden menkul sözde “Ortadoğu uzmanları”nın, emekli asker ekran yüzlerinin ya da ideolojik-mezhepçi hesaplaşma telaşındaki sosyal medya hesaplarının ilgi alanına girmiyor. Suriye’deki selefi grupların derin ayrımlarından bihaber bu gürültü, 2018-2024 yıllarında İdlib’te nasıl bir tecrübe yaşandı? Bu fenomene dair de dünyada nasıl bir akademik literatür oluştu ondan da habersiz.
Suriye sosyolojisindeki dengeler, toplumsal dinamiklerin ekonomik, tarihi üzerine de ciddi bir çaba sarfetmeden yapılan sözmona değerlendirmeler sadece popülist ve hamasi komplo teorilerini besliyor. Tüm bu gürültünün ve sisin ardında ise Şam’da yeni bir yönetim pratiği ve bitkisel hayattaki bir ülkenin nasıl yeniden hayata döndürülebileceğine dair bir seferberlik havası hakim. Çoğulcu, demokratik bir modelin İslamcılıkla, Kürt siyasetiyle, diğer azınlıkların bölgesel hesaplarıyla uyumlu hale getirilebilmesi Suriye’deyken en çok duyduğum benzetmeyle ifadesini buluyor. Hem umutlu hem temkinli: “Uçurumun kenarından ama doğru yolda gidiyoruz”