Ana SayfaHaberlerBir siyasi rehine: Osman Kavala

Bir siyasi rehine: Osman Kavala

Lehine verilen AİHM kararına karşılık Osman Kavala’nın uzun süreli tutukluluğu devam ediyor. Gelecek Partisi Gelecek Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı yaşanan süreci, olası senaryoları ve Türkiye’nin yapması gerekenleri PolitikYol'a yazdı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2 Şubat 2022’de oy çokluğuyla “tutukluluğu süren Osman Kavala ile ilgili Türkiye’nin yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesi için davanın AİHM’e havale edilmesine karar” vermiştir.[1] Böylece Osman Kavala’nın dört yılı aşan tutukluluk hali, dünya kamuoyu nezdinde bir kez daha gündeme gelmiştir. Bu yazıda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat 2022’de verdiği kararın muhtemel sonuçlarını ele alacağım.

UZUN TUTUKLULUK HALİNİN SÖZLEŞME HUKUKU YÖNÜNDEN ANLAMI

Bir iş insanı ve insan hakları savunucusu olan Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alınmış; 1 Kasım 2017’de Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. ve 312. maddelerini ihlâl ettiği gerekçesiyle tutuklanmış; tutukluluk gerekçesi 328. maddeyi kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Kavala hakkındaki iddianame, tutuklanmasının üzerinden bir yıl dört ay geçtikten sonra 19 Şubat 2019’da hazırlanmış, ilk duruşması ise 24 Haziran 2019’da yapılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 10 Aralık 2019’da Kavala’nın uzun süren tutukluluk halinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesinin 1. fıkrasını ihlâl ettiğine oybirliğiyle, Kavala’nın Anayasa Mahkemesi’ndeki (AYM) başvurusunun süratle sonuçlanmamasının Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrasını ihlâl ettiğine oybirliğiyle karar vermiştir. Nihayet AİHM, bu tutukluluk hali dolayısıyla Türkiye’nin Sözleşmenin kötüye kullanma yasağını düzenleyen 18. maddesini ihlâl ettiğine oy çokluğuyla karar vererek Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına hükmetmiştir. Mahkemenin bu kararı, 11 Mayıs 2020’de kesinleşmiştir.

AİHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrası Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir.” hükmüne yer vermektedir. Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrası ise şöyledir: Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.” AİHS’nin 18. maddesi ise şu hükme yer vermiştir: Anılan hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.”

AİHM’nin 10 Aralık 2019’da verdiği Sözleşmenin ihlâli ve Kavala’nın derhal tahliyesi yönündeki kararı karşısında Türkiye’nin yükümlülüğü, bu kararın icrasını süratle gerçekleştirmektir. Buna rağmen Türkiye’nin ulusal makamları, AİHM’nin Kavala kararının gereğini yerine getirmemiştir. Oysa Sözleşme hukuku içinde taraf devletlerin Sözleşme hükümlerinin ve AİHM kararlarının gereğini yerine getirmemek gibi bir seçeneği yoktur. Nitekim AİHS’nin 46. maddesinin 1. fıkrasında bu husus açıkça düzenlemiştir. Bu hükme göre, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”

Bu hüküm karşısında Türkiye’nin yükümlülüğü, AİHM’nin 10 Aralık 2019’da verdiği, 11 Mayıs 2020’de kesinleşen kararının gereği olarak Kavala’yı derhal serbest bırakmaktır. Türkiye ise bu yükümlülüğünü yerine getirmemekte direnerek 46. maddenin 1. fıkrasını ihlâl etmektedir.

Maddenin 3. fıkrası ise AİHM kararlarının taraf devletlerce icrasında yorumdan kaynaklanan bir güçlük olması halinde izlenecek yöntemi düzenlemektedir. Bu hükme göre, Bakanlar Komitesi, kesinleşen bir kararın infazının denetlenmesinin, söz konusu kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk nedeniyle engellendiği kanaatinde ise, bu yorum konusunda karar vermesi için Mahkeme’ye başvurabilir. Mahkeme’ye başvurma kararı, Komite toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınır.” Ne var ki 11 Mayıs 2020’de kesinleşen Kavala kararında yorumdan kaynaklanan herhangi bir güçlük yoktur.

Gerçekten AİHM, Kavala’nın başvurusu üzerine yaptığı incelemede, kendisine isnat edilen suçları işlediğine dair dosyada yeterli bir delil bulunmadığına, bu nedenle başvurucunun derhal tahliyesine hükmetmiştir (Kavala v. Türkiye, Başvuru no. 28749/18, 10 Aralık 2019, para. 239, 240, Hüküm fıkrasının 7. bendi). Üstelik Mahkeme, tutukluluğu haklı kılacak hiçbir hukukî gerekçenin olmadığı, bu nedenle tutukluluğun hukukî gerekçelerden kaynaklanmadığını da açık olarak beyan etmiştir. Bu açıklamaları takiben AİHM, Kavala’nın gözaltına alınması ve uzun süren tutukluluğu ile sadece onun sesinin kısılmasının amaçlanmadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre bu tedbirler, aynı zamanda, Türkiye’deki diğer insan hakları savunucularının çalışmaları üzerinde caydırıcı bir etkiye sahip olabilecektir. Böylece Sözleşmenin 18. maddesi ihlâl edilmiştir. (Kavala v. Türkiye, Başvuru no. 28749/18, 10 Aralık 2019, para. 232).

Görüldüğü gibi Türkiye, 11 Mayıs 2020’den bu yana AİHS’nin 46. maddesini ihlâl eden bir devlet konumundadır. Bu yüzden Mahkeme kararlarının icrasını denetlemekle yükümlü olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 46. maddenin 4. fıkrasındaki yetkisini kullanarak çeşitli tarihlerde aldığı kararlarla Türkiye’yi AİHM’nin Kavala kararının gereğini yapmaya davet etmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 3 Eylül 2020, 29 Eylül 2020 ve 3 Aralık 2020 tarihli kararlarında Osman Kavala’nın AİHM kararı doğrultusunda derhal serbest bırakılması çağrısında bulunmuştur. Bu kararlardan sonuç alınmaması üzerine Bakanlar Komitesi, 9 Haziran 2021, 16 Eylül 2021 ve 30 Kasım 2021 tarihli toplantılarını takiben Osman Kavala’nın AİHM kararına uygun olarak derhal salıverilmemesi halinde Türkiye hakkında 46. maddenin 4. fıkrasında yer alan Sözleşmeyi ihlâl prosedürünü işleteceğini beyan etmiştir.

Bütün bu uyarılara rağmen Kavala’nın serbest bırakılmaması üzerine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2 Şubat 2022’de Türkiye’nin Sözleşmeyi ihlâl etmekte olduğunu tespit edecek hukukî süreci başlatmıştır. Kısacası bu karar, Türkiye yönünden sürpriz olmayıp Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Sözleşmenin 46. maddesinin 4. fıkrasından kaynaklanan yetkisini kullanmasından ibarettir.

SÜRECİN DEVAMINDA TÜRKİYE’Yİ NELER BEKLİYOR?

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2 Şubat 2022’de Kavala’nın uzun süren tutukluluk hali dolayısıyla Türkiye hakkında verdiği kararla Sözleşmenin 46. maddesinin 4. fıkrasından doğan yetkisini kullanmıştır. Bu hüküm şöyledir: “Bakanlar Komitesi, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde ise, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, Komite toplantılarına katılmaya yetkili temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir kararla, ilgili Taraf’ın 1. fikrada öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkeme’ye intikal ettirebilir.”

Yukarıda değindiğimiz gibi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’yi çeşitli tarihlerde AİHM kararının gereğini yerine getirmeye böylece Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya davet etmiştir. Ne var ki Komite, bu çağrılarından bir sonuç alamamıştır. Böylece Bakanlar Komitesi, son çare olarak, Türkiye’nin 46. maddedeki yükümlülüğünü yerine getirmediğinin tespiti için AİHM’ye başvurma kararı almıştır. Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat 2022’de verdiği karar, bu başvuruyu harekete geçirecektir.

AİHM, HANGİ YÖNDE KARAR VEREBİLİR?

AİHM bu başvuruyu takiben Sözleşmenin 46. maddesinin 5. fıkrası çerçevesinde karar verecektir. 5. fıkra şöyledir: Mahkeme 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit ederse, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne gönderir. Mahkeme, eğer 1. fıkranın ihlal edilmediğini saptarsa, davayı, incelemesine son verecek kararı alması için Bakanlar Komitesi’ne iletir.”

Görüldüğü gibi bu hüküm, iki olasılığa yer vermektedir. Bunlardan biri, 46. maddenin ilk fıkrasının ihlâl edildiğinin tespiti şeklindedir. Eğer Türkiye, AİHM Büyük Dairesi’nin konuyu ele alacağı tarihe kadar Kavala’yı serbest bırakmazsa bu olasılık gerçekleşecek böylece Türkiye’nin 46. maddenin 1. fıkrasını ihlâl ettiği kararı, Bakanlar Komitesi’ne sunulacaktır. Bakanlar Komitesi bu kararı takiben Avrupa Konseyi Statüsünün 8. maddesi gereğince Türkiye hakkında uygulayacağı müeyyideye karar verecektir. Bu madde şöyledir: 3. madde hükümlerini ciddi biçimde çiğneyen herhangi bir Konsey üyesinin temsil hakları askıya alınabilir ve Bakanlar Komitesi tarafından 7. madde hükümlerine göre çekilmesi istenebilir. Böyle bir üye bu isteğe uymazsa Komite, belirleyebileceği bir tarihten başlayarak bu üyenin Konsey üyeliğinin sona erdiğine karar verebilir.”

AİHM kararının gereğini yerine getirmeye böylece Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya davet etmiştir. Ne var ki Komite, bu çağrılarından bir sonuç alamamıştır.

Bu maddenin atıfta bulunduğu 3. madde ise şöyledir: Avrupa Konseyinin her üyesi, hukukun üstünlüğü ilkesiyle yargı yetkisi içindeki herkesin insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanması ilkesini kabul eder ve 1. Bölümde belirlenen Konsey amacının gerçekleşmesinde içten ve etkin bir biçimde işbirliği yapmayı üstlenir.”

46. maddenin 5. fıkrasında yer alan diğer olasılık ise taraf devletin AİHM kararlarının gereğini yerine getirdiğinin tespiti şeklindedir. Eğer Türkiye, konu Büyük Daire’de görüşülmeden önce Kavala’yı serbest bırakırsa AİHM, Türkiye’nin 46. maddenin 1. fıkrasını ihlâl etmediğine hükmedecektir.

Evvelce benzer bir süreç, Azerbaycan’da Ilgar Mammadov’un tutukluluğu dolayısıyla yaşanmış ve Azerbaycan, konu Büyük Daire’de görüşülmeden önce Mammadov’u serbest bırakarak Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması veya Konsey’den ihraç gibi müeyyidelerle karşılaşmamıştır. Türkiye’nin de tıpkı Azerbaycan örneğinde olduğu gibi Büyük Daire’nin kararı öncesinde AİHM’nin 10 Aralık 2019 tarihli kararının gereğini yerine getirerek Osman Kavala’yı serbest bırakması, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarının önemine inanan iç ve dış kamuoyunun en önemli beklentisidir. Bu yönde verilecek bir karar, Türkiye’nin AİHS’den kaynaklanan yükümlülüklerini gecikerek de olsa yerine getirdiğini gösterecek böylece Türkiye’nin dünya kamuoyu nezdindeki itibarı korunmuş olacaktır.

KAVALA’NIN TAHLİYESİ, ANAYASA HÜKÜMLERİMİZİN DE GEREĞİ OLACAKTIR

Önceki yazılarımda açıkladığım gibi[2], Osman Kavala’nın tutukluluğu, sadece AİHS hükümleri ve AİHM kararlarını ihlâl etmemekte, bu tutukluluk hali, aynı zamanda Anayasamızın çeşitli hükümleriyle de çelişmektedir. Bu nedenle Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını sağlayacak bir karar, Anayasamızın insan haklarına saygılı hukuk devleti kavramlarına yer veren 2. maddesinin, kişinin hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 19. maddesinin, adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinin, yargılamaların mümkün olan süratle tamamlanmasını emreden 141. maddesinin de gereğidir. Kısacası Osman Kavala’nın tahliyesi, sadece taraf olduğumuz uluslararası hukuk kurallarının değil, aynı zamanda Anayasamızın da emredici düzenlemelerinin sonucu olacaktır.

TARİHÎ GERÇEKLER DE KAVALA’NIN TAHLİYESİNİ KAÇINILMAZ KILMAKTADIR

AİHM kararının gereği olarak Osman Kavala’nın serbest bırakılması, Türkiye’yi yöneten siyasî kadroların yıllardan beri tekrarladıkları siyasî tezleriyle de uyumlu olacaktır. Bu kadroların her vesileyle Demokrat Partili Adnan Menderes’in ve Anavatan Partili Turgut Özal’ın takipçisi olduklarını beyan ettikleri bilinmektedir. Türkiye, AİHS’yi Adnan Menderes’in Başbakan olduğu 4 Kasım 1950’de imzalamış gene Menderes’in Başbakanlığı döneminde, 1954’te onaylamıştır. AİHM’ye bireysel başvuru hakkı 1987’de, AİHM kararlarının bağlayıcılığı ise 1989’da Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde kabul edilmiştir.

Dahası Türkiye’nin taraf olduğu usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunların üzerinde olmasını sağlayan 2004 Anayasa değişikliğinin öncüsü, Adalet ve Kalkınma Partisi olmuştur. Bütün bu tarihî gerçekler, bugün Türkiye’yi yöneten kadrolara sadece hukukî değil, aynı zamanda siyasî ve ahlâkî bir mesuliyet de yüklemektedir. Bu mesuliyet, ancak AİHM kararının gereği olarak Osman Kavala’nın serbest bırakılmasıyla yerine getirilecektir.

Dışişleri Bakanlığı sitesinde yer alan resmî açıklamalar da hükümetin bu yöndeki siyasî ve ahlâkî mesuliyetin bilincinde olduğunu göstermektedir. Bu sitede İnsan Hakları sayfasında Avrupa Konseyi alt başlığında Türkiye’nin Konsey’le olan işbirliğinin tarihî kökleri ve gelişim sürecine yer verilerek AİHS ile AİHM kararlarının iç hukukumuzun bir parçası olduğuna değinilmiştir. Nihayet 2 Mart 2021’de Sayın Cumhurbaşkanının kamuoyuna açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı da Türkiye’yi yöneten kadroların insan hakları ve hukukun üstünlüğünün korunmasında ne yapmaları gerektiğinin bilincinde olduklarını ortaya koymaktadır. Bu metinde kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının korunması, tutuklama kararlarının sınırlanması konusunda çeşitli hedeflere yer verilmiştir.[3]

Bütün bu açıklamalar, Türkiye’yi yöneten kadroların duygusallıkla değil, rasyonel olarak hareket etmeleri gerektiğini göstermektedir. Bu açıklamalar aynı zamanda, bu kadroların Anayasamızın ve uluslararası hukukun gereği olarak Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını sağlayacak adımları atmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu yöndeki adımların sadece hukukî bir yükümlülük olmadığı, aynı zamanda tarihî, siyasî ve ahlâkî bir sorumluluğun yerine getirilmesi anlamını taşıyacağı da unutulmamalıdır.

PolitikYol, 6 Şubat 2022.

https://www.politikyol.com/bir-siyasi-rehine-osman-kavala/

- Advertisment -