Ana SayfaHaberlerCumhuriyet nasıl ilan edilmişti?: “Cumhurbaşkanı seçildiğinde 42 yaşındaydı, kısa bir teşekkür konuşması...

Cumhuriyet nasıl ilan edilmişti?: “Cumhurbaşkanı seçildiğinde 42 yaşındaydı, kısa bir teşekkür konuşması yaptı, çünkü dişleri çok ağrıyordu”

Cumhuriyet 100 yaşında. Peki, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet nasıl ilan edilmişti. İpek Çalışlar, “Mustafa Kemal Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı” kitabında öncesi ve sonrası ile Cumhuriyet tartışmasını yazmıştı: “Latife, sözüne değer verilen isimlerin nabzını yokladı. Eski Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal’i köşke davet etti, cumhurbaşkanlığı konusunu açtı. “Nasıl kabul eder millet bunu? Cumhurreisliğini hoş görür mü?” diye sordu. Yusuf Kemal onu rahatlattı. “Hiçbir mahzur yoktur. Unvan değişti, başka bir şey yok” dedi. Görüşmenin sonuna doğru yanlarına gelen Gazi de sohbete katıldı. “Yok canım benden vazgeçin, ben başvekil olayım da çalışayım. Mücadele edeyim. Fevzi Paşa’yı cumhurreisi yapalım...” diye itiraz etti. Yusuf Kemal Bey “Hayalatla uğraşmayalım paşam” cevabını verdi. Ağır nezle olan Mustafa Kemal’e, berbat bir diş ağrısı musallat olmuştu. Büyük bir gayretle kalktı giyindi, İstiklal Madalyası’nı taktı, öğleden sonra Meclis’e geldi ve kürsüye çıktı…Anayasa değişikliği için gerekli kanun teklifinin hazırlığı uzayınca Mustafa Kemal’in neşesi kaçtı: “Canım arkadaşlar niçin bu kadar uzatıyorlar?”” Mustafa Kemal yüz elli sekiz oyla cumhurbaşkanı seçildi. Kırk iki yaşındaydı. Muhafız taburu erleri öbek öbek şenlik ateşleri yakmışlar, neşe ile silah atarlarken, Mustafa Kemal çok kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Sorun dişleriydi. Hepsi iltihap yapmış onu acıdan öldürmekteydiler. Yıllar sonra neden kısa konuştuğunu anlatırken “Dişlerim çok ağrıyordu” diyecekti.”

Mustafa Kemal, 22 Eylül’de Avusturya’da yayımlanan Neue Freie Presse gazetesi muhabiri Hans Lazar’a cumhuriyet ilanına dair bir mülakat verdi. Sözleri, 27 Eylül tarihli Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Anayasada değişiklik yapılacağını vurgulamış, “Netice itibariyle reis-i cumhurdan, reis-i hükümetten ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükümet teşkil edeceğiz” demişti. Anayasayı değiştirip cumhuriyeti ilan etmek niyetinde olduğu hissediliyordu.2

Demeç köşe yazarlarını hareketlendirdi. “İdare şekli zaten cumhuriyet” diyorlardı.

Reisicumhurluğa uygun aday Mustafa Kemal’dir diyenler kalabalıktı. Tartışma özgürlük içinde sürüyor, Mustafa Kemal’in meclis ve fırka yönetiminden çekilmesini savunanlar da çıkıyordu.

Padişahlığın son bulmasından bu yana devletin başkanı yoktu, nasıl seçileceği de belli değildi.

“Gazi Paşa tek adam olmaya gidiyor, bizi tasfiye mi edecek?” sorusu öne çıkıyordu. Milli Mücadele’nin yükünü taşıyan önemli isimler zaferle birlikte, dışlanmışlardı. Mustafa Kemal de onların gizli bir muhalif hizip oluşturduklarını düşünüyordu.

Latife, sözüne değer verilen isimlerin nabzını yokladı. Eski Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal’i köşke davet etti, cumhurbaşkanlığı konusunu açtı. “Nasıl kabul eder millet bunu? Cumhurreisliğini hoş görür mü?” diye sordu. Yusuf Kemal onu rahatlattı. “Hiçbir mahzur yoktur. Unvan değişti, başka bir şey yok” dedi. Zaten ne zamandan beri cumhurreisi değil miydi!

Görüşmenin sonuna doğru yanlarına gelen Gazi de sohbete katıldı. “Yok canım benden vazgeçin, ben başvekil olayım da çalışayım. Mücadele edeyim. Fevzi Paşa’yı cumhurreisi yapalım…” diye itiraz etti. Yusuf Kemal Bey “Hayalatla uğraşmayalım paşam” cevabını verdi.

Cumhurreisliği yeni bir anayasa gerektiriyordu. 24 Eylül günü, gazeteler Halk Fırkası’nda anayasa görüşmelerine başlanacağını haber verdiler. İstanbul basını tedirgin, Ankara basını sessizdi.

26 Eylül günü ABD’nin İstanbul Komiseri Amiral Bristol, ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda şöyle diyordu: Anayasa değişiklikleri haftaya hazır olacak. Türkiye’de cumhuriyet ilan edilecek. Hükümet halife karşısında tam bağımsız olacak.

Yılların gazetecisi Hüseyin Cahid tasarının meclise sunulmadan önce kamuoyu önünde tartışılmasını istiyordu. 3 Ekim tarihli Tanin’e göre, komisyon Amerikan sistemine taraftardı.

Tevhid-i Efkâr gazetesi sahibi Velid Ebüzziya, vazgeçelim şu cumhuri- yetten de millet huzur bulsun noktasına kadar gelmişti. Tartışma huzur kaçırıcı bir hal almıştı.

İstanbul 6 Ekim’de işgalden kurtulmuş, halife İstanbul’da sarayda yaşamaya devam ediyordu. İki başlılık kalksın diye 13 Ekim’de Ankara başkent ilan edildi. İstanbul basını Ankara’nın başkent olmasına da öfkelenmişti.

14 Ekim günü Anadolu Ajansı, Ankara’da istasyon binasında Mustafa Kemal’in de katıldığı anayasa komisyonu toplantısında bazı maddeleri saptadığını duyurdu.

Bu haber üzerine muhalif Tevhid-i Efkâr imzasız bir yazıyla durumu alaya aldı:

“Bizim bildiğimiz cumhuriyet, istasyon binalarında değil millet meclislerinde doğar. İstasyon binasından ise olsa olsa tren çıkar. Fakat Ağaoğlu Ahmed ve Ziya Gökalp Bey gibi üstatlar maşaallah kendilerine pek güvenirler. Onlara ısmarlanınca, istasyondan cumhuriyet, kanun-ı esasi, Millet Meclisi’nden de ekspres treni çıkarmaları işten bile değildir.”

Yazının devamında “tek muhalif mebus seçtirmemek gayreti beyhude imiş” deniliyordu. Parti içinde muhalefet başlamıştı.

20 Ekim 1923 tarihinde Amiral Bristol, “Değişiklik önerisi hazır. Cumhurbaşkanı aynı zamanda meclis başkanı olacak” bilgisiyle şu notu iletti: “Son üç haftadır, Ziya Gökalp, Ağaoğlu Ahmed, Yunus Nadi ve Seyid Bey’den oluşan Halk Fırkası komisyonu anayasa için çalışıyor. Kemal Paşa komisyonun başına geçti.”

Muhalif rüzgâr sert esiyordu. Andrew Mango, “Mustafa Kemal’in, Meclis Anayasa Komisyonu’nun ağır ağır ilerleyen görüşmelerini bekleyecek sabrı yoktu” diyor.

Mustafa Kemal o kritik haftada düşündüklerini ve gerçekleştirdiklerini Nutuk’ta açık yüreklilikle anlatmıştı:

“Mecliste, Fethi Bey’in başkanlığındaki hükûmete ve özellikle Fethi Bey’in şahsına karşı sataşmalar ve tenkitler başladı. Anlaşıldığına göre, milletvekillerinde bakan olma istek ve hevesi çoğalmıştı. İşbaşında bu- lunan bakanları beğenmiyorlardı.

(…)

Muhalefete geçecekleri sezilen milletvekillerinin meclis çoğunluğunu aldatarak hükümete ve meclise karşı hâkim bir duruma geçmek maksa- dını güttükleri anlaşılıyordu.

Fethi Bey, dikkatini ve çalışma gücünü hükûmet başkanlığı görevin- de yoğunlaştırabilmek için İçişleri Bakanlığı’ndan istifa etti. Aynı tarihte, Ali Fuad Paşa’nın çekilmesi ile meclis ikinci başkanlığı da boşaldı (24 Ekim 1923).

Bizimle görüşte ve yapılan çalışmalarda uzlaşma ve işbirliği aramayı gerekli bulmaksızın bağımsız ve gizli çalışan bir grup belirdi. Bu grup, iyi niyetli ve hakkı tutar gibi görünerek bütün parti üyelerini kendi görüşlerine çekmekte başarılı olmaya başladı. Örnek olarak, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı’na Erzincan milletvekili bulunan Sabit Bey’in, meclis ikinci başkanlığına da İstanbul’da bulunan Rauf Bey’in meclisce seçilmesini karar altına aldırdı (25 Ekim 1923).

Oysa, ben, Sabit Bey’in İçişleri Bakanı olmasını uygun görmemiştim. Sabit Bey’in bazı illerin valiliklerinde bulunmuş olmasını, yeni Türkiye’nin yeni şartlara bağlı iç işlerini idare edebileceğine yeterli bir delil sayamıyordum.

Rauf Bey’in de meclis ikinci başkanlığına seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünku Rauf Bey, daha dün hükûmet başkanı idi. O makamı, ne gibi duyguların etkisinde kalarak hareket ettiği için terke mecbur edildiği bilinmekteydi. Buna rağmen, onu meclisin ikinci başkanlığına getirmekle, bütün meclisin onunla aynı görüşte olduğunu yani bütün meclisin, Lozan Barış Antlaşması’nı yapan ve hükûmette dışişleri bakanı olarak bulunan İsmet Paşa’nın aleyhine olduğunu göstermek maksadı güdülüyordu.

Efendiler, yeni meclis, ilk döneminde, gizli bir muhalefet grubunun tuzağına düşme durumuyla karşı karşıya kaldı. Fethi Bey ve arkadaşları, hükûmet işlerini sükûnetle yürütemeyecek bir duruma getirildi. (…) Kötülük, hükûmetin meclisce seçilmesinden ileri geliyordu. Bu gerçeği çoktan görmüştüm.

Ben, mecliste, gizli ve muhalif bir grubun bulunduğunu fark ettikten, meclis çalışmalarında duyguların hâkim duruma geçtiğini gördükten ve Bakanlar Kurulu’nun çalışma düzeninin her gün olur olmaz birtakım sebeplerle altüst edilmekte olduğuna kanaat getirdikten sonra, uygulanması için sırasını beklediğim bir düşüncenin uygulanma anının geldiğine hük- metmiştim. Bunu itiraf etmeliyim. Buna göre, şimdi vereceğim bilgileri ve yapacağım açıklamaları anlamak daha kolay olacaktır.

Efendiler, Halk Partisi’nin Rauf Bey’i kendisi toplantıda buIunmadığı halde meclis ikinci başkanlığına, Sabit Bey’i de İçişleri Bakanlığı’na aday seçtiği tarih 25 Ekim 1923 Perşembe günüdür. Aynı gün ve ertesi Cuma günü hükûmet üyeleri Çankaya’da benim başkanlığımda toplandı.

Gerek hükûmet başkanı Fethi Bey’in ve gerek diğer bakanların istifa etmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğunu bildirdim. Mec- lisce yeni hükûmet seçildiğinde, şimdiki hükûmette bulunan üyelerden yeniden seçilenler olursa, onlar bu seçimden sonra da istifa ederek yeni hükûmete katılmayacaklardır, esasını da kabul ettik. Yalnız o zamanlar, bakanlar gibi seçilen ve kabineye dahil bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu kararın dışında bırakıldı. Çünkü ordu yönetim ve komu- tasının rastgele birisine verilmesi doğru görülmedi.

Efendiler, bu türlü hareketin ve alınan kararın nasıl bir maksada da- yandığı incelenirse, şu sonuca varılır: İhtiraslı grubu, hükûmet kurmakta tamamen serbest bırakıyoruz. Şimdiki kabinede bulunan bakanlardan hiçbiri katılmaksızın, tamamen istedikleri kimselerden oluşan, istedikleri gibi bir kabine kurarak memleket mukadderatına hâkim oImalarında bir sakınca görmüyoruz. Fakat ne hükûmet kurmaya ve ne de kursalar bile memleketi yönetme iktidarı göstereceklerine emin bulunuyoruz.

Meclisi aldatmaya çalışan ihtiraslı grup, şu veya bu tarzda bir hükûmet kurmayı başarabildiği takdirde, bir müddet bu hükûmetin idare şeklini ve idaredeki iktidarını takip etmenin ve hattâ ona yardımcı olmanın doğru olacağını düşündük. Fakat bu şekilde kurulacak bir hükûmet, memleket yönetiminde ve yeni gayelerimizi gerçekleştirmekte beceriksizlik gösterir ve başka maksatlara yönelirse, bunu mecliste açıklayarak, meclisi ay- dınlatma yolunu tercih ettik. Hükûmet kurmayı başaramadıkları takdirde, doğacak karışıklığın meclisi uyandıracağı tabiî idi. Bunalım ve karışıklığın devamına seyirci kalınamayacağından, işte o zaman, bizzat müdahale ederek ve tasarladığım şekli açıkça ortaya koyarak işi kökünden halle- debileceğimi düşünmüştüm.”

28 Ekim günü Mustafa Kemal parti adına hazırlanan hükümet listesinden endişeliydi. İstanbul basının muhalifleri öne çıkaran haberlerine de öfkelenmişti. Meclis’ten ayrılırken Kemaleddin Sami ve Halid Paşa- ların kendisini beklediklerini görünce evine yemeğe davet etti. Kâzım Paşa [Özalp], İsmet Paşa ve Fethi Bey’den Çankaya’ya akşam yemeğine gelmelerini istedi. Ruşen Eşref ve Rize milletvekili Fuad Bey de davetliler arasındaydı.

Bu önemli geceye Çankaya Köşkü ev sahipliği yapamadı. Köşk tamirata alındığı için Gazi ile eşi bahçedeki, küçük eve taşınmışlardı. Cumhuriyet ilanı öncesindeki tarihi toplantı sonradan yanan tek katlı küçücük bir evin, yarısı salon yarısı da yemek odası olarak kullanılan girişinde yapılacaktı.

Bu ayrıntıyı o gece toplantıya katılan Ruşen Eşref’ten öğreniyoruz.

Nutuk’ta Mustafa Kemal, o geceyi anlatmıştı:

“Bir yemek esnasında, “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal fikrime katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren nasıl hareket edileceği hakkında kısa bir program yaptım ve arkadaşları vazifelendirdim. Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz. O gece birlikte bulunduğumuz arkadaşlar erkenden benden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da misafirdi.”

Mustafa Kemal, Latife’den İsmet Paşa için oda hazırlanmasını rica etti. Sabaha kadar çalışacaklar, kanun tasarısını hazırlayacaklardı.

29 Ekim sabah saat ona doğru üyeler oturuma çağrıldı. Parti grup toplantısını, hükümet başkanlığından istifa eden Ali Fethi açtı. Başkan çana dokundu; oturum başladı. Kürsüye birbiri ardına hatipler çıktı.

Mırıltılar artmıştı. Mustafa Kemal Paşa neden meclise gelmedi, onu da bir dinleyelim, diyorlardı.

Ağır nezle olan Mustafa Kemal’e, berbat bir diş ağrısı musallat olmuştu. Büyük bir gayretle kalktı giyindi, İstiklal Madalyası’nı taktı, öğleden sonra Meclis’e geldi ve kürsüye çıktı. Salonun sessizliğinde söze başladı. Uzun konuşmadı. Meseleyi bir saat kadar inceledikten sonra düşüncelerini umumi heyete bildirecekti. Bir saat sonra da teklifini üç dört kısa cümlede açıkladı.

Teklifi yetkili encümenlerce maddeler haline getirilecek, açık celsede meclisin huzuruna sunulacaktı.

Anayasa değişikliği için gerekli kanun teklifinin hazırlığı uzayınca Mustafa Kemal’in neşesi kaçtı:

“Canım arkadaşlar niçin bu kadar uzatıyorlar?”

Yakın dostu Süreyya Bey [Yiğit] bu bekleyişi şöyle anlatmıştı:

“Her nedense, müzakereler biraz uzunca sürmüş olacak ki bu sırada beni dışarıdan çağırdılar. İsteyen Ata’mız imiş. Kendisini biraz heyecanlı gördüm. Bana şu iki maddelik kanunu neden çıkarmadığımızı soruyordu.

Kendilerini teskin ettim. Hiçbir arkadaşın yasaya karşı olmadığını ve az zamanda yasanın çıkacağını söyleyerek yanından ayrıldım.

Encümene gittiğim zaman konuşmalar devam ediyordu. Bu sıra sevgili Atatürk beni yine çağırttı. Yanına gittiğimde fazlaca telaşlı ve üzüntülü buldum. Bana, “Canım arkadaşlar niçin bu kadar uzatıyorlar, geç kaldık, halk işitmiş, sokaklarda, meclisin önünde bekleyip duruyorlar. Cumhuriyet ilan edilecek, toplar atılacak. Çabuk bitiriniz” diyordu.

Kendilerine, “Mazbatanın tanzimi üzerinde çalışılıyor, beş on dakikaya kadar imzalanıp meclise verilecektir,’ dedim. Rahatladı.

Latife, kız kardeşleri ile birlikte Meclis’teydi. Meclis’in boyasız tavanı boyanmış, asma petrol lambaları yerine elektrikli avize yakılmıştı. Millet bahçesinde toplaşanların çoğu dinleyici sıralarındaydı.

Sonunda teklif, Meclis’e sunuldu. Akşam saat 18:00’de açık celseye geçildi. Meclis’in yarıdan fazlası tatildeydi. Oturumu ikinci başkanvekili İsmet [Eker] Bey yönetiyordu. Kâtipler Haydar Rüşdü ile Ruşen Eşref idi. Meclis zabıtlarına göre, o gün görüşmeler gayet alakasız bir konu ile baş- ladı, deniz hukuku konuşuldu, yatılı mekteplerdeki memur çocuklarına indirim yapılması ele alındı; sağlık ve sıtma sorunu görüşüldü, Vekil Rıza Nur’un istifası ele alındı.

Reis teklifi okudu ve acilen müzakereye alınmasını istedi, kabul edilmişti. Değişiklik önerileri okundu. Bir numaralı madde “… Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir”; İkinci Madde “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır, resmi dili Türkçedir” biçiminde formüle edilmişti. Cumhuriyet ilan edilirken resmi dil ve devlet dini de madde olarak anayasaya eklenecekti.

Şükrü Hanioğlu, “ilk defa bir Müslüman toplum cumhuriyet ilan ediyordu” diyor. Osmanlı’da cumhuriyetçiliğin din karşıtı bir kavram olduğunu hatırlatan Hanioğlu, anayasaya “Devletin dini, din-i İslamdır” maddesinin de bu nedenle düşünüldüğünü belirtiyor.

Anayasada yapılacak bir başka önemli değişiklik daha vardı. Hükümeti oluşturacak vekiller artık Meclis tarafından değil, cumhurreisi tarafından görevlendirilen başvekil tarafından seçilecekti.

Mete Tunçay, hükümet bunalımını Mustafa Kemal’in çıkarttığını, bakanların tek tek Meclis tarafından seçilme uygulamasına son vermekle bir sorunu çözerken cumhuriyetin ilanını da sağladığını yazıyor.

Cumhuriyet saat 20:30’da ilan edildi

Encümen adına Yunus Nadi söz istedi. TBMM’ye vücut veren gücün Türk milleti olduğunu vurguladı. Hükümet şekli cumhuriyet olunca, bu unvana layık bir zat seçilecek, o da reisicumhur olacaktı. Anayasa değişikliği oylandı. Şair Mehmed Emin [Yurdakul] konuşmasıyla meclisi coşturmuştu. Saat 20:30’da cumhuriyet ilan edildi.

Mustafa Kemal yüz elli sekiz oyla cumhurbaşkanı seçildi. Kırk iki yaşındaydı.

İsmet Paşa’yı ilk başvekili olarak görevlendirdi.

Muhafız taburu erleri öbek öbek şenlik ateşleri yakmışlar, neşe ile silah atarlarken, Mustafa Kemal çok kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Sorun dişleriydi. Hepsi iltihap yapmış onu acıdan öldürmekteydiler. Yıllar sonra neden kısa konuştuğunu anlatırken “Dişlerim çok ağrıyordu” diyecekti.

Latife’nin kız kardeşi Vecihe İlmen, “Hastalığına rağmen cumhurbaşkanı seçildikten sonra çok güzel bir konuşma yaptı. Biz bütün ev halkı onun durumunu bildiğimiz için çok heyecanlanmıştık” diyor.

Genç meclis muhabiri Enver Behnan Şapolyo, o günü şöyle aktarıyor:

“Ekim ayının yirmi dokuzuncu Pazartesi sabahı idi. Güneşli bir hava. Samanpazarı ve Karaoğlan’dan insanlar sel gibi meclise doğru akıyordu. Kalpaklı, başlıklı, fesli erkekler ve kadınlar, meclisin karşısındaki Millet Bahçesi’nde toplanmışlardı. Güneş battı. Karanlık bastı. Buna rağmen halk dağılmıyordu. Meclis’in dar kapısından bir milletvekili çıktı. Orada bulunan gazeteciler, hepimiz millet- vekilinin etrafını çevirdik. ‘Şu dakika içerde pek mutlu ve tarihsel kararlar veriliyor’ dedi.”

Cumhuriyetin ilanı Ankara halkına, Meclis Muhafız Bölüğü’nden bir manga askerin meclisin yanındaki bahçeden havaya ateş etmesi ile duyuruldu. Daha sonra bütün illere yıldırım telgraflar gönderildi ve coş- kulu bir kutlama için harekete geçildi.

Meclis tutanak dergisinde, reisicumhur seçiminin ardından yüz bir pare top atılmasına dair de bir karar görünüyor.

30 Ekim akşamı Çankaya’da büyük bir yemek verildi. İsmet, Fevzi, Kâzım [Özalp] paşalar eşleriyle birlikte geldiler. Kutlama yemeğine, içki içiliyor diye Çankaya sofrasından uzak duran Mevhibe Hanım da katılmıştı. Yemek büyük bir neşe içinde başladı. Rukiye ve Vecihe gecenin mükemmel olması için koşuşturdular. Latife misafirlerini coşkuyla ağırladı.

Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’yi örgütlemek için birlikte yola çıktığı arkadaşları, Rauf Bey ile Refet, Ali Fuad ve Karabekir Paşalar cumhuri- yet ilanında Ankara’da değillerdi. Üstelik kendilerine danışılmamış, ne düşündükleri sorulmamıştı. 30 Ekim sabahı, Trabzon’da bulunan Kâzım Karabekir, cumhuriyetin ilanını vilayete gönderilen bir telgraftan, İstan- bul’da bulunanlar da top seslerinden öğrendi.

Dönem gazetelerini inceleyen Hasan Türker, ilk gün Tevhid-i Efkâr dışında basının tavrının olumlu olduğunu söylüyor. Ancak Tevhid-i Ef- kâr’ın başlattığı muhalefet birkaç gün içinde Tanin ve Vatan’ı etkilemişti.

Bazı İstanbul gazeteleri bir sabah cumhuriyet idaresine uyandıkları için öfkeliydiler. Eleştirilerde Velid Ebüzziya, Hüseyin Cahid ve Ahmed Emin başı çekmekteydi.

Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal’e destek veren Velid Ebüzziya, “Efendiler, Acele Ediyorsunuz” diyordu. Cumhuriyetin ilanı nedeniyle hayretler içindeydi. “Herkesin kafasını cumhuriyet diye şişiren” Ahmed Ağaoğlu ile Celal Nuri İleri’ye çatıyordu.

Biz İstanbul gazetecileri ne kafasız adamlarmışız. Onlar cumhuriyeti çoktan kurmuşlar işletmişler de bizim zerre kadar haberimiz olmamış. (…) o kadar muvaffak oldular ki zavallı Anadolu Ajansı bile, bu emsalsiz ve tepeden inme cumhuriyet ilanına şaşakaldı.

31 Aralık günü Hüseyin Cahid, “Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve şehrayin ile yaşamaz. Onu yaşatmak ister. (…) Cumhuriyet tılsım değildir. Millet Meclisi’nde bir efsun yapıldı bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir” diye yazıyordu.

Rauf Bey’in cumhuriyetin bir günde ilan edilmesini bir emrivaki gibi gördüğü ve endişeli olduğu şeklindeki haber ortamı gerdi. O da tartış- maya son verilmesi dileğiyle “Ben hassaten memnunum” şeklinde bir açıklama yaptı.

Tartışmayı aşırı sertleştiren Yunus Nadi’nin yazısıydı. “İstanbul’da bu karardan memnun olmayanlar bulunduğunu biliriz. Onlar er geç sarayları kafalarına geçirilecek mahlukat ile yardakçılarıdır” diyordu.

Hüseyin Cahid, padişahlara bile verilmeyen yetkinin anayasanın 12. maddesi ile Mustafa Kemal’e verildiğini başvekilin cumhurreisi tarafından seçilmesi, başvekil tarafından kurulacak vekiller heyetinin de yine cumhurreisi tarafından onaylanması Ankara basınının sarhoş naraları attığını yazacaktı.

Ahmed Emin de aynı düşüncedeydi: “Cumhuriyet şeklini hoş görme- yecek kimse yoktur. Bütün endişeler hâkimiyeti milliye ruhunun mahfuz kalıp kalmayacağına ve işlerimizin serbest münakaşa tarikiyle görülüp görülmeyeceğine aittir.”

Mustafa Kemal Nutuk’ta şöyle demişti:

Efendiler, görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü, onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara’da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücen- me ve bizden ayrılma sebebi saydılar.

Mustafa Kemal’i destekleyen İleri gazetesi, “Zehirli makaleler huzur ve asayişi ihlal ederse hükümet oraya bir İstiklal Mahkemesi göndermeye mecbur olur” şeklinde bir tehdit savurdu. Ardından da hükümeti hoşgörü politikasını terk etmeye çağırdı. Dört gazetenin adını veriyor, “zehirli tenkitler”de bulunduklarını, “kaydırılmış, kaptırılmış kalemlerin” meşruiyet dairesinde susturulması gerektiğini savunuyordu.

Ahmed Emin’in yazdığına göre, Ankara kendisinden farklı düşünmeyi kabul etmiyor, bu da serbest tartışma ortamını yok ediyordu. Hüseyin Cahid, “Diktatörlükten korkuyoruz. Diktatörlüğe doğru yürünmekte ol- masından korkuyoruz” sözleriyle ona katılmıştı.

İstanbul basınını tehdit eden iki ünlü gazeteci Yunus Nadi ile Celal Nuri gazeteci kimliklerinin yanı sıra mebustular. İkisi de Anayasa Komisyonu’nda idiler.

Matbuat Umum Müdürü Zekeriya [Sertel] İsmet Paşa’ya, İstanbul basınının saldırılarını durduracak bir yol önerdi. Amerika cumhurbaşkanı gibi her hafta bir toplantı ile basın aydınlatılabilirdi. Ancak İsmet Paşa bu fikre sıcak bakmadı.

İstanbul gazeteleri, basına sansür konacak diye haberler yapıyordu. Dedikoduları durdurmak isteyen Zekeriya Bey Anadolu Ajansı aracılığıyla sansür iddiasını tekzip etti: “Türkiye Cumhuriyeti en müşkül dakikalarında bile hürriyet-i matbuata tamamen riayet etmiştir. (…) Türkiye Cumhuriyeti hürriyet-i matbuata hürmetkârdır ve hürmetkâr kalacaktır” şeklinde bir açıklama yaptı.

Ertesi sabah İçişleri Bakanı Ferid Bey, Matbuat Umum Müdürü’ne, “Sen gene ne yapmışsın Zekeriya?” demişti.

“Ne yapmışım?”

“Hükümetin basına sansür koymayı düşünmediği hakkında bir bildiri yayınlamışsın.”

İstifa etmek üzere müdürlüğe geri döndüğünde ona arkadaşları bekle dediler. Bekledi, iki gün içinde görevinden alındı.

Mustafa Kemal, Kasım ayında peş peşe iki göğüs ağrısı geçirdi. Dr. Neşet Ömer Bey gelmiş, endişeye gerek yok demişti.

Utkan Kocatürk’ün kronolojisine göre ilkinin tarihi 11 Kasım’dı. Latife İstanbul’da idi.

Yaver Salih, Latife Hanım’ın Ankara’ya dönmek isteğini reisicumhura iletmiş, Latife 14 Kasım Çarşamba günü kalkan trenle geri dönmüştü.

Mustafa Kemal başlangıçta çok dikkat ediyor, Latife’nin sözünden hiç çıkmıyordu. Çünkü ölümden döndüğünü düşünüyordu.

Dış basın Mustafa Kemal’in hastalığına büyük ilgi gösterdi. Mustafa Kemal sağlığına kavuştuktan günler sonra, 23 Aralık’ta New York Times gazetesi, “Kemal’in dul eşi Türkiye’yi yönetebilir” başlığıyla bir yoruma yer verdi. Frederick Cunliffe-Owen imzalı haberin özetlenmiş içeriği şöyle:

“Ağır bir kalp krizi geçiren Mustafa Kemal Paşa iki aydır rahatsız. Bütün görevleri üzerinde topladığı için ölümü halinde neler olacağı kestirilemiyor. Ulusal ya da uluslararası çapta ikinci bir isim yok. Elbette Lozan delegesi olarak tanınan İsmet Paşa, Başbakan Fethi Bey ya da Balkan Savaşları’nın donanma kahramanı olarak tanınan Rauf Bey’in yönetime gelebileceği düşünülebilir. Ancak, bir bölümü Kürtlerden oluşan Milli Meclis’teki muhalifleri bu isimler nasıl idare edecek? Kürt temsilciler hâlâ barbarlığı terk etmedi; uluslararası politikanın önemini ve dostluk içinde bir arada yaşamanın gereğini kavrayamadılar. Kimileri böyle kritik bir anda Kemal’in zeki, ilerici ve zengin karısının onun yerine ülkeyi yönetebileceğini düşünüyorlar. Eğitimini yurtdışında yapan bu kadın, ruh ve görüş olarak da kadın kurtuluş hareketinin temsilcisi.Doğu’da Saba Melikesi ve Japon imparatoriçesi Haruko ülkelerini yarım asra yakın başarıyla yönetmişlerdi. Latife Hanım da ölümü halinde kocasının çizmelerini giyebilir.”

- Advertisment -