Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı Kararı’yla ayrılmasını memnuniyetle karşıladığını belirten bir yazı kaleme aldı ve ekledi: “Daha sırada CEDAW da var. Lanzarotte de…”
Aslında Dilipak uzun bir süreden beri, adını İspanya’nın Lanzarote Adası’nda yapılan toplantıdan alan “Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”niden çıkmanın, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaktan daha kolay olduğunu savunuyordu.
27 Temmuz 2020’de ‘felaket’ diye tanımlayıp baş suçluları olarak da Fatma Şahin ile Sümeyye Erdoğan ve KADEM’i gösterdiği Lanzarote Sözleşmesi’nden çekilmenin neden kolay olacağını şöyle anlatmıştı:
“Ben hep ‘Lazaranta’ diye yazıyorum da, aslı ‘Lanzarote Sözleşmesi’ Şeytan Üçgeninin bir diğer ayağı olan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması” sözleşmesi 6084 sayılı kanun ile onaylanmış ve 25.10.2010 tarihinde kanunlaşmış. (İlk ilanı 25 Ekim 2007) Yani sözleşme Mecliste beklemiyor, o iş bitmiş. Bekleyen, sözleşme hükümlerinin yasaya dönüştürülmesi. Yani şu anda Türkiye’nin en kolay şekilde çekileceği sözleşme bu Lanzarote sözleşmesi. Kronolojik sırayla gidersek, sonra İstanbul Sözleşmesi ve daha sonra CEDAW.”
Fakat Dilipak kronoloji bozuldu diye mutsuz değil, tam tersine, yazdığı yazıda hükümete teşekkür edip yeni istikameti gösteriyor: Lanzarote Sözleşmesi.
Kadın hareketleri Lanzarote Sözleşmesi’ni de güçlü bir biçimde savunuyor ve Sözleşme’nin özellikle çocuk yaşta evlendirilen kızları korumada önemli bir kazanım olduğunu savunuyor.
Geçtiğimiz yıl, Lanzarote Sözleşmesi’nin 13. Yıldönümü olan 25 Ekim’de bir açıklama yapan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), Sözleşmenin önemini şöyle anlatmıştı:
“Sözleşmenin, cinsel sömürü ve cinsel istismar oluşturan davranışları tanımlayan Madde 18-23 sayesinde, çocukları cinsel istismar ve sömürüden korumak amacıyla dünyadaki en yüksek yasal standartlar açık ve anlaşılır bir şekilde tanımlandı. Çocuk istismarı ve ihmalinin pek çok türü ve biçimi olduğu; çocukluk çağında maruz kalınan cinsel istismar ve suistimalin ömür boyu sürebilecek büyük bedeller ödeten ağır bir istismar olduğu açık bir dille ortaya konuldu.”
Abdurrahman Dilipak, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını savunanların başında geliyordu. Muhtemelen alınan bu sonuçta kendini mücadelenin lideri gibi görüyor ve o özgüvenle hükümete yeni istikametler gösteriyor. Belki de önerileri hükümetçe yerine getirilenler listesine girmek istiyor; Devlet Bahçeli gibi, Yeni Şafak gibi.