Uzmanlara göre, hastalık ya da önlemler nedeniyle gelirlerini kaybetmiş olanlar, koronavirüs pandemisinden orantısız bir şekilde etkileniyorlar; yeterli destek alamazlarsa açlık oranları hızla artacak ve bu da bazı ülkelerde şiddeti tırmandırabilir.
Daha şimdiden, çatışmalar, iklim değişikliği, aşırı yoksulluk ve ekonomik krizler nedeniyle 135 milyon kişi açlık eşiğinde. Pandemi ve yol açacağı gelir kaybı, bu sayıyı yaklaşık iki katına, 265 milyona çıkarabilir.
Bonn Üniversitesi Kalkınma Araştırmaları Merkezi (ZEF) Başkanı Profesör Joachim von Braun’a göre, yeterli önlem alınmazsa, toplumsal eşitsizlikler nedeniyle, “yoksulların en yoksulları arasında ölüm oranı acımasızca artacak.” Sadece düşük gelir grubundaki ülkelerde değil, ABD, Brezilya ve Peru gibi ülkelerde de pandemiden en çok yoksulların etkilendiğini söyleyen von Braun, şiddetin artması riskinin de olduğunu ve şimdiden Doğu Afrika’nın bazı bölgelerindeki gecekondu mahallelerinde yiyecek dağıtımı sırasında şiddet olayları yaşandığını belirtiyor: “Bu sadece yerel şiddete yol açmıyor, sonuçta kırılgan devletlerde istikrarın kaybolmasına da neden olabilir.”
Sosyal korunma
Birçok gelişmekte olan ülkenin gıda ve nakit transferini de içeren sosyal korunma programlarının boyutunu şimdiden arttırdığını belirten von Braun, sınır aşırı ticaretin yeniden başlaması ve çocuklara yönelik beslenme programlarının sürdürülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
UNICEF’e göre, yaklaşık 370 milyon çocuk okul yemeğinden mahrum ve birçokları için bu, günün tek öğünüydü. Altı ay içinde 1,2 milyon çocuk ölebilir ve çok daha fazlası da ağır beslenme yetersizliği çekebilir.
Dünyanın birçok yerindeki parlamentolar IMF ve Dünya Bankası’nı en yoksul ülkelerin borçlarını silmeye çağırıyor; böylece borç ödemek için ayrılan paralar pandemiyle mücadelede kullanılabilecek. G20 ülkeleri bu yılın borç ödemelerini ertelemeyi kabul etti ve devlet dışı alacaklılara da benzer bir şey yapmaları çağrısında bulunuyor.
Anekdotal bilgi
Araştırmacılar, insanların yemek bulma imkânlarının pandemiden nasıl etkilendiğini anlamak için anekdotal bilgiye dayanmak zorunda olduklarını söylüyorlar. Profesör von Braun, henüz gelir kaybından kaç kişinin etkilendiğine dair kapsamlı istatistiklerin oluşmadığını, birçok ülkede ölüm oranı artışına ilişkin güvenilir istatistik bile olmadığını belirtiyor.
ZEF tarafından Afrika ve Güney Asya’daki 15 ülkede yürütülen küçük ölçekli bir araştırmaya göre, önlemlerin gıda tedarikini bozmadığı bölge sayısı çok az. Çoğu bölgede ise yiyecek var, ama insanların artık satın alacak parası yok. “Satın alma gücündeki düşüşün meyva, sebze ve süt ürünlerinin ziyan olmasına yol açtığı ülkeler var,” diyor von Braun.
İtalya’nın Pisa Üniversitesi’nde gıda politikası profesörü olan Ginluca Brunori, bütün dünyada özellikle sırtlarını dayayacakları toprakları olmayan kent yoksullarının korunmasız olduğunu, paraları olmadığında hemen geçim düzeyinin altına düştüklerini belirtiyor.
Von Braun’a göre, kırsal alanlarda da göçmen işçiler ve diğer topraksız köylüler pandemiden kötü etkileniyor. “İşlerini kaybettiler,” diyor, normalde kredi alamazken şimdi mikrokredi uygulaması sayesinde aldıkları küçük borçları bile geri ödeyemiyorlar.
Profesör’e göre, Sierra Leone ve Liberya gibi ülkeler, önceki pandemilerden, sokağa çıkma kısıtlamalarının temel ihtiyaç maddelerine erişimi nasıl etkilediğini öğrendi. Bu ülkelerin 2014-2016 Ebola salgını sırasında uyguladığı sert önlemler, bazı ailelerin yiyeceğe, temiz suya ve rutin sağlık hizmetlerine erişimini engellemişti. “Bu defa yasakları fazla sert uygulamama konusunda çok daha dikkatliler, çünkü aksi takdirde insanlar açlıktan ve korona dışındaki hastalıklardan ölüyor.”
Avrupa
Avrupa’nın sosyal yardım sistemleri gelişmekte olan ülkelere göre daha güçlü olmakla birlikte, yaşamları dikkat çekmeyen insanlar -göçmenler ve evsizler dahil- devlet yardımına erişemedikleri için en risk altındaki kesimleri oluşturuyorlar. Brunori, yardım alamazlarsa öleceklerini söylüyor. Göçmenlerin devlet yardımından yararlanabilmesi için durumlarının resmiyet kazanması gerekiyor. Popülizmin ağır bastığı ülkelerde buna karşı çıkılıyor. Brunori’ye göre, belediyelerin, en zor durumda olan kesimlerin ihtiyaçlarını ve onlara ulaşma yollarını bilen yardım kuruluşlarıyla, sivil toplum gruplarıyla birlikte çalışması lazım; bu ise güçlü bir sivil toplumu olmayan ülkeler için ciddi bir sorun.
Tedarik zincirleri
BM Genel Sekreteri’nin 2021 Besin Sistemleri Zirvesi bilim grubuna başkanlık yapan von Braun’a göre, global besin sistemleri, yoksullar dahil herkes için temel besinlere erişimi arttırdı, ancak uzun tedarik zincirleri krizler karşısında kırılgan. Afrika her yıl Avrupa’dan milyarlarca euro değerinde et ve süt ürünleri, buğday ve işlenmiş besin ithal ediyor. Şu anda global ihracat kesintiye uğramış durumda, bu da buğday ve pirinç piyasalarında dalgalanmalara neden oluyor. Dalgalanma ise üreticiler için tehlike sinyali, üretime yapacakları yatırımı azaltmalarına yol açıyor.
Uzmanlara göre kriz, bu globalleşmiş besin sisteminin kırılganlığını ve değişim gereğini gösteriyor. Afrika’nın daha çok yiyecek üretmesi gerekli diyor von Braun, “Avrupa’daki bizlerin de bunu, yalnızca yardımla değil, iyi teknoloji, iyi kurumsal inovasyonlar ve doğrudan yabancı yatırımlarla destekleme yolları bulmamız gerekli.”
Daha İyi Beslenme İçin Küresel Güçbirliği’ne göre, besin tedarikinin devamlılığı, sektördeki personelin bulaşma riskine rağmen çalışmayı sürdürmesiyle sağlanabiliyor. Pandemi, riski yaymak için daha çok çeşitlilik ve riski azaltmak için de daha kısa tedarik zincirleri gerektiğini gösterdi.
Profesör Brunori, Avrupa’nın da kendi besin sistemlerinde çeşitliliğe gitmesi ve yerel üreticilerle kentler arasındaki bağları güçlendirmesi gerektiğini söylüyor. “Bu, kendine yeterli besin sistemleri yaratmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Fakat yerel besine erişim için iyi bir temel yaratılması, bu tür şoklara daha dayanıklı toplumlar ve besin sistemleri yaratacaktır. Örneğin, hem küçük hem de büyük çiftçileri içeren daha çeşitli bir besin sistemi, biyoçeşitliliği de arttıracaktır.” Brunori, AB Tarım Araştırmaları Daimî Komitesi’nin, araştırmanın Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne, herkes için sürdürülebilir beslenme rejimleri dahil, nasıl katkıda bulunabileceği konusundaki raporunun yazarları arasında.
Fırsat
Almanya’daki Potsdam İklim Etki Araştırma Merkezi’nde İklim Dayanıklılığı bölüm başkanı olan Sabine Gabrysch, birçok düşük ve orta gelir grubu ülkede sokağa çıkma yasaklarının yoksul hanelerdeki besin güvencesizliğini arttıracağından büyük kaygı duyuyor. Bengaldeş kırsalındaki araştırma bölgesinde birçok işçi işini kaybetmiş ve yeterli yiyecek alamaz durumda. Ayrıca, kısıtlama önlemleri nedeniyle yerel pazarlarda daha az taze yiyecek var ve fiyatlar daha yüksek. Berlin Charité – Universitatsmedizin’de de iklim değişikliği ve sağlık profesörü olan Gabrysch, “Uluslararası toplum ülkeler arasındaki ve ülkelerin kendi içindeki varolan eşitsizliklerin artabileceği gerçeğini gerçekten dikkate almalıdır. Bu ülkelere, bu halklara destek olmalıyız,” diyor. Gabrysch’e göre, sağlık hizmetlerine ve açlık ve beslenme yetersizliğini önlemeye destek vermenin yanısıra, bu ülkelerin ekonomilerini sürdürülebilir şekilde yeniden canlandırmalarına da yardımcı olmak gerekli.
“Krizler her zaman iyiye doğru bir değişim fırsatı oluşturur,” diyen Profesör Gabrysch, şu andaki besin üretim tarzının ekosistemleri tahrip ettiğini ve iklimi istikrarsızlaştırdığını, öte yandan 2 milyardan fazla insanın beslenme yetersizliği çektiğini söylüyor. “Şimdi yeniden düşünme fırsatımız var. Önceliklerimiz ne? Yaşam destek sistemimiz olan doğayla ve birbirimizle nasıl daha iyi bağlar kurabiliriz? Bu âcil durumdan, ekonomilerimizin yeşil dönüşümünü hızlandıracak bir biçimde çıkmaya çalışmalıyız.”
(Kaynak: Avrupa Komisyonu Araştırma ve İnovasyon Dergisi Horizon)