Bana kalırsa CHP’nin büyükşehir belediyeleri koronavirüs ile mücadelede iyi bir performans sergiliyor. Özellikle Ankara’nın bazı uygulamaları (65 yaş üstündekilerin ücretsiz belediye otobüsü kartlarının geçici bir süre askıya alınması, hiçbir koşulda hanelerde suların kesilmemesi, dar gelirli ailelere erzak yardımı yapılması, riski eve taşımamak için evlerine gitmeyen sağlık personellerine kalabilecekleri mekânlar oluşturulması, vb) ilham veriyor. Hem diğer belediyeler bunları alıp kendi bölgesinde tatbik ediyor, hem de iktidar bunları örnek alıp kapsamını genişletiyor.
Belediyelerin Covid-19 ile mücadele kapsamında yaptığı bir çalışma da, yardım kampanyası başlatmak oldu. Gaye, toplumsal dayanışmayı güçlendirerek, salgından türlü şekillerde mağdur olan ailelere ve bireylere katkıda bulunmaktı. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere belediyelerin açtığı kampanyalara, halk teveccüh etti. Meselâ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bağış hesabında 1.5 günde 6.4 milyon TL toplandı. İnsanlar belediyenin çağrısına sessiz kalmamış, omuz vermişti.
Tam bu noktada İçişleri Bakanlığı devreye girdi ve belediyelerin başlattığı kampanyalarla ilgili 81 ilin valilerine bir genelge gönderdi. Valiliklere soruşturma talimatı veren genelgenin ardından, belediyelerin kampanya hesapları bloke edildi. İBB’nin yaptığı açıklamada, hesapta toplanan 6.4 milyon TL’nin 5.8 milyon TL’sinin belediye kasasına aktarıldığı, 600 bin TL’sinin ise İçişleri Bakanlığı tarafından bloke edildiği belirtildi.
Normlar hiyerarşisi tepetaklak
İçişleri Bakanlığı’nın müdahalesi, öncelikle hukuka aykırıdır. Çünkü mer’i mevzuat belediyelere bağış toplama imkânı vermektedir. 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun:
· 15/1-i maddesi, “belediyelerin borç alabileceğini ve bağış kabul edebileceğini”;
· 18-g maddesi, “belediye meclisinin şartlı bağış kabul edebileceğini”;
· 38-l maddesi ise, “belediye başkanının şartsız bağış kabul edebileceğini” yazar.
Keza 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 28. maddesi de, bu yetkilerin büyükşehir belediyeleri tarafından kullanılabileceğini hükme bağlıyor. Dolayısıyla belediyelerin yaptıklarında yasaya aykırı düşen herhangi bir husus yoktur.
İçişleri Bakanlığı, gönderdiği genelgeye dayanarak olarak 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu’nu gösteriyor. Yardım toplayabilecek olanlar bu kanunun 3. maddesinde şöyle sıralanıyor:
“Kamu yararına uygun olarak, amaçlarını gerçekleştirmek, muhtaç kişilere yardım sağlamak ve kamu hizmetlerinden bir veya birkaçını gerçekleştirmek veya destek olmak üzere gerçek kişiler, dernekler, kurumlar, vakıflar, spor kulüpleri, gazete ve dergiler yardım toplayabilirler.”
Görüldüğü üzere bu madde gerçek kişilerin, derneklerin, vakıfların, kurumların, spor kulüplerinin, gazetelerin ve dergilerle ilgili. Kanunun 6. maddesine göre bunlar, izin almadan yardım toplayamazlar. İzin verecek makam ise yardım toplama faaliyetinin kapsamına bağlı olarak vali veya kaymakamdır. Yani bu kanun belediyelerle ilgili değildir; belediyelerin yardıma ilişkin yetkileri kendi özel kanunlarında düzenlenmiştir. Kanunun verdiği bir yetkinin İçişleri Bakanlığının genelgesi ile bloke edilmesi, normlar hiyerarşisinin tepetaklak edilmesidir.
Ağır siyasi bedel
Açık hukuksuzluğunun yanında İçişleri Bakanlığı genelgesinin siyasi bir yönü de var. Belediyelerin yapmaya çalıştığı, geçimini gündelik olarak temin eden, salgından ötürü çalışmadığı için zorluk çeken insanların yükünü bir nebze olsun hafifletmek. Onların yaralarına kısmen de olsa merhem sürmek, güçlükleri aşmalarına destek olmak. Devlete düşen, bu konuda belediyelere yardım etmek.
Elbette, devletin burada üzerinde önemle durması gereken bir konu var: şeffaflık. Devlet, yapılan yardımların açık bir şekilde toplanmasını ve dağıtılmasını gözetmeli, herhangi bir istismarın olmasını engellemeli. Bunda şüphe yok. Süreç şeffaf olduğu müddetçe de bu tür yardım girişimlerini desteklemeli ve heveslendirmeli. Ama İçişleri Bakanı tam tersini yapıyor; insanlara yararı dokunacak kanalları tıkıyor.
Bu, hukuksuzluğu bir yana, siyaseten de büyük bir hata. Çünkü bir taraftan yardım ve dayanışma çağrısı yaparken, diğer taraftan yapılan yardımların önüne set çekmeyi ve dayanışma kanallarını tıkamayı kimseye anlatamazsınız. “Devlet içinde devlet olmak istiyorlar” söylemine de kimseyi inandıramazsanız.
Böyle zor günlerde hamasete vurmak, gerçeklerin görülmesini engellemez. Gerçek, rekabet adına ihtiyacı olanlara uzanacak bir yardımın önünün kesilmesidir. Bunun siyasi bedeli ağır olur.