[28 Şubat 2020] Felâket göz göre göre geldi. İdlib’de şehit düşen 33 askerin tabutlarının üzerinde, Yanlış! Yanlış! Yanlış! yazıyor.
Birçok başka yorumcunun, en son da Gürbüz Özaltınlı’nın kaç yazıdır anlatmaya çalıştığı gibi, hatâlar zincirinin temelinde, Türk milliyetçiliğinin Kürt fobisi yatmakta.
İktidar esas itibariyle bu yüzden, Suriye’ye bakışında hemen sadece “Kürt tehlikesi”ne kilitlendi. PKK’nın uzantısı ve enstrümanına indirgediği YPG ve PYD’nin, Suriye’nin kuzeyinde kendine bir teritoryalite edinmemesini âdetâ tek öncelik saydı. Bütün hesaplarını buna göre yaptı. Bunun için çeşitli taktikler oluşturdu. Dost ve müttefiklerini buna göre ayarladı.
Beğenelim beğenmeyelim, şimdiki başkanının olanca antipatikliğine karşın hâlâ Batı dünyasının lideri ve yeryüzünün şimdilik tek süper devleti konumundaki ABD ile bu yüzden (Washington, IŞİD’e karşı savaşın yükünü çeken PYD’yi Ankara’ya feda etmediği için) bozuştu. Dış politikayı yer yer meydan mitingleri havasında yürüttü. “Dış” korkusu ve demokratik normları yüzünden, Avrupa Birliği’ne yapmadığı hakareti bırakmadı. Üzerine bir de S-400’ler sorunu bindi. Hiçbir uyarıya kulak asılmadı. NATO da doğrudan karşıya alındı.
İllâ Afrin dedi. İllâ İdlib. İllâ 20 kilometre, hattâ 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik kuşağı. Çok yüksekten konuştu, “göbek bağımızı kendimiz keseriz veya “bir gece ansızın gelebiliriz” havasında. Bu uğurda, gitti Putin’e sığındı. Astana sürecini, Cenevre’ye alternatif gördü ve gösterdi. İran ve Rusya’nın çok farklı amaç ve stratejilerine gözlerini kapadı. Zirve toplantılarının sonuç belgelerinde açıkça ters düştüklerinde dahi, kamuoyuna herşeyin iyi gittiği bir hayal âlemi sundu.
Derken Barış Pınarı harekâtında Rusya karşısına dikiliverdi. Resülayn – Tel Abyad arasından öteye geçemedi. Suriye ordusu uzaklardan gelip sınıra dayanıverdi. İddiaların çok büyük kısmı ister istemez boşa çıktı. Ama galiba hiç ders alınmadı.
Sıra İdlib’e geldi. Daha önce varılan geçici uzlaşma, kalıcı bir garanti sanıldı. Hiç öyle olmadığı ortaya çıktı. “Rejim”in, ki sırf Suriye değil Rusya+Suriye diye okumak lâzım, stratejik taarruzu adım adım gelişti. İlk şehit haberleri gelmeye başladı. Ama geri adım atmanın yollarını aramak yerine, Üçüncü Dünya tipi kör bir inada girildi. Hava üstünlüğü olmadan bir işe yararmış gibi, “yüzlerce” tank İdlib’e yollandı. Hattâ “rejim güçleri”ne karşı büyük bir taarruzdan söz edilir oldu.
En yüksek yetkililerin ağzından, Rusya uyardı, çok kötü olur diye. Bölgedeki TSK birliklerinin hava fotoğrafları yayınlandı, bakın görüyoruz, böyle cascavlak ortadasınız, vururuz… imâsıyla. Kimse kulak asmadı.
Sonuç? Vurdular işte. Şimdi sıra, göstermelik topçu misillemelerinin. Bu da bir süre devam eder, kuyruğu dik tutmak adına. Ama gerçekte, Türkiye’nin İdlib’de, hattâ Barış Pınarı harekâtıyla girilen küçük bölgede, hattâ Afrin’de tutunma olanağı artık kalmadı.
Acı olan şu ki, Türkiye döndü dolaştı, şimdi gene NATO’dan, Avrupa’dan, Amerika’dan destek arıyor.
Hani nerede, “eski ezberler”e karşı nutuk atan, yazı yazanlar? Gelsinler, anlatsınlar bakalım.