Ana SayfaÖZEL HABERİda’nın kekik kokulu kadınları: Ortaobalı yörükler

İda’nın kekik kokulu kadınları: Ortaobalı yörükler

İda’da yetişen binbir otu yüklenip iniyorlar kıvrıla kıvrıla yol oluşturan dağ içlerinden. Düzlüğe serilmiş gibi duran Edremit Körfezi uzanıyor önlerinde. Birlikte soluk alıp veren denizle dağ arasında mitolojiden çıkmış kahramanlar gibiler. Meskenleri dağ, yükleri kekik olan bu kadınlar, Ortaoba’nın Karakeçili yörükleri.

“Zeus koştu arabaya iki atını,

Uçup giden, tunç ayaklı, altın yeleli.

Toprakla yıldızlı gök arasında uçtu atlar seve seve.

Vardılar hayvanların anası, kaynağı bol İda’ya

Gargaron’daydı Zeus’un tapınağı, kokulu sunağı

Zeus elinde şimşeği, gökten inerek çok pınarlı İda’nın

doruklarına oturmakta…”

 Homeros, İlyada

Antik Yunan şairi Homeros, İlyada destanında böyle anlatıyor İda Dağı’nı: Hayvanların anası, kaynağı bol, çok pınarlı… Antik çağdan bugüne tanrısını kaybetse de kutsal İda, mitolojiye, efsanelere, hikâyelere, inanışlara, söylencelere konu olan özellikleriyle, barındırdığı sayısız canlı ve insan topluluğuyla Ege’nin kuzeyinde tüm görkemiyle uzayıp gidiyor binlerce yıldır.

 

İda’nın Ortaoba köyünden görünüşü.

Binlerce yıl sonra bu kez, Antik çağın tanrılar tanrısı Zeus’a nazire yaparcasına, gök ile toprak arasında değil de dağ ile deniz arasında yol alıyor bir grup kadın. Başlarında rengârenk dolama ve yazma; üstlerinde yakasız entari, şalvar ve sırtlarında hepsini tamamlayan geniş, uzun, siyah mantovari “kıvrak”larıyla sabahın çok erken saatlerinde başlıyor yolculukları; mitolojik ifadesiyle İda, bugünkü adıyla Kazdağları’nın doruklarından düzlüklere… İda’da yetişen binbir otu yüklenip iniyorlar kıvrıla kıvrıla yol oluşturan dağ içlerinden. Düzlüğe serilmiş gibi duran Edremit Körfezi uzanıyor önlerinde. Birlikte soluk alıp veren denizle dağ arasında mitolojiden çıkmış kahramanlar gibiler. Meskenleri dağ, yükleri kekik olan bu kadınlar, Ortaoba’nın Karakeçili yörükleri.

Ellerinde poşetler, kovalar, sırtlarında kıvrılarak çantaya dönüşen “kıvrak”lar ve Edremit başta olmak üzere Akçay, Güre ve Altınoluk gibi sahil mahallerinde kurulan pazarlarda ya da plajlarda yürüyerek gün boyu kekik ve türlü ot satan Yörük kadınları.

Akçay’ın merkezinde her gün kurulan Yörük pazarında kekiğin yanında onlarca dağ kaynaklı ürün satılıyor.

Bir yörüğün hayatı; göçmek, konmak, çalışmak

Karakeçili aşireti, Oğuz boylarından biri olan Kayı boyuna mensup bir topluluk olarak Anadolu’ya gelen bir konar-göçer aşiret olarak tanımlanıyor.

Önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yerleşen topluluk, zamanla Anadolu’ya yayılarak, İç ve Batı Anadolu’da yoğunlaştı. 1800’lere kadar sürekli olarak kondular, göçtüler… Tanzimat sonrası ise devletin konar-göçer aşiretleri iskân çalışmaları kapsamında sayımları yapılarak yerleşik hayata geçmeye zorlandılar. Onlar için kurulan köylere yerleşmelerinden sonra geleneksel kışlak-yaylak yaşam biçimleri yavaş yavaş son buldu. Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Ortaoba köyünde yaşayan Karakeçili yörükler gibi…

Binlerce yıllık bir dağda, yüzlerce yıllık geçmişe sahip olarak yaşayan bu yörük topluluğundan 70 yaşındaki Gülsüm anlatıyor, onlara has şiveyle:

“Yörüğüz biz… Karakeçili yörük. Tarihimizi biz bilmiyoruz, dee ebemizden, dedemizden burası; doğma büyüme ebemizin dedemizin yeri bura. Biz burda yaşıyoruz. Burda duruyoruz. Burda doğduk, burda büyüdük, burda yaşıyoruz. Başka yer bilmiyoruz. Herkes çalışıyor, bizim köyümüz çalışır. Kekiğin yanında erik zamanında erik satarız, yemiş zamanında yemiş satarız, armut zamanında armut satarız.”

Yılın kaç ayı çalışıyorsunuz, sorusunu gülerek karşılıyor:

“Hep, yaz kış… Yaz kış çalışıyoruz. Böyle işte. Ölesiye kadar. Doğmuşuz doğacağımız yerden, ölesiye kadar da çalışıyoruz işte. N’apalım, bizim işimiz böyle. Tatil filan yapmıyoruz, n’apalım biz tatili böyle yerde. Manzaramız nasıl güzel bir bak.”

İda Dağı’nı mesken tutan tarihi topluluklardan olan ve geleneksel giyimleriyle farklılaşan yörüklerden Gülsüm “Evlendiler mi hep giyerler, atamızdan kalma bu” diyor.

Önde zeytin ağaçları arkasında İda, içinde yörüklerin yurdu Ortaoba

Olağanüstü bitki zenginliğine sahip Kazdağları. Üstelik bazıları sadece bu dağa özgü. 2006 yılında yapılan TÜBİTAK destekli bir çalışmada en az 78 endemik ve 31 nadir bitkinin varlığı saptandı (Kaynak: TÜBA Kültür Envanteri Dergisi 5/2006). Yörük kadınlar ot toplama kültürleriyle, bu zenginliğin ilk tanıkları olarak öne çıkıyor. Dağlardaki otlar onlardan soruluyor. Kekik, nane, tarhana otu, defne, sumak, kantaron yörük kadınların geçim kaynağı. Topladıkları sayısız otu Edremit ve ona bağlı Zeytinli, Akçay, Güre ve Altınoluk gibi deniz kenarı mahallelerde kurdukları yerel pazarlarda satıyorlar. Tatil sezonu olan yaz onların en bereketli mevsimi. Yazlıkçılarla birlikte nüfusun yedi-sekiz kata çıktığı bu dönemde hiç durmadan dağdan kekik taşıyorlar pazarlara. Kekiğin dışında dağda yetişen bitkiler, otlar, zeytin, zeytinyağı, meyve yörüklerin temel geçim kaynağı.

Yaşadıkları yeri, Ortaoba köyünü görmek için onların pazar bitişi eve dönüş yolculuklarının aynısını yaparak köye doğru yola koyuluyorum öğleden sonra. Hava 40 derecenin üstünde, öyle bir sıcak ki kavrulmakta olan otların sesini duyar gibi oluyor insan. Önce Zeytinli’den bir dolmuşa binip Kadıköy’de iniyorum. Ortaoba’ya otobüs buradan kalkıyor ama sefer yok denecek kadar az. Akşamüstü sadece bir tane var. Kadınlar genellikle bu otobüse yetişmeye çalışıyor. Yetişemeyenler ya da ürünlerini erkenden satıp bitirenler, komşularının araçlarıyla gidiyorlar köylerine. Ben de Kadıköy’de sorup soruşturup, bana yardımcı olanların sayesinde böyle bir araca denk geliyorum. Yollarda kavis çizerek dağa tırmanıyoruz. Kekik kokusu gelmeye başlıyor. Baş döndürücü. Manzara da öyle.

Yukarılara çıktıkça rüzgâr esmeye başlıyor.  Rüzgârın dağ içlerinden taşıdığı enfes kokular, her bir nefeste doluyor insanın içine. Manzara ve koku harmonisi içinde yüzerken köye varıyoruz. Anlatıldığı gibi herkes çalışmada, çok az insan var günün bu saatinde. Hareket hâlinde olan tek tük insan arasında daha çok çocuklar göze çarpıyor.

Yüzlerce yıllık geleneği devralan yeni kuşak yörük çocuklar.

Tırmana tırmana çıkılan dar sokakları, geniş bahçeli evleri, evleri çevreleyen duvarlarıyla sade bir köy Ortaoba.

Doğumdan ölüme, tüm hayatları burada geçiyor yörüklerin. “Dışarıdan” gelen pek yok. Evlilikler ağırlıklı olarak kendi içlerinde yapılıyor. Gelin gelen de gelin giden de aynı köyden.

Karşı eve yeni gelin gelen genç kadınla evinin önünde sohbet eden yörük kadın.

Köy içinde gezerken iki, üç sokakta bir, etrafında meydan oluşturan büyük taş fırınlar dikkat çekiyor. Tüm köy halkının kullanımına açık şekilde yapılmış ve konumlandırılmış. Dileyen ekmeğini, yemeğini, böreğini buraya gelip yapıyor.  Bu ocak ortaklığı, köy büyüse de yörüklerin değişmeyen geleneği.

“Kekiği dağlardan, çam içlerinden topluyoruz, torbası 5 lira”

Akşam üstüne doğru, pazardan dönen ve köyden geçen arabanın bıraktığı yörük kadına denk geliyorum, “Bin pınarlı İda”nın suyunun aktığı çeşme başında. Yorgun argın indiği araçtan hemen çeşmeye koşuyor.

Suyunu içtikten sonra başlıyor hayatını anlatmaya:

“Adımız Fatma. 68 yaşındayım. Çalışıyoruz çoktan beri yavrum, aşağı (Edremit) iniyoruz. Odunculuk yapardık önceden, odun satardık, odun yuvardık, te çamların içinde odun toplar da odun yuvardık eşeklere de gelirdik, sonra satmaya giderdik. Kekik var şimdi. Kekiği dağlardan toplayıp da geliyoruz, dağ kekiği, çam içlerinden topluyoruz. Torbasını 5 liraya satıyoruz. Geçindiriyor işte. Geçindirmese n’apacan. Kekiğin yanında her şeyi satıyoruz. Pul biber, somak. Zeytinler olur zeytine gideriz. Bak zeytinler de tomurcak olmuş.”

Dağın çalışkan kadınlarını ardımda bırakıp köyden ayrılıyorum. Araçla çıktığım yolu yürüyerek ineceğim bu kez.

Ertesi gün Zeytinli’deki Altınkum plajına gidiyorum, her gün güneşin altında sabahtan akşama kadar kumda mekik dokuyan yörük kadınları görmek için.

Kekik torbalarını yüklenmiş gelen iki kadınla biraz konuşuyoruz. Tek düşündükleri kekikleri satıp bitirip bir an önce köye dönmek. Zor olmuyor mu böyle bütün gün dolaşmak, diyorum gülüyorlar, “işimiz bu” diyorlar. Şikâyet yok, söylenmek yok, veryansın etmek yok, içine doğdukları toplumun kültürünü olduğu gibi yaşıyorlar.

Plajın gerisindeki çimenlikte biraz dinlenmek için bağdaş kurup oturmuş Hanife’ye rastlıyorum. Kekik almaz mısın, diye soruyor. Poşetin ağzını açınca kekik kokusuyla birlikte İda’nın/Kazdağları’nın binlerce yıldır iç içe geçen söylenceleri de yayılıyor sanki ortalığa. 3 çocuklu Hanife’nin hayatı da bu zamana kadar yaşamışların hikâyesine ekleniyor, yetişmekte olan yeni kuşağın da.

Dağ onlara, onlar dağa miras… Adları kekikle anılan yörük kadınların…

- Advertisment -