Ana SayfaHaberler“Merdivenleri çıkarken Özal bana ‘Başbakan sen olacaksın’ dedi”

“Merdivenleri çıkarken Özal bana ‘Başbakan sen olacaksın’ dedi”

Eski Başbakan ve TBMM eski başkanı Yıldırım Akbulut 86 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi bugün (15 Nisan) defnedildi. Özal, 1989-1991 arasında iki yıl başbakanlık yapan Akbulut’a Başbakan olacağını, Cumhurbaşkanı yemin törenine doğru birlikte Meclis’in merdivenlerini çıkarken söylemiş: “Protokol kapısından Meclis’e girmek için yan yana merdivenleri çıkarken; ‘Yeni hükûmeti sen kuracaksın’ dedi. Birden şaşırmıştım. Vücut kimyam bir kere daha alt üst olmuştu.”

Yıldırım Akbulut siyasetteki hatıralarını Didim’deki Parlamenterler Sistesi’nde yazları bir araya geldiği ANAP’lı eski milletvekili ve bakan Metin Gürdere’ye anlatmış, Gürdere de Akbulut’un siyasi hatıralarını “Bir Dönemin Siyasi Anıları” kitabına koymuştu. İşte o kitaptan Yıldırım Akbulut’un kendi ağzından siyasi hatıraları…

***

1984 yılında İçişleri Bakanı oldum.            

1987 seçimlerine doğru İçişleri Bakanı olarak Özal’a ne teklif etsem;

“Seçimden sonra bakalım, seçimden sonra bunu değerlendirelim” diyordu.

Bu sözleri bende, seçimden sonraki hükûmette de İçişleri Bakanı olarak göreve devam edebileceğim konusunda güven duymama sebep oldu.

Yerim garanti gibiydi. Seçimden sonra açıklanan yeni hükûmette ben yoktum.

Şaşırmış, hatta çok olumsuz etkilenmiştim. Bir zamanların moda tabiriyle vücut kimyam alt üst olmuştum. Birkaç gün sonra Özal telefon etti, gülerek;

“Bakan olmadığına üzüldün mü” diye sordu. Çok üzülmüştüm ama ona öyle söyler miyim? “Efendim üzülmedim de, bana olan güveninizi nerede kaybettim?” dedim. “Güven falan kaybetmedin, sen Meclis Başkanı olacaksın” dedi.

Ve Meclis Başkanı oldum. Meclis Başkanlığı dönemimde aramızda bir mesele olmadı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için mecliste yapılan üçüncü oylamada Özal, Anavatan Partisi’nin oylarıyla seçildi.  Yemin töreni için meclise gelince Halim Aras ile birlikte karşıladık. Karşılama töreninde Meclis Başkanı olarak yanında bulundum. Cumhurbaşkanlığı seçimi sebebiyle Türkiye’de gergin bir durum oluşmuştu. Bu gergin ortamda sıkıntılara sebep olacak istenmeyen olaylar gelişebilirdi. Yeni hükûmetin kurulmasında hızlı davranılması gerektiği görüşündeydim. Meclis başkanı olarak görüşümü ona iletmenin uygun olacağını düşündüm. Yemin töreninden sonra fırsat bulamam diye bunu yolda söyleyeyim dedim. Protokol kapısından Meclise girmek için yan yana merdivenleri çıkarken;

“Karışıklık olmaması için hükûmetin acele kurulması uygun olacaktır” dedim.

“Yeni hükûmeti sen kuracaksın” dedi. O ana kadar aklımda, fikrimde böyle bir şey yoktu. Birden şaşırmıştım.  Vücut kimyam bir kere daha alt üst olmuştu.

Özal bir yanında ben, diğer yanında Halim Aras Meclis kürsüsünde yemin ederken ben onun ne dediğini duymuyordum bile. Aklım, fikrim söylediklerindeydi. Ve Başbakan oldum.

Başbakan olarak Özal ile ilk görüş ayrılığımız Irak Savaşı konusunda oldu.

Özal ABD’nin yanında yer alarak Kuzey Irak’a girmemiz konusunda çok ısrarlıydı. Ben öyle düşünmüyordum.   Bizim kuzeyden Irak’a müdahale etmemiz her şeyden önce yıllardır takip ettiğimiz “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibimize aykırıydı. Bu harekâtın Türkiye’ye yararlı sonuç getirebileceğini de düşünmüyordum. Millete ne deyip de Irak’a girecektik? Saddam indirilince Irak’ın başına bir Türk mü gelecekti? Şehit cenazelerini halka nasıl anlatacaktık?

Kendi kendime bu soruların cevabını veremiyordum. Özal Musul ve Kerkük’ü ele geçirebileceğimizi ileri sürüyordu ama oraları bize bırakabileceklerine inanmıyordum. Dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay da Irak’a girmemize karşıydı. Hiçbir şekilde girilmesi taraftarı değildi. “Girersek bir daha çıkamayız” diyordu. Konuyla ilgili toplantıda savaşa girersek Türk Ordusu’nun 10 gün kadar savaşacak imkânı olduğunu söyledi. Hava Kuvvetleri Komutanı kendileri için bu süreyi üç güne indirdi. Özal savaşa girmemiz konusunda ısrarlı olunca Torumtay yazılı emir istedi. Yazılı emir gelince de istifa etti.

Özal bir şekilde bu işin içinde olmak konusunda ısrar ediyordu. Basra Körfezi’ne bir firkateyn (savaş gemisi) gönderelim” dedi. Asker kaybımız olmayacağı için kabul ettim. Bir daha gündeme getirmedi. Aradan geçen bu kadar yıldan sonra ben halâ Özal’ın Irak’a girmeyi gerçekten isteyip istemediği konusunda bir karar verebilmiş değilim. 

Irak’a müdahale fikrine karşı çıktığım için Özal ile aramıza soğukluk girmişti.

Önceden haftalık olağan görüşmelerde konular bitince oturur, sohbet ederdik.

Irak savaşından sonra görüşülecek konular bitince kalkıp, ayrılıyordum.

Bir gün görüşülecek konular bitip, ayrılmak için ayağa kalkınca Özal;

“Otur biraz, konuşalım” diye beni oturttu. Aramızdaki soğukluk konusundaki rahatsızlığını iletti. “Bak, ben cumhurbaşkanı oldum, sen de başbakan. İşler de iyi gidiyor. Aramızdaki bu durum iyi değil. Seni cumhurbaşkanlığına aday gösterecektim. Meclis başkanlığı ikinci dönem seçimlerinde -birinci döneme göre- 100 oy kadar daha az oy aldın. Seçilemez diye adaylığına karşı çıkanlar oldu. Ben de seçilemeyebilirsin diye korktum, kendim aday oldum” dedi.

İtiraz edenlerin kim olduğunu sordum; “Vehbi Dinçerler (1940 – …)” dedi. Vehbi Bey’e sordum, doğruladı.

İlişkilerimiz böyle kritik bir durumdayken eşi Semra Hanım’ın il başkanı olması için benden İstanbul’un 42 İlçe teşkilatının tamamını feshedip, eşinin yeniden kurmasını istedi.  “Partiye bunca yıl hizmet etmiş insanları harcamak, partiye ihanet olur. Bunu kesinlikle yapamam” deyince ipler tamamen koptu. Bunlar yetmiyormuş gibi başka bir olay daha çıktı. Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri’nin Zonguldak ocaklarında çalışan 48 bin işçi çok yüksek zam istiyorlardı.

Kabul edilmeyince 4 Ocak 1991’de Genel Maden İş Sendika Başkanı Şemsi Denizer öncülüğünde Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Halk da onları destekliyordu. Aralarına halktan katılanlarla sayıları 100 bine yaklaşmıştı.

Türkiye tarihinde o güne kadar görülmemiş en geniş çaplı, en büyük işçi yürüyüşüydü. Özal, işçilerin istedikleri zammın verilmesine de, Ankara’ya yürüyüşlerini durdurmak için onlarla görüşülmesine de kesinlikle karşıydı.

Onları durdurmak için güvenlik güçleriyle yapılacak müdahalede işçi ölümleri olabilirdi. Başbakan olarak bunu göze alamazdım. Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner’e; “İşçilerin isteklerini karşılayacak paramız var mı?” diye sordum, “Var” dedi. 5 0cak’ta Mengen’e kadar gelmişlerdi. Orada görüşerek, isteklerini kabul ettim.

Bu bardağı taşıran son damla etkisi yaptı, Özal çok kızdı. “Çok büyük hata yaptınız, ülkeyi batıracaksınız, artık affetmem” dedi. 

Benden istediği Irak Savaşı, Semra Hanım’ın İstanbul il başkanlığı ve Zonguldak kömür işçileri konularında üç isteğini de yerine getirmemiştim. Artık Özal beni desteklemiyordu.   Böyle bir havada girdiğimiz kongreyi kazanmamız zora girmişti. Ve Özal’ın desteklediği Mesut Yılmaz karşısında kongreyi kaybettik.

Körfez Harekâtında karşı çıkmasam belki Özal beni desteklemeye devam edecek ve Genel Başkanlığım ve Başbakanlığım da devam edecekti.  Bugün geriye bakınca pişman değilim. Hala katılsaydık çok yanlış olurdu diye düşünüyorum.

Kongreyi de kazanabilirdik. Kongre başkanlığı için aday göstermemekle hata yaptık, aday göstersek kazanırdık. Mehmet Keçeciler, muhtemelen Özal’ın etkisiyle; “Kavga çıkar, sıkıntıya düşeriz” diye aday göstermenize karşı çıktı.

Kongreyi kaybedince istifa ederek başbakanlıktan ayrıldım. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra milletvekili arkadaşların bana ilgisinin azaldığını hissediyordum. Mecliste kuliste beni davet edip konuşmak görüşmek isteyen pek olmuyordu. Bu da beni üzüyordu.

 Süleyman Demirel’in görev süresi bitince yeniden uzatılmak istendi. Bunun da olamayacağı anlaşılınca ben aday olmak istedim. Önce Demirel’i ziyaret edip düşüncemi ona açtım. “Siz aday olmayacaksanız ben olayım” dedim. Beni de şaşırtan bir şekilde birdenbire ellerini masaya vurarak ayağa kalktı;

“Hay Allah razı olsun, aday olacak kişiyi bulduk” dedi. Aday oldum ama oylamalarda seçilecek kadar oy alamıyordum. Ama Tansu Çiller de, Devlet Bahçeli de, Necmettin Erbakan da; “Sakın adaylıktan çekilmesin” diye haber gönderiyorlardı. Kongrede bana oy vermeyenler Ekrem Pakdemirli dâhil, bana oy veriyorlardı. Tam bu sırada Mesut Bey ve kardeşi benim aleyhime kulise başladı.  “Biz Ecevit ile anlaştık, ne yapıyorsunuz?” diye onları engellediler.

Artık Anavatan Partisi’nde duramazdım. Adalet Partisi il başkanlığı yapmıştım.

Adalet Partisi’nin devamı olan Doğruyol Partisi bir anlamda benim de partimdi.

1995 seçimlerinde DYP’den aday olup milletvekili seçildim.

- Advertisment -