İbrahim Kiras’ın Karar’daki bugünkü (25 Aralık) yazısı şöyle:
Muhalefetin işinin sanıldığı kadar da kolay olmadığını söylemek lazım. Bu blokun dağınıklığını, iktidara hazırlıksız görünmesini, topluma bir gelecek vizyonu sunmakta yetersiz kaldığı ve belirli toplum kesimlerine ulaşmakta zorluk çektiği eleştirilerini vs. kastetmiyorum. Başka bir açıdan işi zor muhalefetin: Mevcut iktidarın kendi tabanıyla ilişkisindeki “özel olağandışılık” bakımından…
İktidar, söz gelimi, dolar kurunu 4 yıl içinde 3 liradan 18 liraya çıkardıktan sonra bir “ani hamle” yapıp tekrar 12 liraya düşürünce bunu tarihi bir zafer olarak gösterebiliyor; kendi tabanına bir ay öncesini bile unutturabiliyor. (Unutanlar için hatırlatma: Yalnızca bir ay önce 12 TL’ye çıkmıştı dolar kuru.)
“Dört sene önce dolar kuru 3 TL’ydi, buraya nasıl geldik” diyorsunuz. “Erdoğan bir gecede kur oyununu bozup milli paramızın değerini korudu” diyorlar.
Yastık altındaki veya bankadaki üç beş kuruşunun değerinin bir ayda yarı yarıya düştüğünü gören vatandaş can havliyle dövize çeviriyor elindeki parayı, sonuçta yine zarar ediyor. Hazine ve Maliye Bakanı “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar” diye alay ediyor “küçük yatırımcı” dediği vatandaşla. (Daha önce de “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin; ama ben bu iş düzelmezse eğer 1000 çalışanımla beraber bütün varlığımı kaybederim” demişti.)
İktidar destekçileri de hep bir ağızdan bu vatandaşlara ihanet suçlamasında bulunuyorlar: “Reise güvenmediğiniz için başınıza geldi bunlar!”
Dolar iki ay içinde 9 TL’den 10’a, 12’ye, 15’e ve nihayet 18’e çıkacak ama vatandaş “Reis neylerse güzel eyler” diyerek güvenini ve imanını koruyacak. Diğer yandan, elindeki doları 18 TL’den satan ve bir gecede servetine servet katan “büyük yatırımcı” var. Onlara laf yok.
Onca zaman boyunca “düşük faiz yüksek kur” sistemi Çin modeli adı altında savunuluyor, bunun ekonomik kurtuluş savaşı olduğu söyleniyor. Derken bir gece ansızın “model” değişiyor. Modelin değiştiğinden habersiz vatandaşın o saatte yapabileceği bir şey yok. Merkez Bankası 7 milyar dolarını kamu bankaları üzerinden arka kapı satışıyla piyasaya sürüyor. Birileri dolardan çıkıp liraya giriyor. Ama o gece saatinde işlem yapabilenler küçük yatırımcılar değil. Küçük yatırımcı olup bitenleri TV’den izliyor sabaha kadar. Sabah olduğunda genişçe bir kitlenin cebindeki paranın dar bir zümrenin kasasına geçmiş olduğu anlaşılıyor.
İktidar partisi işte bu tartışmalı operasyonu kendi kitlesine “döviz kurunu karşı verdiğimiz savaşta kazanılan büyük zafer” diye anlatıyor. İşin daha ilginç tarafı, bu kitle de kendisine anlatılan masala inanıyor. “Madem böyle bir imkanınız vardı daha önce dolar 5-6 lirayken veya 10 TL’yi geçtiğinde niye yapmadınız” demiyor. “Madem piyasaya dolar sürerek oluyor, daha önce 128 milyar doları erittiğiniz halde niçin düşüremediniz kurları” diye de sormuyor.
Hiçbir muhalefet partisi bu kitleyi ülkenin kötü yönetildiğine, böyle giderse ileride bugünleri bile arayacağımıza ikna edemiyor. Gerçi bu sarsılmaz çekirdek kitle AK Parti’yi iktidara getiren -ve şimdiye kadar orada tutan- seçmen tabanının yalnızca bir bölümünü oluşturuyor ama yine de muhalefet şimdiki dağınıklığını ortadan kaldıramadığında kayda değer bir risk demek bu.
Aslında döviz kurunun (daha doğrusu, hükümetin ekonomiyi yönetme performansının) dünden bugüne kadarki serencamı aynı zamanda iktidar partisinin yaşadığı dönüşümün de hikayesi:
Dolar kuru, iktidar partisinde genel başkanın “eşitler arasında birinci” konumunda olduğu 2002-2012 arası 10 yıl boyunca 2 TL’nin altında kaldı. Gezi Parkı olaylarının ardından AK Parti’nin “lider partisi”ne dönüştüğü 2013’te 2 TL’nin üzerine çıktı.
(Bu dönemde benimsenen “Bunlar… İki sarhoş… Tıksırıncaya kadar için… Çatlasanız da patlasanız da yapacağız…” dilinin tahrikiyle ortaya çıkan toplumsal tepki patlamasını hükümet darbesi olarak gösteren iktidar ülkedeki kargaşa ortamının doğal sonucu olan kur hareketinin de “dış güçlerin saldırısı” olduğuna kendi tabanını ikna etti.)
Gezi Parkı olayları başlamadan önce dolar 1,85 seviyelerindeydi, protestolar sırasında 1,91’e yaklaştı. Sonra yeniden eski seviyesine indi. Ama çok geçmeden -o günlerdeki bazı açıklamaların piyasalarda oluşturduğu tedirginlik giderilemediği için- tekrar yükselerek 10 yıl sonra ilk defa 2 TL’nin üstünü gördü.
2017’de resmen partili cumhurbaşkanlığı düzenine geçilmeden önce 3 TL olan dolar bundan dört yıl sonra 18 TL’ye kadar çıktı. Milli paramızın değerini tam altı kat azaltan, yani ülkeyi altı kat yoksullaştıran ekonomi politikaları orta sınıfı neredeyse ortadan kaldırdı. AK Parti’yi iktidara getiren -ve şimdiye kadar orada tutan- bu kitle yavaş yavaş erirken doğal olarak iktidar partisinin oyları da eridi.
Özellikle büyük şehirlerde oyu azaldı. Daha önce kendi başına geçebildiği yüzde elli çıtasını 2018’de MHP ile ittifak kurarak zorlukla aşabildi. 2019’da İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki belediye seçimlerinde ittifakla bile aynı oyu alamadı. Ama taşrada gücünü az çok korudu.
İktidar partisinin oy tabanındaki erime son zamanlarda hızlanarak sürüyor. Ne var ki bu eriyen oylar muhalefet partilerine yönelmiş görünmüyorlar. Memnuniyetsiz seçmen kararsızlar havuzunda birikiyor.
Muhalefet ortak bir ses çıkaramadığı, ortak bir vizyonda birleştiğini duyuramadığı, bir iktidar alternatifinin mevcut olduğunu yeterince gösteremediği takdirde ülkenin gerçekten kötü yönetiliyor -hatta yönetilemiyor- olduğu gerçeği tek başına fonksiyon icra edemeyebilir.