2024 ABD başkanlık seçimleri, uygarlığı ve gezegeni doğrudan etkileyecek ilk seçim olabilir. 21’inci yüzyılda dünyanın akıbetinin, dünyanın en eski demokrasisince ve son 75 yılın uluslararası düzenine imza atmış bu ülkede belirlenecek olması tesadüf değil.
Geçtiğimiz 75 yılda büyük ve nispeten küçük sarsıntıların bu derece büyük çapta bir araya geldiği başka bir zaman daha hatırlayamıyorum. Bugün dünya, şiddetlenen iklim değişikliği, pandemi, büyük savaşlar, artan enflasyon, uluslararası ticaret ve tedarik zincirlerinde aksamalar ile giderek ağırlaşan gıda-enerji sıkıntılarıyla baş etmeye çalışıyor.
Bu sarsıntının önemli bir kısmı, büyük güçler arasındaki yeni (ve yenilenmiş) rekabetten kaynaklanıyor. Bu rekabetin, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı savaşı örneğinde olduğu gibi, oldukça görünür ve kaotik sonuçları oldu. Halihazırdaki çatışmanın daha uzun bir trajedinin sadece bir sahnesi olacağını sezip dile getirmek için felaket tellalı olmak gerekmiyor. Doğu Asya’da Çin’in Tayvan üzerindeki iddiası askeri bir gerginliğin ortaya çıkabileceği tehdidine işaret ediyor. Ortadoğu’da İran’ın süregelen nükleer programının büyük bir askeri çatışmayı tetiklemesi de oldukça muhtemel.
Özetle, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen 70 yıldır, hatta daha uzun zamandır uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan Pax Americana’nın (Amerikan Barışı) kapanış bölümüne geldik. 20’nci yüzyılın iki dünya savaşının ikisinden de galip çıkan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), takip eden Soğuk Savaşı da kazandı. Bu zaman boyunca, 1945’te önemli ölçüde bozulan barış ve istikrarı Avrupa’da teminat altına aldı. Çok taraflı yeni ticari ve uluslararası hukuk sistemlerinin temelini atarak, Birleşmiş Milletler çatısı altında kurumsallaştırdı. Sömürgelerin çözülmesi sonucu BM üyeleri arttı ve yetki alanı genişledi. Çin ve diğerlerinin yükselişiyle de kesinlikle pek de mükemmel olmayan Pax Americana daha çok kutuplu bir gerçekliğin ortaya çıkmasını sağladı.
Çin ve Rusya
Özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılın başlarından bu yana, dünya ekonomisi önemli bir teknolojik dönüşüm geçiriyor. Dijitalleşme ve yapay zekâ, gelişmiş ekonomileri radikal bir biçimde yeniden yapılandırıyor ve küresel olarak siyasi iktidar dengesini değiştiriyor. 2008 mali krizinden itibaren, Batılı kabullerdeki vahim kusurların su yüzüne çıkmasıyla, küresel koşullar daha kaotik bir hal aldı. Avrupa, Rusya ile enerji ortaklığının kıtada barış ve istikrarı garantileyeceği illüzyonuna karşı koyamadı. ABD liderleri ise yanılgıya düşerek, Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne ve diğer çok taraflı düzenlemelere dahil olmasının kaçınılmaz olarak demokratikleşmesine yol açacağına inandılar.
İki durumda da, Batılı liderler Rusya ve Çin liderlerinin stratejik yönelim ve hedeflerini göz ardı ettiler. Kendi uygarlık modellerinin evrensel çekiciliğine öyle güveniyorlardı ki onaylamış oldukları ekonomik bağlılıkların siyasi sonuçlarını öngöremediler. Şimdi bu saflığın faturasını ödeyeceğiz ve ağır olacak.
Çin, hızlıca Batı’nın ve özellikle de ABD’nin teknolojik rakibi oluverdi ki Sovyetler Birliği için “Sputnik şoku”nun zirvesinde dahi böyle bir şey mümkün değildi. Sistemik küresel rekabetin bu yeni aşamasının nereye varacağını göreceğiz ama Çin’in zorlu bir rakip olacağını söylemek de yerinde olur. Ayrıca, bu yeni büyük güç yarışı tümüyle yeni küresel koşullarda olacak. COVID-19 ve iklim değişikliği, küresel ekonomik ve siyasi hesabı temelden değiştiriyor, değiştirmeye de devam edecek.
Eğer insanlık sera gazı emisyonlarını, küresel ısınmayı kontrol altında tutmak için gereken tempoda azaltmayı başaramazsa, geri dönüşü olmayan ve kontrol altına alınamama ihtimali olan bir küresel krizler çağına girecek. Daha da kötüsü, karşımızdaki sorular daha yakın işbirliği gerektirse dahi, bu yeni küresel rekabet dinamikleri nedeniyle büyük güçler yoğun çatışma doğrultusuna girecek. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in savaşının asıl trajedisi de bu. Ukrayna krizi, acımasız yıkım ve tarifi mümkün olmayan acıların dışında, insanlığın çok da sahip olmadığı değerli zamanına mal oluyor.
ABD ve dünya demokrasisinin geleceği
Burada son bir krizden daha bahsetmek gerek. Tüm bu küresel karmaşada, ABD’nin istikrarlı ve işleyen bir demokrasi olarak geleceğine gölge düşüren derin iç sorunları var. 6 Ocak 2021’de ülke tarihindeki ilk darbe girişimi yaşandı. Temsilciler Meclisi 6 Ocak Komisyonu’nun belirttiği gibi, Donald Trump eyalet seçim yetkililerini baskı altına alarak, “sahte” Seçmen Kurulu listeleri hazırlayarak ve de sonunda da bir linççi grubu ABD Kongre Binası’na zorla girmeye kışkırtarak, 2020 seçimlerini geçersiz kılmaya çalıştı. Amerikan demokrasisi böyle bir şeyin tekrar yaşanmasını engelleyecek kadar toparlandığını kanıtlar mı yoksa Trump ya da Trump benzeri bir figür 6 Ocak “denemesi”nin başaramadığını başarır mı?
Bu soru, sadece ABD ve demokrasisi bakımından değil, müttefikleri ve daha geniş anlamda insanlığın geleceği bakımından da belirleyici. 2024 başkanlık seçimleri, uygarlığı ve gezegeni doğrudan etkileyecek ilk seçim olabilir. 21’inci yüzyılda dünyanın akıbetinin, dünyanın en eski demokrasisince ve son 75 yılın uluslararası düzenine imza atmış bu ülkede belirlenecek olması tesadüf değil.