Ana SayfaHaberlerDAEŞ modern vahşetin yeni kuklasıdır

DAEŞ modern vahşetin yeni kuklasıdır

 

RÖPORTAJ: İsa Tatlıcan / Sabah gazetesi

 

Türkiye-Rusya ilişkilerinde yaşanan kriz, DAEŞ'in Türkiye'deki terör eylemleri, İran-Suudi Arabistan gerilimi, Suriye'deki iç savaş, mülteciler sorunu ve PKK terörü… Türkiye ve islam dünyası zor bir süreçten geçiyor. Türkiye bu sorunların çözümü noktasında belirleyici rol üstlenen birkaç ülkeden biri. Türkiye'nin atacağı her adımın, söyleyeceği her sözün büyük önemi var. 

Peki Türkiye bu zor süreçten güçlenerek çıkacak mı? Sadece Türkiye'yi değil islam coğrafyasını yakından ilgilendiren meselelerle ilgili tüm sorularımızı Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'a sorduk. 

 

İran ambargosunun kaldırılmasında önemli rol üstlendik

-En güncel konudan başlayalım. Türkiye'nin baştan beri karşı olduğu İran'a batı ambargosu kaldırıldı. Bu bizim ne anlam ifade ediyor? 

İran'ın barışçıl nükleer enerjiye sahip olmasını biz her zaman destekledik. Nükleer meselenin müzakereler yoluyla çözülmesi için gayret gösterdik, kolaylaştırıcı bir rol oynadık. Brezilya ile birlikte yapılan 2010 Tahran Deklarasyonu, bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Biz o zaman İran'a karşı uygulanan yaptırımlara da karşı çıktık. Bunun meseleyi çözmeyeceğini söyledik. Nitekim son iki yılda yaşananlar ve nükleer anlaşma bunun doğruluğunu teyit etti. İran'a yönelik ambargonun kaldırılması önemli bir fırsattır. İran ekonomisinin ve toplumunun bundan istifade etmesi bizim için de memnuniyet verici bir durumdur. İran bizim önemli bir ticaret ortağımız. Türk-İran ekonomik ilişkilerinin güçlenmesi iki ülkenin de menfaatinedir. Umarım İran nükleer meseleyle ilgili ambargoların kaldırılmasını bir fırsata dönüştürür ve bunun bölge ekonomisine de olumlu yansımaları olur.
 

DAEŞ saldırınca terör, PKK saldırınca direniş!

 

-Son dönemde PKK terörünü perdeleyen, DAEŞ teröründen Türkiye'yi sorumlu tutan bu algı operasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Sultanahmet'deki saldırı DAİŞ terörünün çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi. Bu saldırıdan bir gün sonra Diyarbakır'ın Çınar mahallesinde meydana gelen terör saldırısı da PKK vahşetini gözler önüne serdi. "DAİŞ saldırınca terör, PKK saldırınca direniş" demek, hiç bir mantıkla izah edilemez. Terör örgütleri arasında "şunlar iyidir, bunlar kötüdür" diye ayrım yapılamaz. DAİŞ, el-Kaide, PKK, DHPK-C, ETA, Boko Haram terörün her türüne karşı tutarlı bir duruş sergilemek gerekir. 

 

Hükümete karşı olduğu için PKK'yı destekliyorlar

 

-PKK terörünü bir direniş gibi göstermeye çalışanlar da var. 

Evet son dönemde PKK terörünü aklamaya, şirin göstermeye ve estetize etmeye yönelik bir çaba var. Buna PKK dışından sol ve liberal kesimlerin destek vermesi, hatta bazı durumlarda akıl hocalığı yapması oldukça düşündürücü. Bu kişiler öteden beri PKK'lı oldukları için değil "PKK benim de karşı olduğum hükümete karşı mücadele ediyor, o zaman destekleyelim" mantığıyla hareket ediyolar. Bu son derece sorunlu bir yaklaşım tarzı. Barış ve kardeşlikten çok, savaş ve husumeti esas alıyor. 

PKK üzerinden şiddet özlemlerini tatmin ediyorlar

-Zizek ile yaptığınız tartışmada bunun altını çizmiştiniz. 

Zizek'le olan tartışmada da ifade ettiğim gibi, bazıları "solun yaptığı şiddet devrimdir, sağın yaptığı şiddet faşizmdir" varsayımıyla hareket ediyor. Şiddetin değer, değişim, yaratıcılık, vs. ürettiğini söyleyenler bile var. Şiddeti romantize etmek, onun kötülüğünü ortadan kaldırmaz. Eğer bunu solculuk adına yapıyorlarsa ortada vahim bir durum var demektir. Solun "devrimci şiddet" teorisi aslında çoktan terkedildi. Ama şimdilerde bazıları PKK terörü üzerinden şiddet özlemini tatmin etmeye çalışıyor. 

"Devlet katliam yapıyor" yalanı

 

-"Devlet katliam yapıyor" söylemine ne diyeceksiniz? 

Erdoğan-karşıtlığını siyaset yapmak zannedenler, büyük bir savrulmanın içinde. Kim Erdoğan'a saldırırsa hemen onun arkasında saf tutanlar var. "Devlet katliam yapıyor" yalanı büyük bir akıl tutulmasının tezahürü. Burada hep birlikte bir muhasebe yapmamız gerekiyor. Terör ve şiddetin her türüne koşulsuz bir şekilde karşı duralım. PKK'nın silah bıraktığını görelim. Ondan sonra çözüm sürecinin nasıl ilerleyeceğini konuşalım. Şehir merkezlerinde işgal girişimleri devam ederken bunları görmezden gelerek "şiddet olmasın, müzakere yapılsın" demek siyasi naiflik değilse art niyetliliktir. Çatışmalar dursun diyenlerin bu çağrıyı güvenlik güçlerine değil terör örgütüne yapması gerekir. Güvenlik güçlerini suçlayanların ve barış, demokrasi, kardeşlik, insanlık, vs diyenlerin bu güne kadar PKK'ya karşı açık ve net bir mesaj verdiklerini görmedik. 

Türkiye DAEŞ'in hedefi haline geldi

 

– Sultanahmed'teki DAEŞ saldırısının hedefi nedir? 

Sultanahmed'deki saldırı, DAİŞ'in Suriye savaşını Türkiye ve ötesine taşıma planının bir parçası. Daha önce Irak, Lübnan, Fransa ve Amerika'da yaptıkları saldırılar da aynı hedefe matuftu. Türkiye DAİŞ'e karşı hem ülke içinde hem de sınır ötesinde yoğun bir mücadele veriyor. Bugüne kadar 120 ülkeden yaklaşık 35 bin kişiye ülkeye giriş yasağı kondu. 100 ülkeden yaklaşık üç bin kişi sınır dışı edildi. Binden fazla DAİŞ şüphelisi göz altına alındı. Bunlar şu anda yargılanıyor. Ayrıca Türkiye uluslararası koalisyonun bir parçası olarak İncirlik'i koalisyon uçaklarına açtı ve hava sahasını kullandırıyor. Bütün bunlar DAİŞ'in gözünde Türkiye'yi hedef haline getiriyor. 

DAEŞ modern vahşetin yeni kuklası

 

– Peki nereden çıktı DAEŞ saldırganlığı? 

 

Din adına masum insanları öldüren barbarların İslam'la bir ilgisi yok. DAİŞ, modern zamanların ürettiği modern vahşetin yeni kuklaları. Ortadoğu siyaseti ve göçmen karşıtı İslamofobik söylemler DAİŞ üzerinden tanzim ediliyor. İran'dan Rusya'ya, Esed rejiminden Avrupa'daki ırkçı hareketlere kadar herkes DAİŞ'i bahane ederek kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. O yüzden de DAİŞ'in varlığından ve barbarlıklarından aslında memnunlar. DAİŞ'i ortadan kaldırmak için gerçekten güçlü ve samimi bir irade olsa, bu örgüt kısa sürede yok olur. Fakat sistemin ihtiyaçlarına cevap verdiği için yaşamasına izin veriliyor. 

DAEŞ ve Esed rejimi birbirini destekliyor

 

– Kim destekliyor bu örgütleri? 

Suriye'deki savaş devam ettiği müddetçe DAİŞ ve benzeri örgütler kendilerine elverişli bir ortam bulacaklar. DAİŞ ve Esed rejimi birbirini destekliyor. İkisinin de birbirine ihtiyacı var. Suriye halkının ve dünyanın bu iki canavardan kurtulması gerekiyor. Kafa kesen teröristle varil bombaları kullanarak ekmek kuyruğunda bekleyen kadın ve çocukları öldüren rejim arasında ne fark var? Tıpkı DAİŞ gibi PKK da Suriye savaşını bahane ederek kendine yeni iktidar ve nüfuz alanları açmaya çalışıyor. Batının sevmediği teröristlere karşı savaştığını söyleyerek kendi terörizmini meşrulaştırmaya çalışıyor. Bunu kabul etmek elbette mümkün değil. Terörizm konusunda çifte standart uygulamak, sadece terörün işine gelir.

Sultanahmet'e yapılan saldırı medeniyet bilincine yapılmıştır

– Peki neden Türkiye, neden Sultanahmed? 

Sultanahmet meydanının seçilmesinin ayrıca bir başka anlamı var. Bu meydan DAİŞ ideolojisinin tam zıddıdır. Zira burada binlerce yıl öncesine giden kadim bir tarih birikimi var. Ayasofya ve Sultan Ahmet camileri var. Burayı ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler var. Yani Sultan Ahmet meydanında inanç, tarih, kültür, medeniyet, estetik ve çoğulculuk bir aradadadır. Bunların verdiği şudur: Kendi şuurunda olarak dünyaya açık olmak. Kendi tarih ve medeniyet birikimine dayanan ama dünyaya da açık olan bir medeniyetin, Anadolu İslamının bir sembolüdür Sultan Ahmet meydanı. DAİŞ ideolojisi ise bu değerlerin hiçbirini kabul etmez. O yüzden bu saldırı aynı zamanda bu tarihe, medeniyet bilincine ve evrensel değerlere yapılmış bir saldırıdır. 

Şimdi bizim yapmamız gereken bu değerleri sembolize eden Sultan Ahmed'i ve benzer mekanları daha fazla sahiplenmek, daha fazla anlatmak, daha fazla insanın gelip görmesini sağlamaktır. Bu yüzden geçtiğimiz Cuma namazını Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte Sultan Ahmet caminde kıldık. Milletimizin de muazzam bir teveccühü vardı. Sultan Ahmet meydanının temsil ettiği dini, tarihi ve estetik derinlik, DAİŞ barbarlığını mutlaka alt edecektir. 

Mezhep çatışmaları en büyük tehdit

 

-İslam dünyası yüzyıllar sonra yeniden mezhep kökenli çatışmanın ortasında kaldı. Bu çatışmanın kaynağı gerçekten mezhepsel farklılıklar mıdır? Yoksa meselenin siyasi bir boyutu var mı? 

Mezhep çatışması İslam dünyasının önündeki en büyük tehditlerden biri. Devletler-arası ihtilafların tersine mezhep çatışması, dini ve sosyolojik boyutlara sahip ve nesiller boyu derin izler bırakabilir. Fakat burada şunun altını çizmek lazım: İslam dünyasında mezhep-temelli bir çatışmadan ziyade mezhep kimliğini kullanarak ulus-devlet çıkarlarını önceleyen bir mücadele var. Sünni-Şii ihtilafı diye gündeme getirilen konulara baktığınızda Irak'taki siyasi sorunlar ve güvenlik tehditleri, İran'ın Suriye'de Esed rejimine destek vermesi, Lübnan'daki gerilimler, Hizbullah'ın Esed'in yanında Suriye savaşına girmesi, İran'ın kendini dünya Şiilerinin hamisi gibi görmesi, Suudi Arabistan'ın verdiği tepki, Bahreyn'deki olaylar, Yemen krizi, Sünni ve Şii müslümanların birlikte yaşadığı toplumlardaki sınıf çatışmaları, vs…– bunlar doğrudan Sünnilik ya da Şiilikle ilgili konular değil. Burada daha ziyade ulus-devletler arasında süren bir güç ve nüfuz mücadelesi var. Konjonktürel olarak Irak'ın işgali ve sonrasında yaşananların adeta Şiilerin Sünnilerden intikam alması gibi yansıtılması da Arap dünyasında mezhep gerginliğini tetikleyen hadiselerden biri oldu. Burada Bush dönemi politikalarının – bilerek veya bilmeyerek– bu sürece çok olumsuz katkıları oldu. 

Temel sorun mezhep değil, ulusal çıkar

-Temel sorun mezhep değilse nedir? 

Temel sorun, ulus-devlet kimliğinin diğer bütün değerleri ve öncelikleri bastırması. Daha da kötüsü, Sünni ve Şii gelenekleri istediği gibi kullanması ve araçsallaştırması. Oysa bu yaklaşım hem küreselleşmeye hem de ümmet fikrine aykırı. Küreselleşmeye aykırı çünkü ulus-devletler tek başlarına, dünyaya kapalı bir şekilde hareket edemeyeceklerini görüyorlar. Bünyesinde bir çok ulus-devleti barındıran Avrupa Birliği gibi büyük çatılar, küreselleşmenin tehditlerini fırsata çevirmek için kuruldu. Şangay İşbirliği Örgütü, ASEAN, NAFTA gibi bölgesel ittifaklar ve platformlar da ulus-devlet yapılarıyla küreselleşme arasındaki dengeyi sağlamaya yönelik girişimler. Ulus-devletçiliğin her şeyin önüne geçmesi ümmet fikrine de aykırı. İslam ülkeleri birlik ve beraberlik içinde hareket edebilse terör, geri kalmışlık, fakirlik, adil paylaşım, kaynakların etkin kullanımı, genç nesillerin yetiştirilmesi ve istihdamı, uluslararası akademik başarı, bilim ve teknolojik, geleneğin muhafazası gibi pek çok sorun daha yönetilebilir hale gelecek. Fakat mikro çıkarlar için ortak maslahat feda ediliyor ve bundan herkes zarar görüyor. 

Çözüm ümmet bilinci

 

-Çözüm nedir peki? 

Sünniler ile Şiiler arasında daha sağlıklı bir iletişim kurulması şart. Bunun için Müslüman alimlere ve siyasi liderlere büyük görevler düşüyor. Biz Sünniler ve Şiiler, aynı çınarın farklı kollarıyız. Çınarın gövdesi tektir. Kökleri tektir ve beslendiği kaynak Kur'an ve Sünnettir. Kıblemiz aynıdır. Gelenek içinde ortaya çıkan farklı yorumlar sanıldığı kadar derin ve aşılmaz da değildir. İlim ve irfan sahibi alimler bu ihtilafları doğru yorumlamakla yükümlüdür. Nasıl Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli mezhepler arasında yorum farkları varsa, Şii ve Sünni ekoller arasında yorum farklarının olması normaldir. 
Bunları "rahmet" olarak group "kesrette vahdet" ilkesiyle hareket etmemiz gerekiyor. İmam Ebu Hanife ile İmam Cafer es-Sadık'ın, Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaş-ı Veli'nin, İbn Arabi ile Molla Sadra'nın ilişki düzeyini bugün yeniden inşa edebiliriz ve etmek zorundayız. 

 

Batı'nın yeni bir düşmana ihtiyacı var

 

– 11 Eylül saldırılarından bu yana islam ve şiddet kelimesi çok sık yanyana kullanılmaya başlandı. Bu çok ciddi bir imaj sorunu haline geldi. İslam dünyası bu krizden nasıl kurtulacak? 

İslam ve şiddet söylemi 11 eylül öncesine gider. Fakat Soğuk Savaş'ın ve iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinden sonra küresel sistemin yeni bir düşmana ihtiyacı vardı. Zira modern uluslararası sistem antagonistic bir yapıya sahip. Yani karşıtlıklar ve düşman algısı üzerinden şekilleniyor. Bu manada dualist ve manikeist dürtülerle hareket ediyor. Yani mutlak iyiyle mutlak kötünün savaşına sahne olan bir düzen. Burada herkes kendini mutlak iyi olarak görüyor ve mutlak bir kötüye ve ötekine karşı mücadele ettiğini düşünüyor. 90'lı yıllardan itibaren inşa edilen sözümona "İslam tehlikesi" ve "yeşil tehdit" böyle bir bağlamda üretildi. İslamın ötekileştirilmesi ve Müslüman karşıtlığının sıradanlaştırılması, dün 11 Eylül saldırıları ve el-Kaide üzerinden yapılırken, şimdi DAİŞ üzerinden yapılıyor. Küresel sistem ihtiyaç duyduğu ayarları, İslam tehdidi üzerinden yapıyor. Bir zamanlar Yahudiler üzerinden yürütülen algı operasyonları ve çarpıtma siyaseti, şu sıralar İslam ve Müslümanlar üzerinden yapılıyor. 

DAEŞ saldırganlığı üzerine kafa yormak lazım

 

– İslam dünyasında belirgin bir radikalleşme olmadığını söyleyebilir miyiz? 

Bunlara elbette karşı çıkmak durumundayız. Öte yandan İslam dünyasının radikalleşme, şiddet ve terör meselesine yakından eğilmesi gerekiyor. DAİŞ gibi sapık ve sapkın ideolojiler nasıl ortaya çıkıyor? Gençleri nasıl yanına çekebiliyor? Bu cinayetleri nasıl işleyebiliyor? Bunlar üzerinde çok ciddi kafa yormamız ve bu sapkınlığın teolojik, felsefi, fıkhi ve sosyolojik köklerini kurutmamız gerekiyor. Bu tür hareketler başkalarından çok en fazla Müslümanlara ve İslam dünyasına zarar veriyor.

Türkiye Rusya ile gerilimi düşürmek istiyor

 

– Rusya ile yaşadığımız uçak krizinden ne durumdayız? Rusya krizi tırmandırmaya devam etme eğiliminde mi yoksa normalleşmenin işaretleri gelmeye başladı mı? 

Rusya'nın şu ana kadarki eylem ve söylemleri yapıcı değil. Sorunu çözmekten ziyade derinleştirerek kazanç elde etmeye çalışıyorlar. Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan tavırlar sergileniyor. Rusya'nın bölgede İran-Esed rejimi hattına sıkışması rasyonel bir politika değil. Bu ne Suriye krizinin çözümüne katkı sunar ne de bölgede Rusya'nın saygınlığına ve etkinliğine katkı sunar. Biz angajman kuralları çerçevesinde uçağın düşürülmesi meselesinin diplomatik yollardan ve müzakere edilerek çözülmesi teklifimizi her fırsatta yeniliyoruz. 

 
Rusya sivilleri ve masumları vurmaya devam ediyor

 

– DAEŞ'i değil Türkmenleri ve Suriye'deki ılımlı muhalifleri vuran Rusya bu tutumunu sürdürüyor mu? 

Rusya Suriye'de DAİŞ'le mücadele ettiğini iddia ediyor ama aslında Esed rejiminin verdiği koordinatlar çerçevesinde muhalifleri vuruyor, sivilleri öldürüyor. Muhaliflere karşı toplu imha ve yıldırma taktiği uyguluyor. DAİŞ'le mücadele, Suriye'ye yerleşme politikasının bahanesi haline gelmiş durumda. Oysa DAİŞ'e karşı gerçekten bir mücadele verilecekse bu Esed rejiminin yanında durarak değil, muhalifleri destekleyerek, Suriye halkını koruyarak ve ortak bir stratejiyle yapılabilir. 

Suriye konusunda Barı samimi değil

 

– Suriye meselesi klitlendi mi? Kalıcı bir çözümden ümitli misiniz? 

Suriye'de kalıcı ve adil bir çözüm için siyasi geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi gerekiyor. BM'nin önerdiği yeni süreç bir şanstır. 18 aylık bir sürede ateşkes sağlanması, geçiş hükümetinin kurulması, yeni bir anayasa yazılması ve seçime gidilmesi… bunlar uluslarararası mutabakata dayalı makul adımlar. Fakat Esed rejimi katliamlarına devam ettiği müddetçe bu planın hayata geçmesi mümkün değil. Rusya ve İran'ın Suriye sahasındaki askeri hareketliliği BM geçiş sürecini sekteye uğratacak görünüyor. 

İran'ın verdiği tepkinin ardında güç mücadelesi var

– İran-Suudi Arabistan arasında giderek derinleşen idam krizi bölgede yeni bir çatışmanın habercisi mi? 

Hayır ama bunun önüne geçmek için hep birlikte çaba sarfetmemiz gerekiyor. Burada herkesin kendi doğal güç ve nüfuz sınırlarına geri çekilmesi ve işlevsel bir bölgesel güç dengesinin kurulması gerekiyor. Şii milis güçleri üzerinden nüfuz arayışı ne kadar yanlışsa, Şii-karşıtlığı ekseninde hareket edilmesi de o kadar yanlış. İdam konusuna İran'ın verdiği tepkinin arkasında bölgedeki güç mücadelesi var. Irak'tan Lübnan'a, Bahreyn ve Yemen'den Suriye'ye uzanan bir güç çatışması bu. Burada Şii-Sünni ihtilafı yok; ulus-devletlerin güç ve nüfuz mücadelesi var. Maksimalist talepler her zaman geri teper ve karşıtını üretir. Herkesin bilendiği ve karşıtını yok etme noktasına geldiği bir ortamda bölgesel nüfuz etseniz ne işe yarar? Sıfır toplamlı yaklaşımlar yerine kazan-kazan ilkesini esas almak ve gerilimi düşürmek için çalışmamız lazım. 

Mısır hükümeti normalleşirse ilişkilerimiz de normalleşebilir

 

– Mısır'da ilişkilerimiz hangi durumda? Mısır'da dünyanın gözü önünde bir askeri darbe yapıldı, beş bine yakın insan öldürüldü, kırk bin civarında insan hapse atıldı. Bunların hiç biri olmamış gibi hareket edemeyiz. Eğer Mısır normalleşme yolunda adımlar atarsa bu elbette Mısır halkı için de Türkiye-Mısır ilişkileri için de yeni fırsatların doğmasına imkan sağlayabilir. 

 

Türkiye Mısır'da herhangi bir grup ya da partiyi değil demokratikleşme sürecini destekledi. Mısır'a yaptığımız ziyaretler ve yardımlar, Mursi seçilmeden önce başladı. O zaman Mursi'nin adaylığı bile söz konusu değildi. Mursi değil bir başka aday seçilseydi ve demokratik süreçler devam etseydi Türkiye Mısır'a her konuda yardımcı olmaya devam edecekti. Fakat darbe bütün süreci tersine çevirdi. Türkiye Mısır'da ilkeli bir duruş sergiledi ve darbeye açıkça karşı çıktı. Buna mukabil dünyanın önde gelen demokrasileri kendi değerlerini askıya alarak darbeyi kabullendiler ve meşrulaştırdılar. 
Bu gerçekler ortadayken "İslam ülkeleri demokrasiye hazır değil" diyenler olabiliyor. Bu doğru değil. İslam ülkeleri demokrasiye hazır. Batı, İslam ülkelerinde demokrasiye hazır değil. 

İsrail tehlikeli politika izliyor

 

-Türkiye-İsrail ilişkileri geçtiğimiz haftaların gündem konusuydu. İlişkilerimizde normalleşme yolunda bir adım atılacak mı? Türkiye'nin bu konuda öne sürdüğü şartlar hala geçerli mi? 

 

Normalleşme konusunda Türkiye'nin şartları bellidir ve kamuya da ilan edilmiştir. Burada herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Bütün şartlar — yani özür, tazminat ve ambargonun kaldırılması — yerine geldiğinde normalleşme için adımlar atılabilir. İkili ilişkilerin yanısıra İsrail'in işgal politikalarının devam etmesi, ortadoğu barış sürecine hiç bir şekilde katkı sunmuyor. Son dönemde Mescid-i Aksa etrafında yaşanan gelişmeler de son derece tehlikeli. Bunları kabullenmemiz mümkün değil. 

Zizek gerçekleri gizliyor

-Slovoj Zizek ile aranızda geçtiğimiz günlerde PKK'nın meşru zemine oturma çabası, Gezi Süreci, hak ve özgürlüklerin çerçevesinde bir tartışma yaşandı. Slovoj Zizek'in PKK'yı meşru gören söylemini nasıl değerlendireceksiniz? Bu tartışmada eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

 

Zizek gibi batılı sol liberal aydınlar Türkiye konusunda bilerek veya bilmeyerek yanlı ve yanlış kaynaklardan besleniyorlar. Bazen en temel olgularda bile vahim hatalar yapıyorlar. Nitekim Zizek de cevabi yazısında bunu itiraf etti ve kaynaklarının yanlış olduğunu kabul etti. Makul eleştiriye her zaman açığız. Yapıcı eleştiriler bize güç katar, hatalarımızı görmemizi ve ortak akılla doğruya ulaşmamızı sağlar. Bu yöndeki eleştirilerden istifade ettiğimizi de belirtmek isterim. 

Fakat gerçeklerle ilgisi olmayan, Türkiye karşıtı propaganda haberlerini esas alarak bir ülke analizi yapar ve temelsiz ithamlarda bulunursanız kendi inandırıcılığınızı yitirirsiniz. 
Batılı ülkelerde en sert güvenlik tedbirleri alındığında – ki örneklerini İngiltere, Fransa ve Amerika'da gördük, görüyoruz-bunlar kamu güvenliği için atılmış adımlar olarak görülüyor. Türkiye aynı tedbirleri aldığında baskı, hak ihlali, otoriterlik, vs. olarak lanse ediliyor. Batılı sol aydınlar, batıdaki bu tür uygulamalara da itiraz ediyorlar bazen. Fakat orada genellikle somut ve spesifik tedbirleri eleştiriyorlar. Türkiye – ve aslında batı-dışı toplumlar – söz konusu olduğunda ise bir anda totalci ve özcü hükümler vermeye başlıyorlar. Batıya yöneltilen sofistike eleştiriler batı dışına yönelince bir anda sokak aktivizmi seviyesine iniyor. 

Umarım daha sağlıklı ve seviyeli bir tartışma iklimini hep birlikte inşa edebiliriz. 

- Advertisment -