“Tanrı’ya cidden kızgındım. ‘Yani, iyi olan her şey adına, bunların olmasına nasıl izin verirsin?’ derdim. Ama eninde sonunda iyinin, doğrunun, adaletin galip geleceğinden şüphem yoktu.”
Desmond Mpilo Tutu, 7 Ekim 1931’de Güney Afrika’nın Klerksdorp kasabasında doğdu. Babası bir öğretmen, annesi ev kadınıydı. Genç Tutu, onu iki yıl hastane koğuşlarına mahkûm eden tüberküloz illeti nedeniyle hep doktor olmayı istedi. Hatta tıp fakültesini kazandı.
Ancak ailesi ücretleri karşılayabilecek durumda değildi. Bu yüzden öğretmenliği tercih etti.
“Hükümet öğretmen olmak isteyenlere burs veriyordu. Öğretmen oldum ve bundan hiç pişman olmadım.”
Güney Afrika okullarında Siyah öğrencilere gösterilen muameleden zaten muzdarip olan Tutu 1953’te ülkenin eğitim sistemini ırksal ayrıma tâbi tutan Bantu Eğitim Yasası’nın kabul edilmesiyle dehşete düştü, protesto etmek için istifa etti. Kısa bir süre sonra, Johannesburg piskoposu, onu rahipliğe kabul etti.
Gençlik yıllarında, 1950’lerde Johannesburg’un bir kenar mahallesinde erken dönem apartheid karşıtı rahip Trevor Huddleston’dan etkilendi.
1960’lar ve 1970’ler Güney Afrika için çalkantılı zamanlardı. Mart 1960’ta, Sharpeville katliamında Güney Afrika polisinin bir protestocu kalabalığa ateş açması sonucu 69 kişi hayatını kaybetmişti.
Tutu’ya ilham kaynağı olan bir başka isim, vaazlarında şiddetsizlik çağrısında bulunan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) lideri Lutuli’ydi. Sharpeville katliamının olduğu yıl Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş, ödülün ilan edildiği gün ülkeyi terk etmesi yasaklanmıştı. (Hükümet sonunda ödülünü alması için birkaç günlüğüne gitmesine izin vermişti.)
1964’te ülkenin yakın tarihinin en önemli olaylarından biri gerçekleşti: Apartheid’a karşı pasif direniş yürüten Afrika Ulusal Kongresi’nin silahlı kanadının ateşli lideri Mandela tutuklandı, yargılandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 70’lerin başında, hükümet milyonlarca siyahı “anayurt” (homeland) denilen alanlarda yerleşmeye zorladı.
Tutu, bu yılların çoğunu Büyük Britanya’da geçirdi ve nihayet 1975’te Johannesburg’daki St. Mary katedraline başrahip olarak atandı ve ülkesine kesin olarak döndü. Ertesi yıl Lesotho piskoposu olarak kutsandı. Mayıs 1976’da başbakana yazdığı, onu huzursuzluk konusunda uyardığı mektupla ün kazandı.
Bir ay sonra ülke yeniden karıştı. Soweto’daki ayaklanmada 600’den fazla kişi öldü.
Hükümet siyahlara karşı ağır yasalar çıkararak baskı dozunu artırdıkça, Tutu da giderek daha açık sözlü olmaya başladı. Aldığı tavır nedeniyle özellikle Güney Afrika’daki beyazların nefret objesine dönüştü.
Güney Afrika Kiliseler Konseyi’ndeki bir meslektaşı o günleri şöyle anlatıyor: “Onun ahlaki duruşu hem silahı hem de kalkanıydı, bu da pek görülmeyen bir cezasızlık hali içinde onun zalimlere karşı koymasını sağladı.”
Apartheid karşıtı direniş o yıllarda Amerika’da büyük ses getirdi. Güney Afrika’ya yapılan Amerikan yatırımlarına karşı kampanya başlatıldı ve Kongre, 1987 Rangel Değişikliği ile geri adım atarak protestolara destek verdi. Birleşmiş Milletler’in de uygulamaya başladığı kültürel boykotu, Special AKA’nın “Özgür Nelson Mandela”sı ve Apartheid’a Karşı Birleşik Sanatçılar’ın “Sun City”si gibi rejimi zorlayan popüler şarkılar izledi.
Tutu da kırmızı cübbesiyle verdiği vaazlarla daha geniş kitleleri etkilemeye başlamıştı. 1984’teki Nobel Ödülü konuşmasında apartheid sisteminin önyargılarını ve eşitsizliklerini şu cümleyle özetledi:
“Kısacası, birçok yönden zengin olan bu toprak, ne yazık ki adaletten yoksun.”
Ülkesi hakikaten adaletten bir süre daha yoksun olacaktı: Suikastlar, ölüm mangaları, patlamalar… 1988’de, Cape Town başpiskoposu seçildi. İki yıl sonra, Güney Afrika’daki Anglikan Kilisesi’ne başkanlık eden ilk siyah oldu. Tutu, Güney Afrika parlamentosuna apartheid karşıtı bir dilekçe verirken gözaltına alındı.
Ama devran dönüyordu. Ertesi yıl Cape Town’da 20 bin kişilik bir yürüyüşe öncülük etti. Geçtiğimiz ay vefat eden F.W. de Klerk, 1989’da ülkenin yeni başkanı seçilmişti ve apartheid yasalarını gevşetmeye başlamıştı. Sonunda, 11 Şubat 1990’da Mandela 27 yıllık hükümlülüğün ardından hapishaneden serbest bırakıldı.
Dört yıl sonra, 1994’te Mandela başkan seçilecekti. Tutu için o seçimlerde ilk kez oy kullanabilmek ve Mandela’yı ülkenin yeni cumhurbaşkanı olarak sunmak, hayatının en güzel anlarıydı:
“Açıkçası o an tanrıya, artık ölsem de gam yemem dedim.”
Fakat Tutu’nun işi henüz bitmemişti. 1995’te Mandela, apartheid yıllarındaki insan hakları ihlallerini ele almak için onu Tahkikat ve Uzlaşma Komisyonu (TRC) başkanlığına atadı. Güney Afrika siyasetini şekillendiren TRC’nin 1996’daki ilk duruşmasında kendini tutamayıp göz yaşlarına boğulması hâlâ hatırlanıyor.
TRC, ilk raporunu 1998’de hükümete iletti. Tutu, aynı yıl Desmond Tutu Peace Trust’ı kurdu.
90’ların sonunda öğretmenliğe geri döndü, Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nde iki yıl misafir profesör oldu ve daha sonra Cambridge, Massachusetts’teki Piskoposluk İlahiyat Okulu’nda ders verdi, kitaplar yazdı. “Affetmeden Gelecek Yok” ve “Tanrı Hıristiyan Değildir” kitapları bu dönemde çıktı.
2010 yılında kamu hizmetinden emekli olsa da cesur çıkışlar yapmaktan vazgeçmedi. 2014’te İsrail’i boykot çağrısında bulundu ve eski ABD Başkanı George W. Bush ile eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in Irak savaşındaki sorumlulukları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde “hesap vermeleri” gerektiğini söyledi.
Eşi Prens Harry ile İngiltere kraliyet ailesinden çekilen Meghan Markle ve kızı Diana Lilibet ile birlikte.
Tutu, kendine has kıkırdama benzeri gülüşüyle ve mizahıyla da sevildi. Tüm bu sevgiye ve şöhrete rağmen, CNN’e verdiği bir röportajda “müthiş bir insan” gibi hissetmediğini söylüyor:
“Büyük adam nedir ki? Sadece inanılmaz, gerçekten inanılmaz fırsatlara sahip oldum. Bir kalabalığın içinde göze çarpıyorsan, bunun nedeni her zaman başkalarının omuzlarında taşınıyor olmandır. Beni sadece burnum büyük diye bu kadar sevdiler. Ha bir de kolay bir ismim var, Tutu.”