Yusuf Ekinci’nin Kürt sekülerleşmesinin sol ve sosyalist temellerini, kuşaklar arasındaki farkları ve Kürtlerin hem siyasal iktidarla hem de İslam ile kurduğu ilişkiyi incelediği kitabı “Kürt Sekülerleşmesi / Kürt Solu ve Kuşakların Dönüşümü” İletişim Yayınları’ndan çıktı. Ekinci’yle kitabı hakkında konuştuk.
Kitabınızda araştırma sürecinde yaşadığınız zorluklara da değinmişsiniz… Ne gibi sorunlar yaşadınız bu süreçte?
Evet, gerçekten de Türkiye akademisinde sakıncalı konulardan biri olarak görülen Kürt meselesini çalışmanın türlü zorluğu var, bunu kısmen deneyimledim. Kitapta sahada yaşadığım zorluklardan bahsettim, bu süreçte araştırmanın OHAL sürecine ve baskı ikliminin iyiden iyiye hissedildiği döneme denk gelmesinden ve meselenin politik tarafından ötürü insanların görüşlerini paylaşmaktan çekinmesi sorunu dışında her saha araştırmacısının az çok yaşayacağı zorluklar yaşadım. Bu çalışmanın esas zorluğu Kürt meselesiyle ilgili olmasıydı ve bu meseleyi resmi söylemler dışında anlamaya çalışmasıydı. Aslında Türkiye’de sadece Kürt meselesi konusunda değil resmi ideolojinin sakıncalı gördüğü diğer konularda da araştırma yapmak zordur. Bu resmi ideoloji dün seküler Kemalizm’di, bugün milliyetçi muhafazakârlık. Dünden bugüne büyük ve paradigmatik bir değişim yaşandı gibi görünüyor ama temelde pek bir şey değişmedi. Svetlana Aleksiyeviç’in İkinci El Zaman’da mikrofon tuttuğu Rus köylüsünün Rusya için söyledikleri geliyor akla: “Beş yıl içinde her şey değişebilir Rusya’da ama iki yüz yıl içinde hiçbir şey değişmez.” Devletin kutsallığı, milliyetçi hamaset, vatan-millet-bayrak diskuru, Kürt, Ermeni, Alevi meselesine bakış temelde pek değişmedi. Resmi tezlere ve söylemlere uymayan yorumlar halen “milli hassasiyetleri” harekete geçirebiliyor. Geçmişte İsmail Beşikçi, Şerif Mardin, Mesut Yeğen ve daha birçok ismin din sosyolojisi ya da Kürt meselesi gibi konularda çalışma yaptıkları için yaşadıkları sıkıntıları bugün yeni araştırmacılar benzer biçimlerde yaşamaya devam ediyor. Yanlış anlaşılmasın, bu isimleri zikretmemin nedeni benzer deneyimler yaşadığım için değil; onları, KHK’lıları ve yaşadıklarını düşününce benim yaşadığım elbette hiçbir şey.
Çalışma ufak tefek müdahalelere maruz kaldı. Bunun nedeni tek tek jüri üyelerinin görüşü değil de daha çok milliyetçi ve baskıcı siyasal konjonktürdü bana kalırsa. Çünkü haklı olarak müdahaleler daha çok hem benim hem de kendilerinin başına bir şey geleceği endişesinden kaynaklanıyordu. Tezdeki bazı yorumlar ve kavram tercihleri sakıncalı görüldü bu nedenle. Yıpratıcı bir süreçti benim için. Danışmanım ve jüri üyelerinin çoğunluğu açık görüşlüydü, ancak teze yönelik tek üyenin “terör propagandası” ithamı ve bu yöndeki eleştirileri yeterli oldu. Eleştiri öyle bir yerden kuruldu ki üyelerin buna itirazı bu “propaganda”ya destek anlamına gelecekti. Nihayetinde altı ay uzatma aldım ve sonraki savunma için metni eleştiriler doğrultusunda düzenledim. Ancak çalışmayı kitaba dönüştürürken arzu ettiğim biçimde düzenledim. Bu nedenle çalışmanın tez haliyle kitap hali arasında bazı farklılıklar var.
Kürt gençlerindeki sekülerleşme eğilimi kendini daha çok yaşam tarzında mı gösteriyor? Kitabınızda da bahsettiğiniz Kürt solunun etkisi üzerinden yeni kuşak tam olarak hangi konularda ve nasıl sekülerleşti? Solun buradaki rolü nedir?
Öncelikle kitapla ilgili bazı geri dönüşlerde de fark ettiğim bir konuyu netleştirmeme izin verin. Araştırmada Kürt soluna yakın gençlere odaklandığımdan tüm Kürt gençleri hakkında bir iddiada bulunmuyorum, ancak Diyarbakır’daki Kürt gençlerin çoğunluğundan bahsediyorum. Rawest Araştırma’nın “Kürt Gençler 2020” araştırmasına göre Türkiye genelinde Kürt gençler içerisinde HDP’ye oy verenlerin oranı yaklaşık yüzde 50. Bu kitabın da örneklemini oluşturan Diyarbakır’da sola yakın Kürt gençlerin oranı ise yüzde 70’lere yakın. Dolayısıyla kitapta “Kürt soluna yakın gençler” derken Diyarbakır’daki gençlerin bariz çoğunluğunu ve tüm Kürt gençlerin ise yarısını kastetmiş oluyorum.
Yeniden soruya dönecek olursak, Kürt soluna yakın gençler hangi konularda ve nasıl sekülerleşiyor? Bu soru araştırmaya başlarken belirlediğim temel problemdi aynı zamanda. Bu değişim temelde zihniyet değişimiyle ve önceki kuşağın anlam dünyasından yer yer paradigmatik kopuşla ilgili. Bunun bir tezahürü olarak yaşam tarzında, gündelik pratiklerde, dine ve geleneğe yaklaşımda ebeveynlerden farklılaşmaya neden olan bir değişim söz konusu. Kürt soluna yakınlık, yani bu doğrultudaki siyasallaşma, dünya görüşü temelinde yaşanan değişime paralel olarak gençlerde dine, doğaüstüne, geleneğe, dünyaya ve olaylara bakışta belirgin bir farklılaşmayı meydana getiriyor.
Özellikle 1990’lardan itibaren kitlesel bir harekete dönüşen ve toplumsal bir karşılık bulması anlamında hegemonik bir güç haline gelmeye başlayan Kürt solu, bu yönde siyasallaşan gençlerin tutum, değer, inanç, dünya görüşü ve gündelik pratiklerinde önemli değişimleri tetikledi. Bu açıdan Kürt solunun hegemonyasının belirleyici olduğu bir şehirde gençlerin siyasallaşma deneyimleri, onların ebeveynlerinden farklılaşmalarında ve sekülerleşmelerinde de belirleyici bir faktör oluyor.
Kitabın ikinci bölümü gençlerin yaşadığı bu siyasallaşma deneyimlerine odaklanıyor. Gençler ya politik bir ailede yetişerek ya da aile dışındaki muhtelif siyasal temas bölgeleri üzerinden siyasal kimlik ediniyorlar. Aile dışındaki siyasal temas bölgelerinin etkisi kişilerin deneyimlerine göre farklılaşabiliyor. Örneğin zorunlu göçe ya da işkence gibi olaylara dayanan acının siyasallaştırıcı etkisi ya da bu acılı tarihsel anlatılarla büyümek, politik akran ve arkadaş grubundan etkilenmek, bir Batı şehrinde Türk milliyetçiliğiyle olumsuz karşılaşmak, Kürt solu lehine yayın yapan gazete/dergi/TV kanallarıyla etkileşimde olmak, bayram havasında kutlanan Newroz’lara katılmak ve politik atmosferi güçlü bir semtte ve şehirde büyümek gibi deneyimler Kürt gençlerin siyasal kimliğinin şekillenmesinde belirleyici olabiliyor.
Tüm bu siyasallaşma deneyimleri, gençlerin sekülerleşmelerinin temelini oluşturuyor. Diğer bir ifadeyle bu siyasallaşma deneyimleri onların ebeveynlerine kıyasla dine/geleneğe mesafeli olmasına, gündelik hayatlarında tutum ve davranışlarını belirleyen normların dinî/metafizik olmaktan çok “akılcı” olmasına, ibadetleri terk etmelerine, görece seküler bir din ve dünya görüşüne sahip olmalarına ve toplumsal cinsiyet meselesinde (kadın ve LGBT meselesi) daha eşitlikçi ve “açık” bir tutum takınmalarına sebebiyet veriyor. Şunu da belirtmek gerekiyor, Kürt soluna yakınlık ya da siyasal kimlik genç ve ebeveyn kuşaklarda farklı alımlanıyor ve dine/geleneğe yaklaşımda farklı eğilimleri açığa çıkarıyor: Siyasal görüş ekseriyetle ebeveynlerde dindarlıkla barışıkken gençlerde dindarlığı aşındıran bir işleve sahip.
Sizce bu dönüşümün hızı normal mi? Görüştüğünüz gençlerde hangi duygular hâkim? ‘Daha özgür hissediyorlar’ diyebilir miyiz?
Kürt kuşakları arasında yaşanan değişim gerçekten de kendine özgü ve “anormal” bir hızda işliyor. Değişimin bu karakteri Kürt toplumunun modernleşmeye “gecikmiş” olmasıyla doğrudan ilişkili. Kürt toplumu bırakalım Batı modernleşmesini, Batı-dışı modernleşme örneklerine, örneğin Türk modernleşmesine kıyasla bile gecikmiş bir modernleşme deneyimi yaşadı ve yaşıyor. Türk modernleşmesi geçmişten bugüne modernleştirici politikalar üzerinden Kürt toplumunda bazı muhtemel değişimleri tetikledi. Ancak bu modernleş(tir)me politikalarının muhtevası daha çok “Türkleştirme” eksenli olduğundan “başarılı” olmaktan ziyade “karşı-ulusçu” arayışları hızlandırmak gibi niyet edilmemiş sonuçlar doğurdu.
Kürt sol hareketi böyle bir tarihsel zeminde vücut buldu ve Kürt modernleşmesinin belirleyici bir aktörü konumuna yükseldi. Özellikle 1990’lardan itibaren hem ulaşım, kentleşme, iletişim teknolojileri ve bilimsel gelişmelerin meydana getirdiği genel modernleşme süreçlerinin hem de Kürt sol hareketinin özgün etkisi Kürt toplumunda hızlı bir değişim sürecini tetikledi. Dolayısıyla Kürt modernleşmesine ve sekülerleşmesine özgünlüğünü veren ve damgasını vuran faktör Kürt sol hareketi oldu. Kürt solu, bu açıdan genel modernleşme süreçlerinin Kürt toplumu üzerindeki etkisini katalizör etkisiyle daha da hızlandırdı.
“Değişimin hızı normal mi?” sorunuz da burada cevap buluyor. Kürt toplumunda son otuz yılda etkili olan değişimler, Kürt modernleşmesinin “gecikmişliğini” telafi edecek kadar anormal bir hızda yaşanıyor. Bu değişim son iki (en fazla üç) kuşak arasına daha da belirgin yaşandığından, kuşaklar arasında farklılaşma bir “uçurum” şeklinde kendini gösteriyor. Kitapta bu değişimi “radikal sekülerleşme” kavramıyla ifade ediyorum. Bu olgu, sekülerleşmenin ılımlı versiyonu olarak tanımlanabilecek sürece yayılmış bir değişimden farklı olarak daha keskin bir dönüşümü ifade ediyor. Görüştüğüm gençlerin birçoğu dindar bir aileden, hatta bazısı medrese eğitimi almış kuşaklara dayanan bir aile geleneğinden gelip dinden uzak bir görüşü benimsiyordu. Kürt toplumunda iki kuşak öncesine kadar bu düzeyde bir farklılaşmanın görülmemesi, bu değişimin özellikle son kuşakta görünür olması, değişimin hızı ve niteliği hakkında bir manzara sunuyor. Tüm bunlarla beraber genç kuşaklarda sekülerleşme yönünde yaşanan bu değişimler yakın ve orta vadede Kürt toplumunun “dindar bir toplum” olduğu yönündeki ön kabulleri de tartışmalı kılacak gibi görünüyor.
Gençlerin ebeveynlerinden bu farklılaşma deneyimleri, onlarda ebeveynlerinin dindarlığına, geleneksel ve örfi alışkanlıklarına karşı eleştirel bir söylemi de üretiyor. Özellikle toplumsal cinsiyet meselesiyle ilgili kuşak farklılaşması gözle görülür düzeyde. Erkeklerden ziyade kadınlarda sözünü ettiğiniz “özgür hissetme” eğiliminin daha güçlü olduğunu söylemek mümkün. Kürt toplumunda verili toplumsal cinsiyet rejiminin temellerini de sarsan değişimler, eşitlikçi politikaların etkili olduğu değişim sürecinde doğan genç kadınlarla bu sürece ayak uyduramayan ebeveynler arasında bir çatışma ihtimalini artırıyor. Bu sebeple kamusal alandaki davetkâr politik dinamikler kadınlar için boğucu ve baskıcı aile yaşamından “kurtuluşun” ve ev içindeki geleneksel cinsiyet rollerinden uzaklaşmanın “özgürleştirici bir imkânı” olarak görülebiliyor.
Tam da bununla ilgili olarak Kürt gençleri toplumsal cinsiyet ve kadın meselesiyle ilgili nasıl bir değişim yaşıyor? Bu konuda kadın ve erkeklerin sekülerleşme sürecini ayrı ayrı değerlendirebilir misiniz? LGBTİ konusunda ne gibi değişimler gözlemlediniz?
Bu konudaki değişimde de siyasallaşma deneyimleri oldukça etkili. Kürt solunun politik paradigmasının (“demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü”) önemli bir bileşeni olması itibarıyla toplumsal cinsiyet eşitliği söylemi Kürt gençlerin bu meseleye dair görüşlerini belirliyor. Bu açıdan gençlerin sekülerleşme deneyimlerinde toplumsal cinsiyet meselesinin ve kadın eşitliği söyleminin önemli bir yeri var. Ebeveynler kuşağı bu meseleye geleneksel/dini temelde yaklaşırken, genç kuşakta “eşitlikçi” ve “özgürlükçü” bir vurgu hâkim. LGBTİ meselesiyle ilgili yaklaşımlarda da belirgin bir kuşak farklılaşması var. Ebeveynlerin “sapkınlık” ve “hastalık” olarak gördüğü bu konuyu gençler “özgürlük” ve “normal bir eğilim” olarak tanımlıyor.
Kadın ve erkeklerin sekülerleşme süreçleri de farklılık gösterebiliyor. Yaşanan sekülerleşmenin radikal nitelikte olması sebebiyle birçok ailede kuşaklar arasında yaşanan farklılaşmaya bir gerilim ve çatışma eşlik ediyor. Kadınların yaşadıkları değişimler ailenin erkekleri tarafından şiddetle karşılanabiliyor. Bu açıdan erkek çocuğun değişimi görmezden gelinirken ya da tolere edilebilirken, kadınların değişimi daha sert bir karşılık bulabiliyor. Kitapta ele aldığım Dara’nın hikâyesi bu olgunun iyi bir örneğiydi.
Toplumsal cinsiyet meselesi gerçekten de Kürt kuşakları arasında yaşanan farklılaşmanın oldukça özgün bir dinamiği. Tüm bu değişimler öteden beri erkek egemen kültürün belirleyici olduğu bir toplumda yaşanıyor çünkü. Martin van Bruinessen bir makalesinde Kürt toplumu için “bilinen tüm tarihi boyunca erkek egemen bir toplum” ifadesini kullanır. Bu durum, Kürt kuşakları arasında yaşanan değişimi daha da anlamlı kılıyor. Yüzyıllardır kuşaktan kuşağa süregelen müesses toplumsal cinsiyet rejiminin son kuşakla çözülmeye uğraması başlı başına hayret uyandırıcı bir değişim. Bu radikal sekülerleşmenin tipik bir örneği.
Kürt kuşakların sekülerleşmesini başka hangi konularla ilişkilendirirsiniz? Ve görüştüğünüz Kürt gençler, en çok hangi duygu/olgu ya da düşünce ile dinden soğudu/uzaklaştı? Dikkatinizi çeken ortak bir söylemleri oldu mu?
Gençler en çok hangi olgu ya da düşünce nedeniyle dinden uzaklaşıyor sorusuna net bir yanıt vermek zor. Ancak tüm Kürt gençlerinin sekülerleşmesinde belirleyici olan üç dinamikten söz edebilirim. Bunlar genel modernleşme süreci, sol/sosyalist sekülerleşme ve tepkisel sekülerleşme. Genel modernleşmeyle tüm dünyada etkisini gösteren kentleşme, bilimsel gelişmeler, eğitim imkânlarına erişim, iletişim teknolojileri ve kapitalizm gibi dinamikler üzerinden yaşanan değişimleri kastediyorum. Modernleşmeyi deneyimleyen tüm toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de ve özelde Kürt toplumunda da söz konusu dinamikler sekülerleşme sürecini hızlandırıyor. Sol/sosyalist sekülerleşme ile kastettiğim kitabın da konusunu oluşturan Kürt solunun Kürt kuşakları üzerindeki etkisi. Sekülerleşmenin bu türü Kürt toplumunda yaşanan değişimin özgün dinamiklerini işaret ediyor.
Tepkisel sekülerleşme olgusu ise Kürt gençlerinin negatif din temsillerinden ötürü yaşadıkları sekülerleşme deneyimlerini ifade ediyor. Özellikle son on yılda dinin statükoyla, devletle, iktidarla imtihanı sonucunda yaşadığı imaj kaybı, dahası Kürt gençleri özelinde Kürt Hizbullahı’nın ve IŞİD’in Kürt soluyla çatışması ve olumsuz şiddet temsilleri Kürt soluna yakın gençlerin din algısını olumsuz etkiliyor. Araştırmada bir katılımcının bu husustaki “Bunlar Müslümansa ben değilim” sözü bu olgunun bir özeti niteliğindeydi. Elbette belirtmem gerekiyor, bu deneyimi sadece Kürt gençleri yaşamıyor, son yıllarda Türkiye’de muhalif birçok genç tepkisel sekülerleşme nedeniyle dinden uzaklaşıyor.
Kitabınızda Diyarbakır merkezli dönüşüme ağırlıklı yer vermişsiniz. Doğu bölgesindeki diğer şehirler için de bu dinamikler benzer mi?
Büyükşehir olması ve Kürt solunun merkezî önem atfettiği bir şehir olması nedeniyle elbette diğer Kürt şehirlerinden farklı olarak Diyarbakır’da daha hızlı ve yaygın bir sekülerleşme süreci yaşanıyor. Nihayetinde sekülerleşmenin kentle ve kentleşmeyle doğrudan ilişkisi var. Bu açıdan daha küçük Kürt şehirlerinde ve Kürt taşrasında sekülerleşmenin Diyarbakır’da olduğu kadar yoğun olmadığı söylenebilir. Kürt solunun ve modernleşmenin etkisini gösterdiği tüm Kürt şehirlerinde benzer deneyimler yaşansa da sekülerleşmenin yoğunluğu farklılaşabiliyor. Kitabın sonuç bölümünde de değindiğim gibi Diyarbakır ve daha küçük bir Kürt şehrinde yapılacak karşılaştırmalı bir araştırma söz konusu farklılığı açığa çıkarabilir.
İnançlı ve sosyalist genç örneklerinden de bahsetmişsiniz. Bu eğilimin nedenleri nedir sizce?
Evet, bazı katılımcılarda sol ve İslâmî ufukları kaynaştırma eğilimi oldukça belirgindi. Bazı gençler geleneksel din anlayışlarına karşı sol yönelimli ve ezilenlerden yana bir İslam yorumu geliştirmeleri, muhalif tutumları, adalet ve sınıf eşitliği yönündeki söylemleri sebebiyle Ali Şeriati ve İhsan Eliaçık gibi isimleri yakından takip ediyor. Bu isimlerin de etkisiyle, iktidarların lehine yorumlandığını düşündükleri geleneksel din anlayışından uzaklaşarak daha muhalif, “akılcı” ve sol bir İslam yorumunu benimsiyorlar. Bu konuda özellikle İhsan Eliaçık’ın Demokratik İslam Kongresi toplantılarına katılması ve Kürt meselesi hakkında demokratik ve eşitlikçi bir söylem ortaya koyması da etkili olmuş görünüyor.
Söz konusu ufukları kaynaştırma eğiliminin çeşitli nedenleri var elbette. Ana-akım Kürt siyasi hareketinin sol/sosyalist bir dünya görüşüne dayanması ve geleneksel dini anlayışlara yönelik eleştirel mesafesi, özelde Demokratik İslam Kongresi gibi Kürt solu ile Kürt İslamı’nı barıştırmaya dönük girişimler mezkûr İslâm yorumlarını gençler için cazip kılmış görünüyor. Dahası İslâmî ve sol ufukları kaynaştıran yorumlar, dini alanı terk etmeden “sol/sosyalist” dünyayla irtibat kurmaya imkân tanıdığından birçok Kürt için cazip bir alternatif olarak görülebiliyor.
Sizce bu sekülerleşme süreci geri döndürülebilir mi, yani de-sekülerleşme yaşanabilir mi Kürt toplumunda? Söz konusu gençler tekrardan dine dönebilir, seküler hayatından vazgeçebilir mi?
Elbette, böyle bir ihtimal her zaman var. Ancak bu ihtimal vurgusunu, bir sosyal bilimcinin geleceğe dair ihtiyatlı yorumlar yapması ve her zaman başka ihtimallere de şans vermesi gerektiğini düşündüğüm için yapıyorum. Yoksa mevcut koşullar sürdüğü müddetçe, yani modernleşme sürecini tersine döndürecek paradigmatik bir değişim yaşanmadıkça genel bir de-sekülerleşme sürecinin yaşanması mümkün görünmüyor. Sosyal bilimciler verilerden hareket eder ve geleceğe dair yorumlarını da mevcut toplumsal değişimlerin ve kuşaksal eğilimlerin görünür sınırları dahilinde yapar. Ötesi kâhinlerin işi zaten.
Kürt toplumunun geleceği hakkında mevcut toplumsal değişim süreçlerinin izin verdiği bazı yorumlar yapmak mümkün tabii. Yukarıda da vurguladığım gibi Kürt kuşakları arasında birçok faktörün etkisiyle ve özelde Kürt solu lehine yaşanan siyasallaşmanın bir tezahürü olarak hızlı bir sekülerleşme süreci yaşanıyor. Bu sekülerleşme deneyimlerinin sonraki kuşaklar üzerinde de etkili olacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Kitapta da vurguladığım gibi hem genç nüfusta sekülerleşme eğiliminin güçlü olması, hem de seküler ebeveynlerin çocuklarının sekülerleşmeye açık olması, sekülerleşmenin daha da yaygınlaşacağı bir gelecek projeksiyonunu işaret ediyor. Dolayısıyla Kürt toplumunun bugünkü sekülerleşme eğilimini müstakbel seküler kuşakların habercisi şeklinde yorumlamak mümkün.
___________
Yusuf Ekinci, 1984 Dörtyol doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Dörtyol ve Batman’da tamamladı. Kafkas Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun oldu. Gaziantep Üniversitesi’nde Sosyoloji Anabilim Dalı’nda “Müslüman, Proleter, Muhalif: Türkiye’de Anti-Kapitalist Müslümanlar” başlıklı teziyle yüksek lisans, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Sosyoloji Anabilim Dalı’nda “Kürt Sekülerleşmesi: Kuşak Farklılaşması Bağlamında Diyarbakır’da Dinî Değişim” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Bizim Müstakbel Hep Harap Oldu (2016, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları) adlı kitaba eş yazar olarak, muhtelif kitap ve dergilere ise kitap bölümleri ve makaleleriyle katkıda bulundu. Çalışma konuları ve ilgi alanları arasında sosyal teori, din sosyolojisi, göç sosyolojisi, toplumsal değişme ve etnisite var. Ekinci, Gaziantep’te öğretmen olarak çalışıyor.