Röportajın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
Kendisine “Işık Kafilesi” adını veren bir grup var. Bu grup özellikle Telegram aracılığıyla haberleşerek Türkiye üzerinden Batı’ya doğru bir araç konvoyu başlatmaya çalışıyor. Bu konu hakkında bizi biraz bilgilendirir misiniz? Bu Işık Kafilesi kimdir, sadece Suriyelilerden mi oluşuyor, neden böyle bir hareket ortaya çıktı?
İlk olarak iki hafta önce bir paylaşım oldu bu konuda. Bu paylaşımları yapan ve sosyal medyada yoğun bir şekilde yayan kişiler meçhul. Bir kısmının yurtdışından olduğunu tespit ettik. Işık Kafilesi sadece Suriyeli sığınmacı toplumundan oluşmuyor. İçinde diğer göçmen gruplarından insanlar da var. Ama çoğunluk elbette Suriyeli sığınmacılar.
Peki bu Işık Kafilesi’nin amacı ne? Avrupa ülkelerine göç etmek. Bunu başlatan insanları buna teşvik eden kişiler millete 2015-2016 yıllarını hatırlatıyor. “O zamanlar olduğu gibi toplu bir şekilde sınırda toplanırsak, bu sınırlar bize açılır” diyorlar. Ama dediğim gibi bu paylaşımları yapan kişiler meçhul. Bu kişiler “Biz Türkiye’deki insan hakları örgütlerinden, BM’den destek aldık” şeklinde iddialarda bulunuyorlar. Biz bu konuyu sığınmacı toplumu adına takip ederken, herhangi bir insan hakları örgütünün ya da BM heyetinin böyle bir destek verdiğini görmedik. Bu iddialar gerçek değil.
Bu kampanyayı yürüten kişiler arasında insan kaçakçıları olabilir. Çünkü 2019-2020 yıllarında da aynı böyle olmuştu. Millet Edirne sınırına gidip orada toplanmıştı. O dönemde insan kaçakçılığı yapan kişiler bundan faydalanmışlardı. Oraya gelen insanlara “Madem siz buraya kadar geldiniz, biz sizi parayla Avrupa’ya geçirebiliriz” demişlerdi.
Bu konunun üç farklı noktası var: Birincisi, Türkiye 2016 yılında ABD ve AB ülkeleri ile bir sözleşme imzaladı, mültecilerin Avrupa’ya geçişlerini engelleme konusunda. İkincisi Avrupa ülkeleri şu ana kadar 8 milyon mülteci aldı. Yeni bir göçmen dalgası alamaz Avrupa. 2015’teki Avrupa şu anda yok; hem ekonomik açıdan hem de Avrupa’daki göçmen sayısı olarak. Üçüncüsü ise Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan gibi ülkeler son iki ay içerisinde sınır güvenlik güçlerini daha aktif hale getirdiler.
Bizim bilgilerimize göre Işık Kafilesi’nin Avrupa’ya geçiş için hiçbir şansı yok. Tabii ki burada şunu nutmamamız lazım: İltica, her insanın doğal ve temel bir hakkıdır. Biz hiçbir insanı bundan mahrum bırakamayız. Ama çocuk ve kadınlar başta olmak üzere insanların canlarından biz sorumluyuz, mesulüz. Bir yolun sonu olumsuzsa ve bu baştan gözüküyorsa biz herkesi uyarmak ve durdurmak zorundayız.
Gündemdeki bir diğer konu ise özellikle Suriyeli işçilerin son haftalarda grev kararları alması… Suriyeliler başta olmak üzere tüm göçmenlerin Türkiye’deki çalışma koşulları şu anda ne durumda? Hiçbir iyileştirme yapılmıyor mu? Suriyeli ve diğer göçmen işçiler grev yapma noktasına nasıl geldi?
Grev konusu aslında ilk olarak bir iş insanı tarafından ortaya atılmıştı. Kendisi bir paylaşım yapmıştı sosyal medya hesabından ve “Suriyeli mülteciler olarak biz çok ayrımcı tavırlara maruz kalıyoruz. Artık dayanamıyoruz. Sesimizi duyurmak için bir grev yapalım” demişti. Bu çağrının yapıldığı zaman kimse katılmadı buna. Fakat sonra bu Işık Kafilesi ile aynı haftada gündeme getirildi.
Bu iki konunun bizim için önemli olan noktası şu: Acaba Suriyeli sığınmacılar arasında ya da diğer göçmenler arasında bu fikirlere katılım neden bu kadar yüksek oldu? Bu katılımın müsebbibi maalesef son aylarda bazı siyasi liderlerin ayrımcı, ırkçı söylemlerinin artışı ve son 8 ayda Suriyeli sığınmacı toplumu içinde 6 kişinin ırkçı saldırılar sonucunda hayatını kaybetmesi.
Bir diğer sebep ise hükümetin bu konularda sessiz kalması. Bir kişi, herhangi bir siyasi lider ya da faşistlik yapan herhangi bir kişi hükümetin sessiz kalmasından güç alıyor. Diğer ırkçı, faşist gruplar da bundan etkileniyor. Manevi ve sözlü destek artık yetmiyor. Devlet yetkililerinin çıkıp “Siz faşistsiniz” demesiyle iş bitmiyor. Bu konuda daha somut adımlar atılması gerekiyor. TCK’nın bu ırkçı söylemlere karşı uygulanması gerekiyor. Çünkü bu ırkçı-faşist hareketler sadece sığınmacıları hedef almıyor, kendi toplumunu da hedef alıyor.
Son 5 ay içinde Türkiye’deki sığınmacı toplumunun başına iki korkunç şey geldi. Birincisi, hükümetin 1 milyon Suriyeli için hazırladığını açıkladığı ‘gönüllü dönüş’ projesi. Millet bundan korkuyor. Şöyle bir soru gelebilir: “Suriyeliler neden kendi vatanlarından korkuyorlar?” Korku şu noktada; insanlar kendi iline, kendi şehrine dönemeyecek ki, başka yerlere yerleştiriliyor. Bu aslında bir gönüllü dönüş projesi değil, bu yeniden yerleştirme projesi.
Sığınmacı toplumunu olumsuz etkileyen ikinci nokta ise son haftalarda iktidardan gelen, Esad rejimi ile siyasi bağlantıların yeniden kurulabileceği yönündeki söylem. Bu, Suriyeli sığınmacı toplumunda korku yarattı. Yarın bir gün Suriye rejimi ile Ankara’nın arası düzelirse mülteciler Esad’a geri gönderilebilir ve Esad bu insanları alıp tekrar öldürebilir diye korkuyorlar.
Tüm bu sebepler yüzünden maalesef Suriyeli sığınmacı toplumu artık buradan kaçmanın yollarını aramaya başladı. İşçi grevleri ve Işık Kafilesi’ne katılımın bu kadar yüksek olması bunun bir göstergesi.
Son 8 ayda, özellikle de son 5 ayda sığınmacı toplumunun durumunun kötüye gittiğinin altını çizdiniz. Önümüzde bir seçim var. Bu seçime giderken Suriyeli sığınmacılar siyasetin gündeminde. Siz Sığınmacılar Platformu olarak birçok kez bu konuda açıklamalar yaptınız, siyasilere konuyu siyaset malzemesi yapmamaları yönünde çağrılarda bulundunuz. Bu çağrınız herhangi bir partide karşılık buldu mu? Siz seçime giderken bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Biz, mülteci meselesinin siyaset üstü bir mesele olması için tüm siyasi parti liderleri ile, üst düzey yöneticileri ile görüşüyoruz. Şöyle bir çağrıda bulunduk; Türkiye’nin geleceği için iktidar olsun, muhalefet olsun tüm partiler arasında bir misak, bir sözleşme olması gerekiyor. Bu sözleşmenin temelinde sığınmacıların hedef alınmaması, seçim malzemesi yapılmaması gerektiği yatmalı. Aslında bu misak tüm Avrupa ülkelerinde var; Almanya’da, Kanada’da, Hollanda’da…
Bu çağrımız karşılık buldu mu, buldu. Kimi partiler gerçekten insan hakları alanında insanlık yüzünü gösterdi. Fakat kendilerini solcu olarak tanımlayan birçok muhalefet partisi Avrupa’daki solculardan farklı olarak ırkçılık, faşistlik yapıyorlar. Birçoğu Avrupa’daki gibi sosyal demokrat değil. İnsan haklarına, yabancı haklarına, mülteci haklarına karşı bu partiler. Bunun solculuk olmadığını, aşırı sağ bir tutum olduğunu, öyle davrandıklarını görmüyorlar.
Şu anda bütün Suriyeli mülteciler Türkiye’den bir anda gitse, geriye bir tane kalmasa bile Türkiye’deki partiler arasında insan hakları çerçevesinde yeni ve düzenli bir sözleşmeye ihtiyaç var.
Son aylarda Türkiye’den deport edilen çok sayıda göçmen ve sığınmacı var. Bunların büyük çoğunluğu Suriyeli sığınmacılardan oluşuyor. Geri gönderme merkezleri hakkında da çeşitli iddialar var. Geri gönderme merkezlerindeki son durum ne, oralarda neler yaşanıyor?
Maalesef hak ihlalleri sığınmacıların bulunduğu andan itibaren başlıyor. Diyelim ki herhangi bir Suriyeli sığınmacıyı polis çevirdi, onu alıp direkt polis merkezine ya da geri gönderme merkezine götürebiliyor. O andan itibaren kişinin elinden telefonu alındığı için temel ve doğal hakkı olmasına rağmen ailesi ve avukatı ile temas kurması engelleniyor. Herhangi bir sığınmacı geri gönderme merkezine alındığı zaman onun dışarıyla bağlantı kurması yasaklanıyor. Peki ne oluyor? O kişi Suriye’nin kuzeyine deport edildikten sonra telefonunu alıyor ve ailesine, arkadaşlarına Suriye’ye gönderildiğini haber veriyor.
Tabii ki burada deport kararına itiraz süresinin 15 günden 7 güne düşürülmesinin de olumsuz anlamda payı büyük. Sığınmacıların 7 gün içinde avukat yoluyla sınırdışı kararına itiraz hakkı var. Bir avukat İstanbul’daki geri gönderme merkezlerinden birine gittiği zaman; Selimpaşa ya da Tuzla’ya, bir bakıyor görüşmeye gittiği kişi başka bir merkeze hatta başka bir ildeki merkeze alınmış. Burada zaman kaybı oluyor.
Geçenlerde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) bir rapor yayımladı. Raporda Gaziantep’teki geri gönderme merkezinde bazı Suriyeli sığınmacıların sözlü ve fiziki şiddete maruz kaldığı ve bunların tespit edildikleri ifade ediliyordu. Biz zaten bunları biliyorduk.
Suriyeli sığınmacıların bir kısmı, geri gönderme merkezlerinde zorla ‘gönüllü geri dönüş’ evrakı imzalıyor. Dövülerek, sövülerek, tehdit edilerek ya da aç bırakılarak. Zorla imza attırılıp deport ediliyor. Bunlar da insan hakkı ihlalleridir.
Biz geri gönderme merkezlerine şöyle bir çağrıda bulunduk, hâlâ da bulunuyoruz: İnsan hakları örgütleri bir heyet teşkil etsin ve bu heyet geri gönderme merkezlerini ziyaret etsin. Oradaki sığınmacılarla görüşülüp fikirleri alınsın. Bence bu insan hakları konusunda temel bir gereklilik.
Eğer böyle büyük insan hakları ihlalleri varken biz buralara gidemiyorsak, bizim yani insan hakları aktivistlerinin görevi ne? Bu çok basit bir talep ama bilmiyorum bu dönem bunun için müsait mi…
Son olarak önemli bir konu olduğu için bir soru daha soracağım, kısa bir değerlendirme yapmanızı rica edeceğim. Belki bu konu üzerine ilerleyen dönemlerde ayrıca bir röportaj yaparız ama kısaca Türkiye’nin Suriye rejimi ile görüşme, muhalifler ile rejimi uzlaştırma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunun cevabının iki kanadı var. Birinci kanat, Suriyeli sığınmacı toplum için bu mesele Türkiye’nin dış politika meselesidir. Herhangi bir Suriyeli sığınmacı bu meseleye dokunamaz, söz söyleyemez. Ama şöyle bir durum da var Suriyeli sığınmacı toplumunun iç meselesi olarak; bizim için Esad rejimi ile aynı masaya oturup görüşmek, uzlaşmak, barışmak kati surette söz konusu olamaz.
Türkiye son aylarda dış politikada farklı bir yola girmiş gözüküyor. Suudi Arabistan ile ilişkiler farklı bir noktaya geldi, İsrail ile başka bir noktaya geldi, Birleşik Arap Emirlikleri ile başka bir noktaya geldi, Mısır ile başka bir noktaya geldi… Sığınmacı olarak biz Türkiye’nin dış politikası hakkında bir şey yapamayız ama bizim iç meselemiz olarak kesin bir şekilde herhangi bir Suriyeli vatandaş bir milyon kişiyi öldüren Esad’la bir masaya oturup konuşmaz.