Youtube yayıncısı Oğuzhan Uğur, Mevzular Açık Mikrofon programında, “Filistinliler, açgözlü dedelerinin sattıkları topraklar üzerine kurulmuş İsrail’e intihar saldırısı yaptı” yorumunu programın konukları jeoloji profesörü Celal Şengör ve tarihçi İlber Ortaylı’ya sordu.
Celal Şengör, “Satılmıştır. Büyük ölçüde toprak satılmıştır. Satılmadı diyenler zır cahillerdir” cevabını verirken İlber Ortaylı, “Eskiden Filistinli demek arazi satıp yaşayan insan demekti. Maalesef 2. Harp’ten önce maalesef o Filistinli tipi arazileri satan ve sattıkça Beyrut’ta, Kahire’de yiyip harcayan insan tipiydi” dedi
Peki, İsrail, Filistinlilerin Yahudilere sattığı topraklar üzerine mi kuruldu?
Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, yazar ve seyyah Hasan Mert Kaya ve akademisyen Levent Baştürk’e orduk
*** Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci: “1918’de Arap ve Yahudilerin elindeki toprak nispeti % 98,5 / % 1,5 iken, 1948’te bu nispet % 94 / % 6 olmuştur ki mübalağa edilecek bir mesele olmadığı aşikardır”
Ekrem Buğra Ekinci.
Maalesef İlber Bey kendisi gibi düşünmeyen herkesi aşağılar, onlara ‘cahil’ der. Fakat kendi ilmi hatalarını anlatan kitapları ve makaleleri nedense görmezden gelir.
Araplar Yahudilere toprak satmış olabilir fakat bunun nispeti çok düşüktür ve bu doğrudan Yahudilere değil Yahudileri temsil eden kuruluşlara satılmıştır. Kaldı ki basit köylülerden Siyonizm’in emellerini öngörmeleri beklenmez. İsrail, Siyonistlerin 100 yıldır devam eden büyük Siyonizm idealinin neticesidir. Araplar toprak satmasalardı da İsrail kurulurdu. Toprak satmakla müstakil devlet olmanın hiç alakası yok.
Peki Araplar neden topraklarını sattı?
Yahudiler sahipsiz arazileri ihya ederek veya hazine arazilerini satın alarak toprak sahibi oldular. Sultan Abdülhamid bu korkuyla Filistin arazisinin mühim kısmını satın almıştı. Onu tahttan indirenler bu şahsi mülke el koydu. Padişahın korktuğu oldu; bu arazi Yahudilere intikal etti.
Sultan Abdülhamid’i tahttan indirip iktidarı ele geçiren İttihatçılar, evvela padişaha ait hazine-i hassa topraklarını devletleştirdiler. Kendilerini destekleyen Siyonistleri memnun etmek için Filistin’e Yahudi göçünü serbest bıraktılar.
Osmanlı döneminde Kudüs.
Hemen ardından hâdisenin vahametini anlayıp Filistin’de ecnebilere toprak satışını yasakladılarsa da, artık ipin ucu kaçmıştı. Yahudiler 1908-1914 arasında 50 bin dönüm arazi satın alıp 10 tane koloni kurdular. 1913’te de hazine-i hassa arazilerini Rothschildler satın aldı.
Osmanlı nüfus sayımlarına göre Filistin’de 1881’de 9500; 1896’da 12500; 1906’da 14200; 1914’de 31 bin Yahudi yaşamaktadır. Siyonistler 1917 yılında İngiliz hâriciye vekili Arthur Balfour ile anlaştı. Yahudi sermayesine tamah eden İngiltere, Balfour Deklarasyonu ile, Yahudilere Filistin’de yurt vadetti. Suriye cephesi çökünce, Filistin İngilizlerce işgal edildi.
İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un Rothschild’e mektubu.
İngiliz mandası zamanında, engellemelere rağmen Yahudi göçü giderek arttı. Nazi baskısı da bu göçü körükledi. Filistin’deki Yahudiler artık sahipsiz araziyi ihya ederek; ayrıca hükümet ya da şahıslardan satın alma yoluyla diledikleri gibi toprak sahibi de olabiliyordu.
Araplar, ekonomik cihetten zor vaziyete düşürülerek topraklarını satmaya mecbur edildi. Mesela hasat zamanı limana yanaşan buğday yüklü gemiler, buğday fiyatının düşmesine sebep oluyor; bu hâdise ertesi sene de tekrarlanınca, evvelce toprağını ipotek ettirmiş olan köylü, bu sefer toprağını satmak mecburiyetinde kalıyordu.
Osmanlılar zamanında fazla vergi vermemek için halk, arazisini kendi adına tescil ettirmez veya yüzölçümünü düşük gösterirdi. İşte bu topraklar da satın alma yoluyla Yahudilerin eline geçti. 1948 yılına gelindiğinde Filistin halkının yarıdan fazlası Yahudi ve toprakların da yarıdan fazlası bunlara ait idi.
Yahudi çeteler, tedhiş hareketleri ile İngilizleri mıntıkayı boşaltmaya mecbur etti. Tongaya düşürülen İngiltere, 1939’da Balfour Deklarasyonu’nun büyük bir hata olduğunu ilan edecektir.
1918’de Osmanlı hakimiyeti yıkıldığı sırada Filistin topraklarının % 1,5’u Yahudilerin elinde idi. Bu toprakların % 93’ü Lübnanlı toprak sahiplerinden alınmıştı. Lübnan ile Filistin’in ayrılması sebebiyle bu aileler topraklarını satmaya mecbur kalmışlardı. Bu devirde Siyonist tehdidin Arap halkı tarafından bilinmesi veya ciddiye alınması beklenmez.
1918’de başlayan İngiliz himaye rejimi zamanında, Yahudiler Filistin arazisinin % 4,5’unu daha satın aldılar. Bunların bir kısmı, İngilizlerin el koydukları mîrî araziden, yani devlet topraklarından Yahudilere satılmış veya bedelsiz verilmiştir. Bu toprakların bir kısmı (% 55,5) da yine Filistin’e girmesi yasaklanan Lübnanlı toprak sahiplerince mecburen satılmıştır..
1935’te Arap alimleri, Yahudilere toprak satmanın caiz olmadığına ve Yahudilere toprak satan veya satılmasına vasıta olanların müslüman mezarlığına gömülmeyeceğine dair fetvaları halka ilan etti. Ulema buna dair geniş bir kampanya başlattı ve her yerde halkı toplayarak buna dair söz aldı. Ayrıca vakıflar, bazı köylerdeki arazileri, satılmasına mâni olmak maksadıyla satın aldı. Filistinli iktisatçı Ahmed Hilmi Paşa’nın idare ettiği bir fon, bu satın almaları finanse ediyordu.
1948’te İsrail kurulduğunda, Araplar Filistin topraklarının % 94’ünü ellerinde tutuyordu. Harbden sonra Arap halkın % 58’i İsrail topraklarını terk etti veya sürüldü. Hükümet bu arazileri Yahudi köylülere dağıttı.
Netice itibariyle 1918’de Arap ve Yahudilerin elindeki toprak nispeti % 98,5 / % 1,5 iken, 1948’te bu nispet % 94 / % 6 olmuştur ki mübalağa edilecek bir mesele olmadığı aşikardır.
Hasan Mert Kaya: “Toprak ağalarının çoğu Filistin’de yaşamayan, Batı’da kendilerine yeni hayatlar kurmuş olan dar bir elit sınıftı”
Kan gövdeyi götüren bir ortamda, dünyanın en büyük açık hava cezaevinin dünyanın en büyük mezbahasına dönüştüğü şu günlerde Filistin’in satılan toprakları üzerinden bir gündem oluşturmanın bir “cambaza bak” taktiği ile odak şaşırtma taktiği olduğunu düşünüyorum.
Aslında sözü çok da fazla eğip bükmeden söyleyeyim; bu gündemi tarihi bir bilgi öğrenimi ya da tespit amaçlı değil, herhangi bir sebep ve şekilde en ufak bilgi kırıntısını, doğru ya da yanlış hiç önemsemeksiniz Arap ve İslam aleyhtarı düşmanlığa bir altlık, bir taban kılma çabası olarak değerlendiriyorum.
Açıkçası bu gündem toprakları satılan Filistin’den ziyade, Filistin’i satma ihaneti bana göre.
Toprakları gasp edilmiş ve gasıplar tarafından oluşturulan bir “ölümcül döngü” söz konusu. Bu döngü, masumları katlet, yurtlarını gasp et, geride kalanları tahrik edip kendine saldırt, ardından onları da terörist ilan edip öldür ve yine topraklarını, evlerini yutup gaspa devam et şeklinde formüle edilebilir.
Evet, günümüzden yüz yıl öncesinin koşullarının dayatmalarında, devlet otoritesinin zayıfladığı, işgallerin ve yaklaşan huzursuzluklarının ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda Filistin ve Bilâd’üş Şam/Levant bölgesinde bazı toprak satışları oldu. Ancak burada satılan toprakların sahiplik ilişkilerinin detaylı irdelenmesi gerekiyor.
Bir Arap toprak sahibinden arsa sayın alan Yahudi yerleşimciler.
Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1918 yılı itibarıyla Yahudiler bölge topraklarının yalnızca %1,5’luk kısmına sahipti. Bu oranı sağlayan toprak satışlarını da çoğunluğu Lübnanlı Maruni Hristiyan olan toprak ağaları gerçekleştirdi. Toprak ağalarının bu geniş arazilerinde yaşayan köylüler çiftçilik yaparak bu toprakları işliyor ve hayatlarını sahibi olmadıkları bu topraklarda devam ettiriyorlardı. Dolayısıyla bu satışları sıradan halk yapmadı.
Sultan II.Abdülhamid döneminde toprak ağalarının bu arazi satışları engellenmeye çalışıldı ama sistemin gücü ve otoritesi bunun önünü alamadı. Zaten bu toprak ağalarının çoğu Filistin’de yaşamayan, batıda kendilerine yeni hayatlar kurmuş olan dar bir elit sınıftı.
Öte yandan İngiliz Manda Yönetimi döneminden 1948 yılındaki İsrail’in kuruluş anonsuna kadar geçen yıllarda bu oranın %6’ya yükseldiğini görüyoruz ki bu yükselişin de temel dinamiği Osmanlı’dan intikal eden hazine topraklarının İngilizlerce Yahudi yerleşimcilere devredilişi olarak çıkıyor karşımıza.
1945’de Filistin’de toprak mülkiyetini gösteren harita.
Filistin halkının topraklarını sattığını iddia edenlerin görüp duymaktan hiç hoşlanmayacağı ve onları gerçeklik çölünün kavurucu yakıcılığına sürükleyecek en net veri ise oradaki topraklarının %80’inin hazine yani devlet arazisi olması. Yani koparılan tüm bu yaygara geriye kalan %20’lik arazinin büyük kısmı üzerinde hak sahibi olan toprak ağalarının şuursuz tutumlarından kaynaklanıyor. Fakat niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olan değerli mağşuş art niyetli yarı okumuş cahiller, toptancı bir yaklaşımla “Filistin halkı topraklarını sattı” genellemesini bilinçli bir halde, art niyetle yapıyorlar.
Buradaki en büyük hile ve ahlaksızlık heptenci, toptancı ve işi boğuntuya getiren popülist yaklaşımlar. Bu konuda Marmara Üniversitesi’nden Brahim Bouazi’nin Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu danışmanlığında yapmış olduğu “19.Yüzyıl’da Filistin’de Arazi Satışları” konulu doktora tezi son derece detaylı ve yaşanan gelişmeleri belgeler ışığında bilimsel, akademik bir disiplinle sunar. Konuyu merak edenlere mutlaka bu tezi incelemelerini tavsiye ederim.
Levent Baştürk/ Siyaset Bilimci: “Abdülhamit’in Siyonist harekete yönelik izlediği politikaya ilişkin muhafazakar görüş tam olarak gerçekleri yansıtmamaktadır”
Filistin’de ne zaman düşük yoğunluklu çatışma yüksek yoğunluklu çatışmaya dönüşse ve ne zaman Gazze saldırıya uğrasa Türkiye’de hemen belli bir kesimde iki iddia gündeme gelir: İsrail’in Filistinlilerin sattığı topraklar üzerinde kurulmuş olduğu ve Arapların Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’ında arkadan vurduğu!
Oysa 1947’de BM Filistin için Paylaşım Planı oylandığı esnada Filistin’de Siyonistlerin kontrolündeki arazinin toplam arazinin sadece %6-7’si civarında olduğu uzun zamandır bilinen bir bilgidir.
Yeni pop milliyetçiliğinin star isimlerinden Oğuzhan Uğur’un “Filistinliler(in) açgözlü dedelerinin sattıkları topraklar üzerine kurulmuş İsrail’ sözünü, her konunun uzmanı ve malum kesimin “kamusal entelektüel ve bilim adamı” starı Celal Şengör’ün ve kendini izleyen kitleden alacağı alkışa göre ne diyeceğini ayarlayan pop tarihçi İlber Ortaylı’nın da tasdik etmesi sonucunda tartışma alevlendi. Şengör ve Ortaylı’nın “”toprak satışı olmaz olur mu, olmadı diyen cahildir, hem de büyük oranlarda oldu” mealindeki açıklaması, aslında bir tarihi gerçekliğin dile getirilmesi değil kendi tarih anlatısının hala resmi tarih anlatısı olarak kalması için direnen seküler kesimle kendi tarih anlatısını yeni resmi tarih anlatısı olarak dayatan muhafazakar kesim arasında süregiden kültür savaşının bir parçası. Bu “toprak satıldı mı, satılmadı mı” meselesinin arka planında da elbette “Gök Sultan, Ulu Hakan Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han”ın “Siyonistlere karşı yılmaz bir mücadele verdiği ve Filistin üzerinde onlara zerre taviz vermeyip bir karış toprağı bile satmadığı” iddiası var.
Edmond de Rothschild.
Öncelikle Abdülhamit’in Siyonist harekete yönelik izlediği politikaya ilişkin muhafazakâr görüş tam olarak gerçekleri yansıtmamaktadır. Ancak Abdülhamit T. Herzl’in Siyasi Siyonizmi örgütlemesinin ardından yeni bir ivme kazanan ama onun girişiminden önce başlamış olan Filistin’e Yahudi göçüne karşı “olumlu” bir tavır almamış olsa da ‘katı’ bir tavır almadığı da söylenebilir. Hatta Filistin’e olmamak kaydıyla, Osmanlı topraklarını Yahudi göçüne de açık tutmuştur. 1880-1914 yılları arasında, Filistin’e Yahudi göçü ve Filistin’de Yahudilerin arazi satın alması yasaklanmış olmasına rağmen her ikisinin de önüne geçilememiştir. Dolayısıyla “Padişahın Siyonizm ile savaştığı” iddialarına ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
1913 Filistin haritası.
Osmanlı sisteminin zayıflığının getirdiği iç faktörler ve hem dış müdahale hem de Siyonist faaliyetlerin oluşturduğu dış faktörler nedeniyle Osmanlı hükümetinin Filistin’e Yahudi göçü ve dolayısıyla Yahudilere arazi satılmaması konusunda getirdiği kısıtlamalar etkisiz kaldı. Osmanlı sisteminin zayıflığı, Filistin’de bazı faktörlerin önemli ölçüde Siyonist hareketin lehine işlemesine olanak sağladı. Sonuç olarak, kısıtlamalara rağmen Filistin’de Siyonist hareket güçlendi. Dolayısıyla Osmanlı’nın Yahudi göçü, yerleşimi ve Yahudilerin arazi alımı konusunda uyguladığı düzenlemeleri kontrol etmekte yetersiz kaldığı ortaya çıktı.
Filistin’de Siyonist harekete yönelik kısıtlamaların uygulanmasındaki zayıflıklar, devlet politikasının uygulanmasının yerel yöneticilerin uygulamalarıyla bağlantılı olduğunu gösterdi. Merkez ile yerel arasındaki politikaların uygulanmasındaki tutarsızlık göz önüne alındığında, bir bütün olarak Osmanlı politikasının 1880-1914 yılları arasında Siyonist göç, yerleşim ve arazi alımlarına karşı bu kadar katı olmadığı söylenebilir. 1880-1914 yılları arasında Filistin‘de toplam 650 bin bin dönüm arazi Yahudi şahıs ve kuruluşların eline geçti. Elde edilen bu araziler üzerine kurulan 50’ye yakın koloniye ve Kudüs surlarının hemen dışında tesis edilen mahallelere 85 bin göçmen Yahudi iskân edildi. Osmanlı Devleti‘nin bu dönemde Filistin’de veya ülkenin başka bir bölgesinde yabancıların arazi satın almalarını yapmış olduğu uluslararası antlaşmalarla tanıdığı haklar dolayısı ile de engellemesi mümkün olmamıştır.
1913’de Kudüs.
Bu konuda Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya vatandaşlarının Osmanlı topraklarında arazi satın alabileceklerine dair imzalanmış anlaşmalar vardı. Bu devletlerin vatandaşı olan Yahudilerin arazi ve emlak edinmelerinin engellenmesi durumunda ilgili devletlerin konsolos ve sefirleri devreye girmekteydi.
Filistinlilerin arazilerinin iddia edildiği gibi gönüllü bir şekilde Yahudilere ve Siyonistlere sattığı iddiasının asılsızdır. Osmanlı döneminden başlayarak Filistinli köylülerin arazilerinin çeşitli baskı, borçlandırma, hile ve sahtecilik gibi yöntemlerle ellerinden alınmıştır. Bu faaliyetler yürütülürken hiç şüphesiz Filistin’deki birtakım kesimler (rüşvet alan asker ve sivil bürokratlar) kişisel menfaatleri için Yahudilerle işbirliği yapmışlardır. Ancak bu işbirliği Filistinlilerin değil, aksine onların arazilerinin Yahudilere transferini sağlamak için yapılan bir işbirliğidir. Yahudilere intikal ettirilen araziler ise, arazilerini gönüllü olarak Yahudilere satmakla itham edilen Filistinli köylülerin arazileridir.
19. yüzyılın bitiminde Yahudilerin elindeki 219 bin dönümlük toprak, Filistin yüzölçümünün ancak %0.73’üdür. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Yahudi mülklerinin Filistin’in %2,5’ini, nüfusunun da %9’u geçmediği görülmektedir. 1947 Filistin için Paylaşım Planı oylanması sırasında bu oran yüzde 6,6 civarındadır. Burada şunu da belirtmek gerekir: “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak anılan Büyük Britanya, 1917 yılında Balfour Deklerasyonunu yayınlayarak Yahudilere Filistin’de ulusal yurt vadetti. Ve bu İngiltere 1918’de Filistin’de manda yönetimi kurdu ve 30 yıl orada kaldı. Orada kaldığı sürece de, 1930 sonrasında Yahudi göçüne bazı sınırlamalar getirme dışında, Siyonistlere her türlü desteği verdi. Bu desteğe rağmen, İngilizler ayrılırken Siyonistler sadece Fİlistin toprağının yüzde 6,6’sına sahiptiler, ki toprak sattılar da o yüzden vatanlarını kaybettiler iddiasını desteklemiyor bu.
1948’de İsrail’in kuruluşunu haber veren gazete.
Filistinliler İngiliz Mandası döneminde de kamulaştırma tehdidiyle satın almalar, göçler, zorla yerinden etmeler, ekonomik nedenler gibi gerekçelerle çoğunluğu dolaylı yoldan Yahudilere toprak satışı yapmıştır. 1930’lu yıllarda arazilerin çoğu arazi sahiplerinden satın alındı. Yahudilerin satın aldığı toprakların % 52,6’sı Filistinli olmayan toprak sahiplerinden (1858 Arazi Kanunnamesi neticesinde toprak sahibi olmuş, toprakla doğrudan bağı olmayan ve şehirlerde yaşayan zengin Suriyeli ve Lübnanlı fertler) % 24,6’sı Filistinli toprak sahiplerinden, % 13,4’ü hükümetten, kiliselerden ve yabancı şirketlerden ve yalnızca % 9,4’ü toprağı doğrudan işleyen çiftçilerden satın alınmıştır.
Columbia Üniversitesi’nden tarihçi Rashid Khalidi toprakların büyük bir kısmının Lübnan ve Suriye asıllı Araplar tarafından satıldığını, Filistin kökenli mülk sahiplerinin Yahudilere satılan topraklar içindeki payının %5 ile %7 arasında olduğunu aktarmıştır.
BM paylaşım planı oynanırken Siyonistlerin sahip olduğu toprak parçasının sadece yüzde 6 -7 civarında olduğu yılardır söyleniyor olmasına rağmen neden hâlâ günümüzde her Filistin mevzusu açıldığında toprak konusu önümüze geliyor?
Çeşitli sebepleri var. Hepsini saymayacağım ama bazılarına değineyim:
Bunların en başında bizim toplumun öğrenme ve bilgi düşmanlığı, yanlışlarında ısrarlı olma tutkusu ve saplanmış olduğu önyargılarından kurtulmak gibi bir kaygısının olmaması geliyor. Bizim toplum cehaletiyle mutlu bir toplum.
İkincisi, Erdoğan’a olan nefretin, onun İslamcı ve ümmetçi (dolayısıyla “Arapçı”) olduğu zannı üzerinden Arap düşmanlığına dönüşmüş olması.
Üçüncüsü, Türkiye’deki Suriyeli varlığına dönüşen ırkçı tepki Araplarla ilgili olan her meselede karşı taraf lehine tavır alma eğilimini doğurması.