Tarih 7 Mayıs 2023. Ekrem İmamoğlu’na Erzurum’da gerçekleştirdiği miting sırasında bir grup taşlı saldırıda bulundu. İçinde çocukların ve yaşlıların da dahil olduğu birçok kişi yaralandı ve muhalefet saldırı karşısında “tek yumruk” oldu.
Gerek kurumsal gerek de toplumsal muhalefetin siyasal şiddete maruz kaldığı tek vaka bu değildi tabii. 23 Mayıs 2021 tarihinde İYİ Parti Malatya İl Başkanlığı’na, 19 Haziran 2019 günü İYİ Parti Kurucularından Metin Bozkurt’a, 21 Nisan 2019’da Çubuk’ta katıldığı şehit cenazesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na ve diğer birçok siyasiye saldırı gerçekleştirildi.
Hatırlarsanız o dönemlerde bu saldırıları milli ve manevi değerlere referansla meşrulaştıranlar vardı. Takipçilerini hazzetmedikleri her söz ve eylem karşısında şiddete başvurmaya sevk eden bu hoşgörüsüz ve sekter siyasi anlayış haklı olarak ürkütücü bulunuyordu ve en üst perdeden eleştiriliyordu.
Öte yandan, siyasi hasımlarınızın şiddetiyle mesafelenmek ve ona karşı duruş sergilemek işin en basit kısmı. İçerisinde örtük bir apolitizm ve pasiflik barındırdığı da ortada. Asıl erdem, kendinden gördüğünün, yani siyasi hısmının tatbik ettiği şiddetle mesafelenmekte yatıyor. Hatta, ötekiyle kurduğumuz ilişki ve ilişkilenme süreci neticesinde kendi kimliğimizin sınırları belirginleşir.
Muhalefet ve muhalifler dün bu hususta sınandı ve ne yazık ki sınavdan kaldı. Dün, 1 Ocak 2024 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen “Şehitlere rahmet, Filistin’e destek, İsrail’e lanet” yürüyüşü sonrasında Kelime-i Tevhid bayrağı açan bir vatandaşa üniversite öğrencisi olduğu öğrenilen bir genç tarafından saldırı gerçekleştirildi. Saldırıya uğrayan İsmail Aydemir, gencin kendisine “Sen Türk değil misin, burası Türkiye. Sen Arap seviciliği mi yapıyorsun” diyerek yöneldiğini ve yumruk attığını söyledi.
Atılan yumruk ve nefret söylemleri, dün akşam kurucu değerlere referansla sahiplenildi ve meşrulaştırıldı. Dün yaşanan sürecin, muhalefete yönelik saldırıların mukaddesatçı ve dini-muhafazakar değer setlerine referansla meşrulaştırılmasından farkı yoktu. İktidara yakın grupların şiddetini hararetle tenkid ederken, taraftarı oldukları yahut sempati duydukları bir “dava”nın şiddetine sessiz kalan, hatta meşrulaştırma çabası içine giren bir muhalefeti konuşmanın tam zamanıdır. Çünkü bunu konuşmazsak, benzer bir mantıkla farklı şiddet eylemlerine giden kapıyı açar ve sağduyuyu şiddete kurban ederiz; milliyetçi şiddete…
Dün yaşanan hadiseler neticesinde görülen, Türkiye’de şiddet’in motivasyonunu sadece dinsel olandan değil, seküler yahut milli bir motivasyondan da aldığıdır. Belli ki siyasi olarak yakın gördüğümüz kişilerin “haklı bir dava” uğruna ortaya koyduğu şiddeti olumlama ve sahiplenme, sadece iktidar çevrelerine has değil.
Zira Kelime-i Tevhid bayrağının cumhuriyet idaresi ve çağdaş Türkiye için ne büyük bir tehlike (!) olduğunu histerik bir tavırla dile getiren yorumlar yapmak ve bunun neticesinde de açığa çıkan şiddet lehine “tek yumruk” kenetlenmek ve “Cumhuriyet şovalyesi” kesilmek bunu haklı çıkarıyor.
Histeri, kendini CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın sözlerinde açığa vuruyor:
“Anayasaya baş kaldıran, anayasal düzeni yıkmaya çalışan hilafet yanlıları mı tutuklanmalı yoksa daha yaşamının baharında olan ve burası Türkiye Cumhuriyeti diyen Türk genci mi tutuklanmalı?”
Bir bayrak üzerinden anayasal düzenin yıkılacağını düşünen histeri ve bu histeri’nin meşrulaştırdığı şiddet üzerine konuşmalıyız. Çünkü bu histeri, bir bayrak üzerinden aile kurumunun yıkılacağını ve “ifsad” olacağını düşündürten, zafer işareti ile terörizmi özdeşleştiren, Kürtçe şarkıların kamusal alanlarda söylenmesini terör propagandasına indirgeyen ve diziler’de işlenen temaların Türk örf ve adetlerini erozyona uğratacağını düşündürten histeri ile aynı.
Kelime-i Tevhid bayrağı’nda hilafeti ve şeriatı gören hınç ve ona dönük kurumsal arka çıkış, muhalefetin savunuculuğunu iddia ettiği değerlerle mesafelenmesini sağlamak dışında bir şey kazandırmaz zira milliyetçi hezeyanları reddetme yerine arka çıkma çabasında olan bir muhalif düşünce ufku, radikal uçları ve merkezin dışındaki siyasi kampları besler. Kamusal alanlarda kimin sembolünün daha ağır basacağı uğruna verilen bu denge-denetim çabası, merkez siyasetin (bizim anladığımız şekliyle kalıp kalmadığı meçhul) alanını daha da daraltacak ve toplumsal savrulmaları ivmelendirmeye devam edecektir.
Dahası, muhaliflerin ve bazı muhalif kamusal figürlerin bugün “anayasal düzen ve sınırlar” uğruna arka çıktığı şiddet, dün başka değerlere ve “kaygılara” referansla kendilerine uygulanıyordu. Yarın da kendilerine uygulanmaya gebe olma riski taşıyan bir siyasal sarmalı beslemekse akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Bir bayraktan hilafet, şeriat ve İslamcı siyasi rejim çıkartan milliyetçi hezeyanı karşıya almadan, demokratik bir sosyo-politik alternatif kurgulamaya çalışmak imkansız olacaktır.