Ana SayfaANALİZLERTeyit.org incelemesi: “#HelpTurkey kampanyasını organik hesaplar kitleselleştirdi”

Teyit.org incelemesi: “#HelpTurkey kampanyasını organik hesaplar kitleselleştirdi”

Teyit.org, sosyal medyada ‘HelpTurkey’ etiketiyle yürütülen kampanyanın ‘organik’ olup olmadığını inceledi. Kampanyada atılan ilk 500 bin tweet üzerinden yürütülen incelemenin sonucu şöyle özetlendi: “#HelpTurkey kampanyasının Türkiye’yi acz içinde göstermek için suni olarak başlatıldığından şüphe edilebilir. Ancak paylaşımların serpilmesi organikti. Kampanyanın kitleselleşmesine neden olan onlarca çok takipçili ve onaylı hesap var.”

Teyit.org editörleri Mert Can Yılmaz ve Nilgün Yılmaz’ın  #HelpTurkey etiketi kullanılarak atılan ilk 500 bin tweeti çekerek gerçekleştirdikleri analiz şöyle:

Türkiye son birkaç gündür sürekli yenileri eklenen orman yangınları ile baş ediyor. Akdeniz havzası için bu bir yere kadar olağan; ancak küresel iklim değişikliği ve diğer insan faktörlerinin, bu yangınların sayısı ve etkilediği alanları her sene büyüttüğü de vaki.

Yangınlara sistematik kundaklamaların neden olduğu gibi – en azından şimdilik – somut bir kanıta yaslanmayan iddialar bir yana, son dört gündür temel gündem maddelerinden biri, Türkiye’nin “öngörülebilir” sayılabilecek yangınlara hazırlıksız olduğu, krizi yönetmekte aciz kaldığı ve siyasi önceliklerinin isabetsizliği oldu.

Kriz anları müthiş bir kolektif paniğe yol açabiliyor. Sıradan bir sosyal medya kullanıcısının zaman tünelinde arka arkaya gördüğü sözgelimi 50 cehennemi görüntü, aklıselimi korumayı zorlaştırabilir.

Kriz ve panik anında yardım çığlıkları da anlaşılabilir. Ancak son birkaç gündür sosyal medyada sıkça karşılaştığınızı düşündüğümüz ve #HelpTurkey“ etiketi ile paylaşılan İngilizce gönderi, başka bir vehmi de gündeme getirdi. Türkiye’ye yurtdışından yardım talep eden metin saatler içinde milyonlarca kez paylaşılınca, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, kampanyanın Türkiye’yi aciz göstermek isteyen dış güçlerce kasten başlatıldığını öne sürdü. Altun iddiasını herhangi bir somut kanıtla desteklemedi.

Dijitalde ya da gündelik yaşamda bir kampanya yaratmak için elbette organize olmak gerekiyor. Organize bir çaba içinde olmak, bir kampanyayı “kötü niyetli” veya “dış güçler odaklı” ilan etmek için iyi bir başlangıç noktası değil. Ancak kampanyanın “yapay olarak” üretildiği iddiası incelenebilir.

Sosyal medyada gerçek kişilerin belli bir motivasyonla paylaşarak bir gönderiyi öne çıkarma çabası, “organik bir etkiye” işaret ediyor. Bunun “botlar” ya da sahte hesaplarla yapılması ise, suni bir etkiye.

Peki etiket kriz yönetiminden razı olmayanların çığlığının karşılık bulmasından mı ibaret, yoksa gerçekten yurtdışı kaynaklı ve yapay bir itibarsızlaştırma çabasıyla mı karşı karşıyayız?

Niyet okuma tuzağına düşmeden belli başlı ipuçlarını izlemek mümkün mü?

Önce yardım meselesi hakkındaki diğer iddialara bir bakalım…

Kimler yardım etti, teklifler geri çevrildi mi? 

Her şeyden önce deprem, sel, büyük yangınlar gibi afetler sırasında ülkelerin birbirlerine karşılıksız yardım etmesi, olağan dışı değil. Kişi başı milli geliri yüksek ülkeler de böyle beklenmedik krizler karşısında, ne kadar hazırlıklı da olsalar, yardıma ihtiyaç duyabiliyor. Kaldı ki yardım teklifi ve kabulü, ille fiziki bir ihtiyaca denk düşmek zorunda değil. Bu karşılıklı iyi niyet beyanı da demek. Nitekim bugüne kadar Türkiye birçok ülkeye benzer durumlarda yardım gönderdi ve birçok ülkeden de yardım teklifi aldı.

Süregiden yangınlar sırasında ilk günlerde Türkiye herhangi bir yardım talebinde bulunmadı. Kamuoyunun talebi güçlendi ve hava sıcaklığının da etkisiyle yangınlara yenileri eklendi. Nihayet Türkiye 1 Ağustos’ta Avrupa Birliği’nin ilgili birimi Emergency Response Coordination Centre’dan yardım istedi. Programın parçası olan İspanya iki ve Hırvatistan bir uçak göndereceğini duyurdu.

Bu yangın söndürme uçakları, Avrupa sivil koruma varlıkları rezervi olan rescEU’nun bir parçası. RescEU kapsamında dokuz ülke var: Belçika, Danimarka, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Romanya, Slovenya, İsveç ve Hollanda.

Ancak program kapsamında olan ve olmayan başka ülkelerden de destek teklifi geldi. Misal Yunanistan. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, ülkenin Türkiye’ye resmen yardım teklifinde bulunduğunu söyledi. Yunanistan Türkiye’den bu teklife olumlu yanıt gelmediğini söylese de, Türkiye’nin Atina büyükelçiliğini arayan Yunan yetkililerinin, Yunanistan’ın kendi yangınları nedeniyle yardım edemeyeceğini bildirdiği ifade ediliyor.

AA haberinde, İsrail’in yardım teklifinin Türkiye tarafından geri çevrildiği iddiasını yalanladığını belirtti. Nitekim ülke 2016’da Türkiye’den yangınla mücadele desteği almıştı. Teyit konuyla ilgili bilgi almak için İsrailli doğrulama platformu The Whistle’a ulaştı. Dışişleri Bakanlığı’na  ulaşan The Whistle, resmi açıklamayı Teyit ile paylaştı: “Türk yetkililerle yapılan görüşmelerde Türkiye’nin yangını kontrol ettiği ve herhangi bir yardıma ihtiyaç duymadıkları söylendi. İsrail gerekliyse yardım sunabilir.”

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, tekliflerinin tümünün neden kabul edilemediğini şu sözlerle açıkladı: “Her gelen yardımı kabul etmiyoruz. Çünkü beş tonun altında su atan uçaklar bizim uçuş paterninde de kalabalık meydana getirebiliyor.”

Yani her şeyden önce Türkiye dış yardımı bizatihi teklif etti ve gelen tekliflerinin motivasyonunun “Türkiye’yi zayıf göstermek” olduğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. Doğal ve insan kaynaklı afetlerden hiçbir ülke azade değil.

Peki #HelpTurkey etiketinin sistematik olarak yurtdışı bir operasyonla viralleştirildiğini düşünmek için elimizde neler var ya da yok?

Kampanya nasıl başladı?

#HelpTurkey etiketi her ne kadar Instagram ve Facebook’ta yaygın bir biçimde paylaşılmış olsa da bu sosyal medya platformları üzerinden etiketin ortaya çıkış ve yayılış serüvenine ilişkin kapsamlı bir analiz yapabilmek oldukça zor. Bunların yerine Twitter’a odaklanarak etiketin viralleşme yolundaki adımlarını izleyebiliyoruz.

#HelpTurkey etiketi kullanılarak atılan ilk 500 bin tweeti çekerek analizimizin odağına yerleştirdik. 29 Temmuz saat 17.52’den 2 Ağustos günü saat 17.56’ya değin atılan bu yarım milyon tweet, sistematik bir operasyon olması halinde bize çeşitli ipuçları sağlayabilecek nitelikteydi.

Yaptığımız incelemede #HelpTurkey etiketinin ilk olarak 29 Temmuz günü saat 17.52’de ülkedeki yangınlar bağlamında kullanıldığını tespit ettik. Tweeti atan 14 takipçili kullanıcının 11 Nisan 2012’den 29 Temmuz 2021 tarihine kadar herhangi bir tweet atmaması veya o tarihe kadar olan tweetlerini silmiş olması ve profil fotoğrafını tersine görsel arama yöntemiyle arattığımızda fotoğrafın başka profillerle bağlantılı çıkması hesabın sahte olduğu çıkarımını güçlendiriyor.

Aynı gün saat 18.26’da ise ilgili etiketin daha sistematik bir biçimde stopforestfire1 isimli Twitter kullanıcısı tarafından paylaşılmaya başladığı görülüyor. 18 takipçili bu kullanıcı, etiketin etkileşimini artırmak için aynı içeriği farklı dillerde de paylaşarak @DrOZ, @TheEllenShow, @BernieSanders gibi yüksek takipçili hesapları “mention”lamış. İçerisinde “global help” çağrısı geçen ilk tweetler de yine bu hesaptan. Hesabın ilk tweetini aynı gün saat 18.21’de “#manavgatyaniyor This account created to make our voices heard globally. #stopforestfire in #Turkey #Manavgat” diyerek attığını görebiliyoruz. Yani hesap, mesajı yaygınlaştırmak için faal olduğunu bizatihi teslim ediyor.

Bunlar ve benzeri birkaç vaka etiket kampanyasının ortaya çıkış anına gittiğimizde, şüpheli bir görüntü oluşuyor. Öte yandan bu bir yanılgıya neden olmamalı. Çünkü kampanya bundan ancak iki gün sonra, 1 Ağustos günü Twitter’da kitleselleşebiliyor ve buradaki hareketliliğin esas nedeni bot veya şüpheli etkileşimler değil.

1 Ağustos günü saat 22.46’da Danla Biliç ve Gülben Ergen gibi ünlü isimlerin gönderileriyle başlayan hareketlilik, gece yarısı saat 12.31’de zirveye ulaşıyor ve 2 Ağustos sabah 05.00 sularında bir önceki günkü seyrine iniyor. Bu sırada Sıla Gençoğlu, Hande Yener, Hadise gibi yüksek takipçili ünlülerin katılımıyla etiketin etkileşiminin organik büyüyerek milyonlarca kullanıcının gündemine girdiğini ifade etmek mümkün.

Büyüme organik ve her etiket kampanyası başarıyla sonuçlanmıyor

Bu organik büyümeyle eşzamanlı bazı inorganik hareketliliklere tanıklık etmek de mümkün. Bunların bazılarına Hamad bin Khalifa Üniversitesinde araştırmacı olarak çalışan Marc Owen Jones’un incelemesinde rastlayabiliyoruz. Jones’un yaptığı çalışma, #HelpTurkey etiketinin bu denli yaygınlaşmasında Twitter’daki birçok gerçek kullanıcının ve ünlü ismin etiketi paylaşmasının etkili olduğunun altını çizerken, kukla hesapların etkisinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini gösteriyor.

marc owen jones tweet

Türkiye’de Twitter üzerinden her gün onlarca etiket kampanyası organize edilmeye çalışılıyor, ancak yalnızca bir elin parmakları kadarı gündeme girebiliyor. Gerçek kullanıcılarda karşılık bulmayan, maddi ya da duygusal bir ihtiyaca karşılık gelmeyen bir etiketin ülke gündemine oturması ve bir süre gündemde kalması pek öyle kolay değil.

Nitekim #HelpTurkey etiketi de gerçek kullanıcılarda karşılık bulan kaygılar üzerine bu denli etkili bir biçimde ülke gündemine oturabildi. Benzer eğilimleri #HelpTurkey etiketine yanıt olarak geliştirilen farklı etiket kampanyalarında da gözlemlemek mümkün. Farklı duygularla geliştirilen yanıtlarda da organik ve inorganik hareketliliklerin birbirini izlediği görülebiliyor.

Saka: “Yapay başlayan bir hareketlilik organik hale gelebilir”

Bilgi Üniversitesi’nden akademisyen Erkan Saka, araştırmaların yüksek bütçeli ve yüksek hacimli bot kullanımlarıyla gerçekleştirilen etiket çalışmalarının kamusal gündemi etkileyebileceğini gösterdiğini, ancak bot kullanımının gündem belirlemek için tek başına yeterli olmadığını vurguluyor. Saka’ya göre özellikle doğrulanmış Twitter kullanıcılarının etiket çalışmasına dahil olmasıyla ilgili kampanyanın organik olma ihtimalini yükseltiyor. “Yapay etiket çalışmaları uzun ömürlü olmuyor” diyen Saka, Twitter’ın böyle durumları engelleyebildiğini, Twitter okuryazarlığı ortalama olan bir kullanıcının da bunu fark ederek raporlayabildiğini belirtiyor.

Saka insanlarda karşılığı olmayan talepler üzerine kurulan bir etiket çalışmasının gündeme oturmasının mümkün olup olamayacağına dair ise şunları belirtiyor: “Ancak kısmen oturabilir ve anlık, kısa süreli pratiklere yol açabilir. Sosyal medyada, özellikle de Twitter’da yapay bir talebin tutunabilmesi çok mümkün değil. Eğer talep varsa, yapay başlayan bir hareket organik hale gelebilir ki sanırım #HelpTurkey etiketi böyle gelişti. Kampanyacılar böyle bir talebin olduğunu görüp kampanyayı başlatmışlar gibi gözüküyor. Otoritelerin kendi işlerini becerememesi bir yardım talebiyle sonuçlanmış ki bunun yapay başlaması kampanyanın etkisini azaltmadığı gibi süreci organik hale getirmiş.”

Etiket kampanyalarına sarılmamızın ardında ne yatıyor?

Türkiye’deki kutuplaşma sorununa eğilen TurkuazLab’in proje ekibinde yer alan Bilgi Üniversitesi’nden akademisyen Emre Erdoğan, #HelpTurkey etiketi ile bu etikete karşı geliştirilen #StrongTurkey gibi yanıtların bir tür “sanki-seçim” yanılgısı yaratmakta olduğunu ifade ediyor. Erdoğan konuyla ilgili olarak şunları belirtiyor:

“Twitter platformu özelinde organik kampanyalardan bahsettiğimizde gerçek kullanıcıların kendi iradeleriyle karar verip paylaştıkları, ‘beğendikleri’ ya da ‘mentionladıkları’ tweet’lerden oluşan bir akıştan bahsediyoruz. Bunu, pek de gerçekçi olmayacak bir benzetmeyle eski Atina’da vatandaşların katıldığı forumlar gibi düşünebiliriz; vatandaşlar kullanıcılar, oyları da Twitter’daki davranışları olarak görülebilir. Herhangi bir ‘hashtag’ bu gerçek kullanıcılar tarafından yayılmaya başladığında, bunu büyük olasılıkla bir alternatifinin yaygınlaşması izler, sonuçta da sık sık örneğini gördüğümüz üzere kullanıcıların büyük bir kısmı o ya da bu konuda pozisyon almış olurlar, bir tanesi de daha fazla paylaşılmış olduğundan, daha fazla onay aldığı düşünülebilir, böylelikle bir ‘sanki-seçim’ işlevi de görebilir. ‘HelpTurkey&StrongTurkey’, ‘Tamam&Devam’ gibi ikililer bu tür ‘sanki-seçim’ örneği olarak düşünülebilir. İlk bakışta çoğunluğu alan ‘sanki-seçimin’ galibi kamuoyunun çoğunluk görüşünü yansıtan görüş gibi gözükse de, bunun doğru olmadığı aşikar. Öncelikle, Twitter kullanıcıları, Türkiye kamuoyundan çok farklı demografik ve siyasal özelliklere sahip bir kesim, hatta başka bir gezegen. Dolayısıyla, burada çoğunluğu kazanmak, Türkiye’yi kazanmak anlamına gelmiyor. İkincisi, herhangi bir konuya daha fazla angaje olanlar, daha fazla ilgilenenler ve belki de daha radikal tutumlara sahip olanlar; daha fazla etkinlikte bulunuyorlar, bunun sonucu da hem tartışmanın daha sertleşip ahlakileşmesi hem de kazanan kim olursa olsun, mutedillerin kaybettiği. Üçüncüsü, Twitter’da yapabileceğimiz eylemler, yani ‘rt’, ‘mention’ ya da ‘like’ gerçek birer eylem değil; yapana çoğunlukla bir maliyet yaratmadığından -ki bunlar arasında da bir hiyerarşi olduğu kesin angajman açısından-, ‘klavye-silahşörlüğü’ (slacktivism) olarak görülebilir, bu yüzden de irade beyanı olarak kabul etmek yanlış olur. Son olarak, kimse Twitter aleminin tamamını görme şansına sahip değil. Hepimiz takip ettiklerimizi görüyoruz, bu da yankı odası/fanus dediğimiz şeyle ilişkili. Kendimize benzeyenlerle takıldığımız gibi, benzemeyenleri de dışlıyoruz, bu da gittikçe türdeş bir Twitter aleminde yaşamamıza yol açıyor. Tartışılan konular genelde kutuplaştırıcı olduklarından, günün sonunda bizim fanusumuzda, bizim görüşümüz galip geliyor; bu nedenle de biz bizim kazandığımızı düşünürken, diğeri de kendisinin kazandığını düşünüyor. Bu da yanlış bir algıya yol açıyor. Bütün bunları göz önünde tuttuğumuzda Twitter’daki bu tür inatlaşmaların ‘sanki-seçim’ yanılgısı yaratmaktan öte bir işlevleri olmadığı görülüyor, yani ‘sanki-seçim’ bile değiller.”

Erdoğan, bu tür “inatlaşmaların” işlevsizliğinden söz ederken bu kampanyaların neden düzenlendiğini vurgulamadan geçmiyor ve yanıtın insan psikolojisinde yattığını ifade ediyor: “Kendimizi haklı görmek istiyoruz, bu da yetmiyor, haklılığımızın çevremiz tarafından onaylandığını hissetmek istiyoruz. O yüzden de bu tür kampanyalar, bizim bir konuda taraf olmamızı ve günün sonunda etrafımızdakilerin çoğunluğunun da onayıyla haklı bir tarafta yer aldığımızı hissetmemize yarıyor. Bizim haklı, diğerinin haksız olduğu bir dünya hem öfkelendirici, dolayısıyla harekete geçirici bir dünya; hem de gece uyuyabilmemizi sağlayan bir dünya. Twitter’daki kampanyalarda, özellikle inatlaşma, ‘sanki-seçim’ kampanyalarında üstünlüğü almak bu yüzden önemli. Bu çabayı ‘organik’ büyüme ile harcayabilirsiniz, yani içeriğinizle kendi insanlarınızı harekete geçirebilirsiniz. Ya da ‘yapay’ bir büyüme stratejisi izler, yani botları devreye sokarsınız. Botların herhangi bir konuyu ‘gündeme getirme’ konusunda çok etkin olduğunu biliyoruz, başlangıçtaki yavaş büyüme sorununu aşmak için botları kullanarak insanların dikkatini daha erken çekmek mümkün olabilir. Eğer botlara dayalı bir kampanya bir aşamada organik büyümeye dönüşmezse, harekete geçirme etkisinin düşük olacağını söyleyebiliriz. Ama ‘iyi’ seçilmiş, fazla inatlaşılan bir konudaki kampanya, eninde sonunda kendi kampının dikkatini çeker ve ‘sahici’ bir kampanyaya dönüşebilir. Bu nedenle yapay bir kampanyaya yatırım yapmak da akılcı bir tercih olabilir.”

Son olarak Erdoğan, Twitter’ın gerçek yaşamdaki etkisini esasında çok iyi bilmediğimize, platform bazılarımız için çok büyük önem taşıyor olsa dahi buradaki kampanyaların etkilerinin ülkeden ülke ve kültürden kültüre değişebildiğine vurgu yapıyor ve ekliyor: “Bu platformun nasıl ve ne amaçla kullanıldığı, bu platformun zaaflarından nasıl istifade edildiği, platformdan çok biz kullanıcıların sorunu. O platform orada olduğu sürece ve gerçek yaşamda etkisi olduğu düşünüldükçe, iyi/kötü kampanyalar her zaman olacak. Platformun adil ve makul bir tartışma yaratmak gibi bir misyonu olmadığından, eğer siyaseten kendisine çok dokunmuyorsa ya da baskıyla karşı karşıya değilse; doğru ya da iyiden yana harekete geçmez. Siyasi otoritelerse harekete geçtiklerinde kamunun iyiliğinden çok kendi çıkarlarını gözetme eğilimi taşıyabilirler, deneyimimiz bunu gösteriyor. Bu yüzden siyasi otoriteye de bel bağlayamayız. O zaman kendimizi güçlendirme, donanımlandırmadan başka bir çaremiz kalmıyor; bu da pek kolay bir çaba değil, insanın biraz da kendisine karşı harekete geçmesi lazım.”

- Advertisment -