Ana SayfaHaberlerStresin etkisi anne karnından başlıyor

Stresin etkisi anne karnından başlıyor

 

Boğaziçi Üniversitesi’nin bilimsel alandaki son gelişmeleri toplumla buluşturmak amacıyla Mayıs 2016’da başlatmış olduğu "Açık Ders’’ programı, 10 Mayıs tarihinde Yrd. Doç. Dr. Elif Aysimi Duman'ın verdiği “Stresin sinir sistemi üzerindeki etkileri” başlıklı seminerle devam etti.

2012'den beri Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde Yardımcı Doçent olarak görev yapan Elif Aysimi Duman’ın başlıca araştırma alanını davranışların temelindeki gen-çevre etkileşimleri oluşturuyor. Çalışmalarında özellikle travmatik olayların ve genetik faktörlerin bireylerin stres tepkilerine ve psikolojik sorunlara yatkınlıklarına nasıl etki ettiği üzerine yoğunlaşan Duman stres ve etkilerini anlattı.

Stres her zaman kötü müdür? İyi stres ve kötü stres diye bir ayrım yapabilir miyiz?

Elif A. Duman- Stres, genel olarak vücuttaki iç dengeyi değiştiren herhangi bir gerçek veya hayal edilen etkene, yani stresöre, karşı vücudun gösterdiği fizyolojik tepki olarak tanımlanabilir. Hayat boyunca devamlı farklı stresörlere maruz kalıyoruz ve hayatta kalma ve çevreye uyum sağlama açısından, bu stresörlere karşı tepki verebilmemiz gerekli. Yani, stres tepkisi göstermek kötü değil, tam tersine gerektiği durumda bu tepkiyi gösterememek bir sorun. Genelde ‘iyi stres’ dendiğinde, bu kişiyi heyecanlandıran, kısa süreli ve altından kalkabileceği durumların yarattığı stres anlamında kullanılıyor. Öte yandan ‘kötü stres’ dendiğinde, çoğunlukla kişinin kaynaklarını tüketen, altından kalkamadığı veya kaçınamadığı, çoğunlukla daha uzun süreli durumların yarattığı stresten bahsediyoruz. Bu nedenle, aslında iyi veya kötü olan stres değil, stresi yaratan durumun özellikleri ve algılanışı.

Strese girdiğimizde vücudumuzda neler oluyor? Sağlığımız nasıl etkileniyor?

Bir olay stresli olarak algılandığı anda, saniyeler içinde ilk önce otonomik sinir sistemimiz çalışıyor. Örneğin, karda arabayı kullanırken bir anda kaydığınızı hayal edin. Aniden gözbebeklerinizin açılması, nefes alış verişinizin ve kalp atışınızın hızlanması, bunlar otonomik sinir sisteminin çalıştırılmasıyla alakalı. Şu an hayal ettiğimizde dahi bu değişiklikleri görüyoruz vücudumuzda. Bu sistemi takiben, daha yavaş harekete geçen hipotalamik-hipofiz-adrenal ekseni, stres hormonu denilen kortisolün salınmasını sağlıyor. Bu iki sistemin çalıştırılmasıyla vücut stresörle bir mücadeleye giriyor. Bu süreçte mücadele için gerekli sistemler hızlıca çalıştırılırken mücadelede gereksiz olan sistemler baskılanıyor. Stres yaratan durum geçince, stres sistemleri kapatılıyor ve vücuttaki diğer sistemler eskisi gibi çalışmaya devam edebiliyor. Davranışlardaki problemlerin ve hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olan, bu stres sistemlerinin gerektiğinden fazla miktarda ve sürede çalıştırılması ve bu yükün diğer sistemleri yıpratması. Yıpratmayla kastımız, hem o sistemlerde hücre kayıpları gibi yapısal değişiklikler, hem de farklı kimyasalların salgılanması gibi işlevsel değişiklikler meydana geliyor, bunlar da o sistemlerin işleyişini aksatıyor.

Stres, gripten Alzheimer’a pek çok hastalığı tetikliyor

Stres sistemleri vücuttaki hemen hemen tüm sistemlerin işleyişini etkilediğinden, strese bağlı kalp rahatsızlıklarından, yeme bozukluklarına, depresyondan Alzheimer’a birçok hastalığın yolu açılmış oluyor. Yani birçok hastalığın ortaya çıkmasını tetikleyen önemli bir etken stres. Örneğin, stresin bağışıklık sistemini baskıladığını biliyoruz. Bu da gündelik grip, soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanma riskini artırmanın yanısıra, birçok daha ciddi oto-immun ve kanser gibi hastalıkların ortaya çıkmasına da sebep olabiliyor. Depresyon gibi psikolojik sorunların ortaya çıkmasında yine stresin rolü büyük. Zaten depresyonun ana belirtilerine bakarsak, moraldeki düşüş, haz kaybı, uyku, yemek ve cinsellikteki sorunlar, bunlar genel olarak stres etkilediği farklı sistemlerde meydana gelen aksaklıklarla oldukça ilintili.

Peki bu zararlı etkileri azaltmak için neler yapılabilir?

Stres tepkisini başlatan stresörlerin algılanışı. Dolayısıyla, bir durumu stresli olarak algıladıktan sonra ne kadar kısa sürede o durumdan çıkabilirsek veya o durumu algılayışımızı değiştirebilirsek, o kadar çabuk stres sistemlerini kapatabiliyoruz. Tam tersi de geçerli, bir stresör ortadan kalkmış olmasına rağmen hala onun üzerinde düşünülüyorsa, stres sistemleri çalışmaya devam ediyor.

Diyelim ki iş yerinde bir hata yaptınız ve bu bir soruna yol açtı. Bu hatayı stresör olarak algıladığınızda stres sistemleri çalıştırılıyor. Bu süreçte, hatayı yeniden değerlendirmek, çözümüne ilişkin stratejiler geliştirmek, çözülemiyorsa da telafisine yönelik davranışlara girişmek yaratılan stresi sönümlendirmek için iyi hamleler. Öte yandan, hatanın yarattığı sorun geçmiş olsa bile, o hata üzerinde tekrar tekrar düşünmek, endişelenmek, kendini suçlamak gibi davranışlar, o durumu tekrar yaşamışçasına stres sistemlerinin çalıştırılmasına sebep oluyor. Stresörlerin algılanışı ve yeniden algılanışı dışında, genel olarak stres sistemlerinin etkilediği sistemleri ayakta tutmaya çalışmak önemli; böylece bu sistemlerden birini güçlendirmeye başlayınca, diğerlerindeki yıpranmayı da azaltmış oluyoruz. Örneğin uyku ve yeme düzenlerine dikkat edip spor yaparak, stresin etkilediği beslenme, kalp-damar ve enerjiyle ilgili sistemleri güçlü tutabiliyoruz. Bu güçlenme, stres sistemlerini etkilemesine ek, davranışlarımızı da etkilediğinden, örneğin depresyon gibi durumlarda, ruh halinin iyileşmesine de destek oluyor. Bunun dışında herkesin stresle başa çıkma ve rahatlama yöntemleri farklı, kişinin kendisine neyin iyi geldiği deneyerek bulması önemli. Bu süreçte de işin içinden çıkılamadığı durumlarda, psikolojik destek alınması gerektiğini düşünüyorum uzun vadeli daha ciddi sorunların ortaya çıkmasını önlemek için…

Strese karşı verilen tepkide kişiler arası farkları yaratan nedir?

İçinde bulunduğumuz çevredeki deneyimlerimiz, yaşadıklarımız birbirleriyle ve genetik yapımızla etkileşime geçerek bizim hangi olaya ne kadar tepki vereceğimizi belirliyor. Yani, bireylerarası farklılıklara sebep olan etkenleri genetik ve çevresel diye iki başlıkta toplayabiliriz. Uzun yıllardır yapılan davranış genetiği çalışmalarından biliyoruz ki kişilerin gösterdiği stres tepkisi genetik faktörlerden etkileniyor. Örneğin, yukarda bahsettiğimiz stres sistemlerinin çalışmasını ve düzenlenmesini sağlayan farklı kimyasallar genetik yapılarına göre bazı kişilerde daha fazla üretilirken, bazılarında daha az üretilebiliyor. Öte yandan, yapılan psikolojik ve epidemiyolojik çalışmalar da travmatik deneyimler, sosyal çevre, aile yapısı, yaşam tarzı ve alışkanlıklar gibi birçok çevresel faktörün de kişilerin strese karşı verdikleri tepkileri etkilediğini gösteriyor. Son yıllarda yapılan disiplinlerarası çalışmalar, aynı zamanda bu genetik ve çevresel faktörler arasında da etkileşimler olduğunu ve bu gen-çevre etkileşimlerinin stres tepkisini etkileyebileceğini gösteriyor. Örneğin, insanlarda ve hayvan modellerinde yapılan birçok araştırmada, erken yaşta maruz kalınan stresli olayların -istismar, yeterli bakımın sağlanmaması gibi- yetişkinlikte bu kişilerin daha fazla stres tepkisi göstermesine sebep olabileceğini, bu etkinin de stres sistemleriyle ilgili genetik farklılıklarla değişebileceğini gösteriyor. Ne yazık ki, erken dönemde yaşanan bu olaylar, stres sistemlerinin gelişimini de etkilediğinden, bu kişilerde yetişkinlikte depresyon ve kaygı sorunlarının görülme riski oldukça artıyor.

Bu genetik ve çevresel faktörlerin dışında, yine farklılığı yaratan bir etken de stresörlerin özellikleri. Örneğin, stresörün ne kadar tanıdık ve kontrol edilebilir olduğu, stresöre ne zaman, kaç kere, ne sıklıkla, ne kadar süreyle maruz kalındığı gibi. Mesela, aileden birinin ölümünün yaratacağı stres çocuklukta farklı olacaktır, yetişkinlikte farklı. Veya bir yakınınızın yaşadığı hastalığın kısa süreli mi uzun süreli mi olduğu, hastalığın seyrinin ne kadar kontrol edilebildiği verilen stres tepkisini etkileyecektir. Aynı şekilde, ilk kez girdiğiniz bir test yüksek bir stres göstermenize yol açarken, tekrar tekrar girdikten sonra verdiğiniz tepki aynı olmayabilir. Bu nedenle, stres tepkisini genetik ve çevresel faktörlerle birlikte stresörlerin özellikleri etkiliyor diyebiliriz. Etki süreci de anne karnından başlıyor, ölüme kadar devam ediyor.

Bu konularda sizin yürütmekte olduğunuz çalışmalar var mı?

Benim çalışma alanım genel olarak, sosyal davranışların ve psikolojik sorunların altında yatan gen-çevre etkileşimlerini araştırmak. Şu an Boğaziçi Üniversitesi’ndeki laboratuvarımızda lisans ve yüksek lisans öğrencilerimizin desteğiyle disiplinlerarası farklı projeler yürütüyoruz. Genç yetişkinlerde yürüttüğümüz bir çalışmada, yaşanan stresli olaylar ve sosyal ilişkiler gibi çevresel faktörlerin, serotonin sistemindeki genetik farklılıklarla nasıl etkileşime geçip stres tepkisini etkilediğini araştırıyoruz. Bölümümüzden Doç. Dr. Feyza Çorapçı’yla birlikte yürüttüğümüz başka bir çalışmada da yuva çağındaki çocukların duygu durumuna etki eden aile ve okul ortamına ilişkin gen-çevre etkileşimlerini inceliyoruz. Son olarak, çocukluklarında savaşa maruz kalan yetişkinlerle benzer etkileşimleri incelemeyi planladığımız uluslararası bir çalışma var, onu da yakın zamanda başlatmayı planlıyoruz.

- Advertisment -