Ana SayfaHaberlerRoni Margulies bugün son yolculuğuna uğurlanacak

Roni Margulies bugün son yolculuğuna uğurlanacak

Roni Margulies’in cenaze töreni cuma günü saat 13:00 te Kilyos Musevi mezarlığında yapılacak. Roni’nin üyesi olduğu DSİP de Cumartesi günü 17’de Beyoğlu’nda bir anma toplantısı düzenleyecek.

Roni Margulies’in cenaze töreni cuma günü saat 13:00’te Kilyos Musevi mezarlığında yapılacak. Cenazeye katılmak isteyenler için Cuma saat 11:30’da Şişli La Paix Hastanesi önünden otobüs kaldırılacak. Roni’nin üyesi olduğu DSİP de Cumartesi günü 17’de Beyoğlu’nda bir anma toplantısı düzenleyecek.

Roni Margulies, 1955’te İstanbul’da doğdu. Robert Kolej’i bitirdikten sonra 1972’de Londra’ya uçtu, uzun yıllar orada yaşadıktan sonra kürkçü dükkânına geri döndü.

Şiirlerle öykülerden oluşan çocukluk ve ilk gençlik anıları Gülümser Çocukluğum Ardımdan sayılmazsa, ApolloYılları sekizinci şiir kitabı. Saat Farkı kitabıyla 2002 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü aldı. İngiliz Ted Hughes ve Philip Larkin ile İsrailli Yehuda Amihay’ın şiirlerini Türkçeye çevirip kitaplaştırdı. Manastır’da İlan-ı Hürriyet: Fotoğrafçı Manakis Biraderler adlı fotoğraf albümünü yayına hazırladı. Siyasi yazılarını Şiir, Yahudilik VesaireLarda Yüzen Al Sancak ve Kalpsiz Dünyanın Kalbi adlı kitaplarda topladı. En çok satan kitabı Bugün Pazar, Yahudiler Azar oldu.

Şiir kitapları: Her Rind Bilir (1991), Gün Ortasında (1992), Mağrur Olma Padişahım (1994), Bilirim Niye Yanık Öter Ney (1996), Elsa (2000), Saat Farkı (2002), TK1980 (2006).

“Temmuzun orta yerinde bu ülkede bazen, işte böyle geliverir sonbahar birden adeta”

Roni’nin telefon şiiri:

“Dedemin ölüm haberini bir an durakladıktan sonra,
babam vermişti telefonda. Babamınkini dayım.
Bu kez de işte duraklayan annem: Atakan!
Hiç bitmez gibidir telefonda donakalınan o an!

Bir başka hışımla ağaçlar hışırdamaya başlar,
sabaha karşı uyanıldığında o telefonla,
temmuzun orta yerinde bu ülkede bazen
işte böyle geliverir sonbahar birden adeta.

Cılız bir haziran güneşinin sevinciyle belki,
unutulmuş olabilir birkaç günlüğüne ama,
böyle günlerde dank eder yine insanın kafasına:
tüm hayatlar eksik, tüm ölümler vakitsizdir.”

Roni, Serbestiyet’teki son yazısında ailesinin hikayesini anlatmıştı.

1

Mutlu bitmiş bir göç öyküsü

Benim baba tarafım Polonya’dan gelmiştir. Dedem 1897’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir vatandaşı olarak Krakow’da doğmuş, Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştıktan sonra Viyana Üniversitesi’nde okumuş, Berlin’de mühendis olarak ilk işine girmiş ve 1925 Nisan’ında evlendikten hemen sonra Türkiye’ye göçmüş. Kalıcı olmasını düşünmüyorlarmış bu göçün, bir yıl çalıştıktan sonra geri döneceklermiş, ama iş uzamış ve Naziler’in Polonya’yı işgal etmesiyle beraber geri dönülecek yer kalmamış, göç mecburen kalıcılaşmış. Anlatacağım göç dedeminki değil ama. Kardeşininki.

Başta Kılıçdaroğlu ve CHP olmak üzere tüm muhalefetin milliyetçiliğe, ırkçılığa, Kürt düşmanlığına ve en önemlisi göçmen düşmanlığına kapılması, teslim olması, ödün vermesi ve hatta dört elle sarılması ne sonuç verdi?

Basit. Ortalık zafer çığlıkları atan, oylarını yükseltmiş, beklenmedik başarılar kazanmış faşistler ve milliyetçilerle doldu. Sağın politika ve söylemlerini kullanarak sağdan oy kapmak mümkün değildir, böyle yapıldığında siyaset sahnesi tümüyle sağa kayar ve bundan yine sağcılar kârlı çıkar, bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Yabancı/Arap/Suriyeli/Rus/sığınmacı/göçmen düşmanlığına kendini kaptırmayanlar için bir göç öyküsü anlatmak istiyorum. İnsanların keyif veya eğlence olsun diye göç etmediğinin, yerlerini yurtlarını, doğup büyüdükleri mekânları, atalarının yaşayıp öldüğü toprakları şımarıklıktan değil ancak mecburiyetten terk ettiklerinin bir örneğini vermek için.

Benim baba tarafım Polonya’dan gelmiştir. Dedem 1897’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir vatandaşı olarak Krakow’da doğmuş, Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştıktan sonra Viyana Üniversitesi’nde okumuş, Berlin’de mühendis olarak ilk işine girmiş ve 1925 Nisan’ında evlendikten hemen sonra Türkiye’ye göçmüş. Kalıcı olmasını düşünmüyorlarmış bu göçün, bir yıl çalıştıktan sonra geri döneceklermiş, ama iş uzamış ve Naziler’in Polonya’yı işgal etmesiyle beraber geri dönülecek yer kalmamış, göç mecburen kalıcılaşmış.

Anlatacağım göç dedeminki değil ama. Kardeşininki.

Frederik Margulies’e Krakow’daki gençliğinde Fredek derlermiş. Keman çalan ve hayatta tek isteği hep ve daha iyi keman çalmak olan Fredek zengin bir ailenin kızına aşık olmuş 1920’lerde. Kızın ailesi evliliklerine izin vermenin koşulu olarak Fredek’in kemancılıktan vaz geçip ailenin tekstil işinin başına geçmesini dayatmış. Margulieslerin tarihinde bildiğim tek yüz kızartıcı olaydır: Fredek bir kadın için sanatı terk etmeyi kabul etmiş! Evlenmişler. Çocukları olmuş. Bilebildiğim kadarıyla mutluymuşlar.

Alman ordusu 1 Eylül 1939’da Polonya’ya girdiğinde, Fredek eşi ve iki küçük çocuğuyla birlikte Fransa’da tatildeymiş. Kemanı bırakıp zengin bir kadınla evlenmenin bazı yararları da var kuşkusuz: Maddî durumları iyi olduğu için, Polonya’ya dönme olanağı ortadan kalkınca Fransa’da kalmaya karar vermişler. Uzun sürmemiş ama; 1940 Mayıs’ında Nazi orduları Paris’e doğru harekete geçince Fredek’le ailesi de önce Fransa’nın güneyine, oradan da zor bela İspanya’ya kaçmış. Artık Avrupa’da barınamayacaklarına ikna olduktan sonra, vize almak için Amerikan elçiliğine gitmişler. Vize bir yana dursun, içeri bile alınmamışlar. Çaresizlik ve korku içinde, tüm Güney Amerika elçiliklerinin kapılarını aşındırmaya başlamış, hepsinden geri çevrilmişler.

Bir gün Fredek ilk kez geçtiği bir yolda yürürken yüksek bir duvarın ardındaki büyük bir bahçe içinde süslü, elçilik olması muhtemel bir bina görmüş. Yaklaşmış, duvarda “Dominik Cumhuriyeti Büyükelçiliği” tabelasını okuyup dalmış içeri. Varlığından bile haberdar değilmiş böyle bir ülkenin, adını bile duymamış; ama ne önemi var, Avrupa’dan, faşizmden uzak bir yer olduğunu tahmin edebiliyormuş. İçerde uyuklayan iki memura vize istediğini söylemiş, herhalde ilk kez böyle bir taleple karşılaşan memurlar pasaportları damgalayıp uyuklamaya devam etmiş.

Dominik Cumhuriyeti, Karayiplerde, Küba’nın yanı başında yatay ve ince uzun Hispanyola adasının doğu yarısını kaplıyor; adanın geri kalanı Haiti. Göçmenlerden çok çekmiş Hispanyola. Kristof Kolomb Avrupalıların ilk yerleşimini burada kurmuş, adını La İsabella koymuş; yerli Taino halkı ise Avrupalıların getirdiği virüsler nedeniyle kısa süre sonra grip ve çiçek hastalığından tümüyle telef olmuş. İspanyolların altın şehir Eldorado peşinde “Amerika” adını verdikleri kıtaya göçü ve burada yüzlerce yıl sürecek egemenlikleri La İsabella’yla başlamış.

Fredek daha sonra, California’da yaşlı bir adam olarak hayatının zengin coğrafyasını hüzünlü bir hayretle incelerken bleki de bunları okuyup öğrenmiştir, ama 1940’ta uzun bir vapur yolculuğundan sonra Santa Domingo limanına ayak bastığında bilmiyordu herhalde.

Günümüzün turist broşürleri, Kolomb’un oğlu Diego ile eşi Dona Maria de Toledo’nun şimdi müze olan evinin muhakkak görülmesi gerektiğini yazıyor. O zaman da müze miydi, bilmem, ama öyle de olsa, herhalde Fredek’in çok fazla ilgisini çekmemiştir.

Dominik Cumhuriyeti’nde bir hayat kurmayı hiç düşünmemiş çünkü, amaç kapağı Amerika’ya atmakmış. Küba’nın ‘göç kotası’ olduğunu öğrenmiş. O yıllarda, Amerika göçmen göndermek üzere çeşitli ülkelere belli kotalar verirmiş. Fredek ve ailesi önce Küba’ya geçmeyi, sonra da Amerika’ya göçmeyi becermiş. Nasıl becermiş, neler yaşamışlar, nasıl olmuş, bilemiyorum. Krakow’dan Los Angeles’e uzanan, yaklaşık iki yıl süren bu öykü ne korkular, eziyetler, umutsuzluklar, mutsuzluklar içermiştir, kim bilir? Bildiklerim, yukarıdaki dört paragraftan ibaret işte.

Hiç olmazsa ama, Fredek’in öyküsünün mutlu bittiğini biliyorum. Amerika’ya girişte, memur “Margulies ismi burada zor okunur, zor anlaşılır” deyince Marr soyadını almış aile. Ve benim bugün Amerika’nın çok çeşitli yerlerinde Bill Marr, Bob Marr gibi isimler taşıyan, tanışmadığım uzak akrabalarım var.

Böyle mutlu biten göç öyküsü çok nadirdir. Göç, “gitmek” değil “kaçmak” anlamına gelir: Nazilerden, savaştan, yoksulluktan, işsizlikten, açlıktan kaçmak.

Kaçarak hayata tutunmaya çalışan insanlara nefret ve düşmanlıkla bakanlara ömrüm boyunca nefret ve düşmanlıkla baktım. Ve hep öyle bakacağım.

https://serbestiyet.com/author/ronii/

- Advertisment -