Ana SayfaHaberlerZ Kuşağı için 27 Mayıs-101 notları

Z Kuşağı için 27 Mayıs-101 notları

Doktora tezini asker anıları üzerine yazan ve tezi daha sonra “Türkiye’de Asker, Toplum ve Siyaset: Askerlerin Yaşam Anlatıları Üzerinden Bir Okuma” başlığıyla yayımlanan Hakan Şahin, bu anıların bir bölümünden yararlanarak 27 Mayıs darbesinin olduğu günü yazdı. Makale Politik Yol’da yayımlandı.

1960’ta, çoğunluğu üniversitelilerden oluşan öğrenciler “beşinci ayın beşi, saat beşte Kızılay’da” anlamına gelen 555K koduyla duyurulan bir gösteri yürüyüşü yaptı. Bundan 16 gün sonra, 21 Mayıs’ta bu kez Kara Harp Okulu öğrencileri Zafer Anıtı’na kadar sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ertesi gün, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı beşten fazla kişinin bir araya gelerek sokaklarda dolaşmasını yasakladı.

O günlerde Genelkurmay Başkanı olan Rüştü Erdelhun bir toplantıda şöyle demişti: “Kulağıma gelen bazı haberlere göre Ankara’da 60 kadar subay Cumhurbaşkanlı-ğı Köşkü’nü veya Millet Meclisi’ni basarak istifalarını isteyecekmiş. Bugün Türkiye’nin en değerli malı Silahlı Kuvvetlerdir. Bunun di­ğer maddî ve fizikî kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükûmet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. Silah­lı Kuvvetlerde, kıta ile veya kıtasız, cüzi ve külli yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli Silahlı Kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle neticelenir. Demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böy­le bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından, neti­cesi hüsran olur.” [1]

Erdelhun’un kulağına gelen haberler fazlasıyla doğruydu.

Kara Harp Okulu komutanı Sıtkı Ulay, Harp Okulu’nun 21 Mayıs yürüyüşünden sonra her an bir baskına uğrayıp tutuklanma ve emekli edilme olasılığına karşı direnmek üzere, “biri benim diğeri senin” diyerek emir subayından iki tane makinalı tabanca istedi ve emniyet mandalı açık olarak odasında hemen alabileceği bir yere koydu. Bu hareketinin öğrenciler tarafından da duyulmasını sağladı.

Ertesi gün, Harp Okulu Öğrenci Alay Komutanı albay Müçteba Özden, Ulay’a o yıl teğmen olacak son sınıf öğrencilerin, mezun olduklarında alacakları tabancaların kendilerine şimdi verilmesini talep ettiklerini ve kendisinin de bunda mahzur görmediğini söyledi. Ulay “verin” demedi ama “ben kendim zaten silahlanmış durumdayım” dedi. El sıkışarak ayrıldılar. Ulay bu el sıkışmasını “Maksatta mutabakat halinde oluşumuz kendiliğinden anlaşıldı” diyerek yorumladı. [2]

Karar verildi, 27 Mayıs gecesi saat üçte harekete geçilecekti.

26 Mayıs akşamı saat sekizde, bir Ankara haritası Ulay’ın odasına serildi. Hedefler iki kısma ayrıldı. “Bunlardan biri harekatımıza fiilen etki edebilecek olan bina, karakol, kışla gibi yerlerdi. İkincisi de varlığı ile harekata zarar verebilecek olan şahıs hedefleri idi. Şahıs hedeflerinde öncelik Hükümet, Sıkıyönetim Komutanı ve emir verebilecek olanlar ile Cumhurbaşkanı ve Tahkikat Komisyonu üyeleriydi. Diğerleri ikinci plana bırakılmıştı. Çünkü halkın bu derece bir yardımına ihtimal verilmemişti. Demokrat Partili milletvekilleri ilk planda yoktu. Bu yokluğun sebebi, sonradan lüzum görülenlerin kolaylıkla evlerinden alınabilmeleri içindi. Planın son kısmı olarak, Harp Okulu’nun olabilecek bir saldırıya karşı bir kale gibi savunulması düşünüldü.” [3] Kadın Harbiyelilerin sokaklarda görev alması uygun görülmemişti: “Kendi istekleri üzerine kız öğrencilerimiz de kulede ve pencerelerde mevzi aldılar.”

Harp Okulu komutanının odasında bu planlar yapılırken “…emir subayım gelerek bugün okulda dersi olup da akşam üzeri gizlilik dolayısıyla evlerine gönderilmeyen sivil, asker bazı öğretmenlerin toplanıp durumu merak ettiklerini ve bir şeyler sezen birkaç kişinin de izin isteyip evlerine gitmek arzusunda olduklarını bildirdi. Öğretmen arkadaşları toplayıp konuşmaya başladık. İçlerinden birkaçı tereddüt geçiriyor, acaba bir ihtilal mi var diye soruyorlardı. Tabii, çoğu durumu anlamış. Bu sebeple, anlayanlara hafifçe göz kırparak, anlamayanlar için şöyle dedim: Bu gece Genelkurmay, düşman paraşütçülerin ani olarak Ankara ve civarına indirileceklerini öğrenmiş. Harp Okulu da vazife aldı. Aşağıda bunun planlarını yapıyoruz.” [4]

“Saat 23’te çocukları biraz dinlendirebilmek için koğuşlarına çıkardık. Bir müddet sonra bunları dolaştığımda gördüğüm manzara şu idi: Çoğu silahını yanına almış, elbiseleri giyinikti. Heyecandan uyumuyor ve yarını düşünüyorlardı. Saat iki gibi kahvaltıları hazırlandı. Çoğu yememişti. Hazırlıklar tamamlanıp geliştirildikçe kalplerimizin vuruşu değişmişti. [5]

Gece iki buçukta, öğrenciler sessizce avluda toplandılar. Albay Dündar Seyhan’ın “kalabalık omuzları ve hayli gelişmiş bedenine mukabil mikrosefal bir kafa içinde dumura uğramış bir beyin” sahibi olarak tanımladığı [6] tümgeneral Cemal Madanoğlu Harbiyelilere hitaben bir konuşma yaptı: “Arkadaşlar! Kelleyi koltuğa aldık. Hiçbirimizde hırs yok. Memleket ıstırap içindedir. Bu hain zümreyi alaşağı edeceğiz. O kadar… İstemeyen var mı? Haber versin! Haber versin ki, işimize de engel olmasın. Haydi, hakkınızı helâl edin. Ne yaparsınız! Bir kere böyle bir şeye karar verdik.” [7]

Üçü çeyrek geçe ilk gruplar okulu terk etmeye başladılar. Yayalarla olan hız farkından dolayı zırhlı araçlar on dakika sonra çıkartıldı.

Ankara’daki harekatın parolası “inkılap” işareti el kaldırma idi.

Sabah olduğunda Ankara radyosu darbeciler tarafından ele geçirildi. Harp Okulunda Tabur Komutanı olan Binbaşı Avni Elevli Ankara Radyosunun ele geçirilişini şöyle romantize edecekti:

“Saat 05:15 Ankara Radyosu yüksek tansiyon redrösörü ısın­maya kondu.

05:30 Flaman tansiyonları tamam.

05:40 Yüksek tansiyon redrösörü ısınmadan çıkarıldı. Postanın yük­sek tansiyonu verildi.

05:45 İhtilâl, hayır, ihtilâl değil inkılâp kuvvetleri radyoyu kontroluna aldı. Millî Birlik Komitesi radyo başında.

05:55 Her şey tamam artık. Diktatörler, Teşki­lât-ı Esasiye’yi bozanlar, Cumhuriyet idaresini yıkmaya yelte­nenler ve bunlara uşaklık edenler, yakalandılar.” [8]

Eşzamanlı olarak tutuklamalar başladı. Bir asker manzarayı şöyle tanımlıyordu: “Sabahın ilk saatleri geçince halk sokağa döküldü. O zaman krem renkli olan günlük üniformalı subaylar el üstünde alkışlanıyor. Etrafta hiçbir düzenli askeri birlik yok. Yalnızca subaylar… Bakanları, milletvekillerini, generalleri Ankara armudu gibi toplayıp götürüyorlar. Hiç mukavemet yok. Allah Allah, ne kolay iş!” [9]

Ankara ve İstanbul’da sayıları 60 civarında olan örgüt mensubu subay ile onlara destek veren 150 civarında subayın başlattığı darbe hiçbir önemli direnişle karşılaşmadan birkaç saat içinde başarıya ulaştı.

Bir general bu başarıyı şöyle okuyordu: “Bugün millet, güvendiği aziz ve kahraman ordusunun süngülerinin pırıltısı ve himayesi altında hakiki ve ebedi saltanatını kurdu. Ezilmek istenen alınlar bugün dikleşti. (…) 27 Mayıs asil ve kansız ihtilalinin Beyazıt Meydanında atılan tohumları Kızılay’da, Cebeci’de yeşerdi, Harbiye’nin bağrında meyvasını verdi.” [10]

Ama yaşananlar bu kadar “pırıltılı” değildi.

Tutuklananlar, darbenin fiilî merkezi Kara Harp Okulu’na getiriliyordu. Harp Okulu nizamiyesinden komutanlık binasına uzanan uzun yol boyunca sağlı sollu yerleşen Harbiyeliler bir koridor oluşturmuştu. Getirilip nizamiyeye bırakılan asker ve sivil tutuklular bu koridorun içine alınıyor ve elle, dipçiklerle darp ediliyor, yumruklanıyor, tekmeleniyor, küfrediliyor ve yüzlerine tükürülüyordu.

Bu muameleye tâbi tutulanlar arasında bazı generaller ve hatta Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı da vardı. Binbaşı Avni Elevli bu isimlerin yaptıkları onca kötülüğe kıyasla onlara vurulacak bir iki dipçik darbesinin, onlara edilecek birkaç küfrün çok görülmemesini salık veriyordu: “Şimdi soruyorum size. Bütün bu vahşetler yanında, senelerce memleketimizi kemiren, bütün hürriyetlerimizi alan zümrenin elebaşlarına birkaç küfür, birkaç ağız dolusu tükürük, bir iki tokat veya bir iki dipçik çok mu?” [11]

Elevli şöyle devam ediyordu: “Bayarlar, Menderesler, Koraltanlar, Zorlular yaptıklarını buluyorlar. Harp Okulu’na götürülüyor bunlar. Şimdi Zorlu geldi. Şu Dışişleri Bakanı. Paris, New York kabarelerini ezbere bilen, milyonluk mücevherata sahip Zorlu. Misafir olacağı bu binayı bir türlü tanıyamıyor. Şaşkın ve aptal bir eda ile soruyor. ‘Burası neresi?’  Genç Harbiyeli cevap veriyor: ‘Yiğitler diyarı, aslanlar konağı.’ Şaşkın şaşkın, hiçbir Avrupa ve Amerika eğlence yerlerine benzemeyen bu binaya tekrar bakıyor. Birkaç lisan bilirdi amma şeref lisanını, kahramanlık lisanını bilmiyordu. Harbiyeli kızdı, bir kez daha yüksek sesle, ‘burası, Türk vatanı üstünde sönmez bir güneştir. Geceyi gündüz yapan, zindanı cennet yapan, istibdadı buz gibi eriten, Hürriyeti tutuşturan bir güneştir, öğrendin mi?” [12]

Elevli’nin ismini zikretmediği İçişleri Bakanı Namık Gedik en çok işkenceye uğrayanlardan biriydi. Ulay söz konusu işkencelerin Harp Okulunda yapıldığını kabul etmeyecek ve bunların Harp Okulu’na getirilene kadar halk tarafından yapılmış olabileceğini öne sürecekti: “Gedik getirilinceye kadar yollarda, belki halk ve gençlik tarafından en çok hakaret ve saldırılara uğrayan zat idi. Bu hakaretler Harp Okulu kapısında da devam etmiş ve kendisi çok zorlukla kurtarılarak subaylarca içeri alınabilmişti. Evvela okul eczahanesine gönderilmiş ve burada sükunete ermesi sağlanmıştı. Gönderdiğim bir doktorun kontrolünden sonra vücudunda hiçbir arıza görülmediği anlaşılmıştı. (…) Gece on birde odasına girildiğinde manzara şöyle: İki katlı olan büyük camlar bir gövde genişliğinde yarılmış ve Gedik kendini buradan aşağı fırlatmış. (…)  Bir sedyeye konup okul kapısına doğru getirilirken derin bir nefesten sonra ruhunu teslim ettiği anlaşılarak…” [13]

Cumhurbaşkanı Bayar da Harp Okulu’na getirilenler arasındaydı. “Evvela kendisini çalışma odamın yanındaki yatak odasına aldırdım. Bir saat sonra gördüğüm lüzum üzerine revirden bir karyola getirterek boş olan brifing odasına gönderdim. Bunun sebebi, gayrimeşru sayarak devirdiğimiz bir kişiye haddinden fazla bir nezaketin yersiz olduğu kanısı idi.” [14]

Halkın bir nümayişinden çekinildiği için Harp Okulu’na Kızılay tarafından değil Dikmen istikametinden getirilen Başbakan Menderes okulun arka mutfak kapısından içeri alınmış ve “evvela okulun geniş salonunda misafir edilerek heyecanın teskinine çalışılmıştı. Burada Menderes hatalarının çok olduğunu, fakat müteaddit teşebbüslerine rağmen ayrılmak ve seçime gitmek imkanını bulamadığını, gerekirse ve müsaade edilirse radyodan halka beyanda bulunup ihtilale müstahak olduklarını bildirebileceklerini ifade etti. Tek ihtiyacı olarak sigara ve uyku hapı ricasında bulundu ve aldırılan sigaraları birbiri ardına içmeye başladı. Sözleri arasında, ‘herhalde bizleri aceleye getirmez ve tarihe ışık tutacak ifadelerimizi alırsınız’ dedi.” [15]

Darbenin ilk saatlerdeki düzen, ilerleyen saat ve günlerde bir başıbozukluğa dönüştü. Albay Orhan Erkanlı darbenin ilk 3-4 saatinde kimlerin tevkif edileceğinin planlandığı şekilde gerçekleştiğini, ondan sonra ise, önüne gelenin önüne geleni tutuklayarak rastgele yerlere hapsetmeye başladığını söylüyordu. [16]

“Bir subay, sokaklarda görev alan Harbiyelilerin saat 11’de Güvenpark’ta toplanmalarını söyledi. Ellerinde Kırıkkale tüfekleri ile toplandılar. (…) İş bitince okula dönüyorlardı. Sanki savaştan dönüyorlar. Halk onlara yiyecek içecek verme yarışında. Öğrenciler 19 Mayıs töreninden dönüyormuşçasına okulun orta bahçesinde toplandılar. Sevilen, çok heyecanlı bir tabur komutanı, öğrencilere çok sert bir komut verdi. Verilen komut üzerine yüzlerce Harbiye öğrencisi ne kadar mermileri varsa havaya ateş etmeye başladılar. Öyle bir kargaşa başladı ki o taburların kontrol altına alınması mümkün değildi. Öğrenciler istirahat etmeleri için serbest bırakıldı. Fakat gelin görün ki öğrencilerin her biri seyyar cephanelik gibiydi.” [17]

Akşam olduğunda “saat ondan sonra Bayar ve Menderes’in ayrı ayrı daha küçük odalara alınmalarını kararlaştırdık. Menderes uyku haplarından uyandırılınca bir korku ile baygınlık geçirmiş ve ‘ifademizi almadınız, çok acele değil mi?’ sözleri ile ayılmıştı. Kendisine bu kadar heyecanlı olmaması ricasında bulunulmuş ve acele bir idamın söz konusu olmadığı, burada adam öldürülmeyeceği bildirilmiş ise de inandırmak kolay olmamıştır. Hatta biraz evvel karşı odadaki Bayar’ın da yerinin değiştirildiği, onun uyandırılmayı sükunetle karşıladığı örnek olarak gösterilmiş, Menderes de ‘Ah o hep öyledir, uyur, hep uyur’ cevabını vermişti.” [18]

Bir hafta sonra, 5 Haziran, Kurban Bayramının ilk günüydü. “Verdiğim talimat üzerine, tutukluların gusül ihtiyacı için okul hamamı hazırlatılmış, Bayar ve Menderes için de komutanlık banyosundan yararlanmaları kararlaştırılmıştı. Bayram sabahı namaz saatinde hepsi sıra ile uyandırılmış fakat Bayar yatakta gözünü açarak ‘toplu cemaat olmayınca bayram namazı kılınmaz’ deyip tekrar uykuya dalmıştı.” [19]

İlerleyen günlerde “…Harbiyeliler boşlukta kalmıştı. Ne karışan vardı ne görüşen. Karavana muntazam çıkıyor. Ne yaptın diyen yok. Bazıları bar, pavyon, gazino, hatta ev ve karakol basmaya başladılar. Yeniçerilik başlamıştı.” [20]

—-

[1] Fatih Uğur, Genelkurmay Başkanı Erdelhun’un 27 Mayıs Cuntasını Deşifre Eden Günlükleri, s.98

[2] Sıtkı Ulay, Harbiye Silah Başına, s.89

[3] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.96

[4] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.97

[5] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.98

[6] Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 76. Darbeciler arasındaki mücadeleler için 2021 tarihli şu doktora tezine bakılabilir: Nesimi Gökşen, “27 Mayıs Müdahalesi ve Askeri Rejim: İhtilalci Subaylar Arasında İktidar Mücadeleleri, Fraksiyonlar ve Çatışmalar”

[7] Avni Elevli, Hürriyet İçin, s.165.

[8] Elevli, Hürriyet İçin, s.77

[9] Salih Acarel, Yassıada’dan Cudi’ye, s.49.

[10] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.123

[11] Avni Elevli, Batırılamayan Gemi Türkiye, s.145

[12] Elevli, Hürriyet İçin, s.7

[13] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.114

[14] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.110

[15] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.110

[16] Orhan Erkanlı, Anılar, Sorunlar, Sorumlular, s. 77

[17] Acarel, Yassıada’dan Cudi’ye, s.36

[18] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.112

[19] Ulay, Harbiye Silah Başına, s.110

[20] Acarel, Yassıada’dan Cudi’ye, s.36

- Advertisment -