Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Kıbrıs’ta görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü Misyonu’nun (BMBG) görev süresinin altı ay daha uzatılmasına karar vermiş — fakat bunu yaparken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) rızasını almamış, yani ona danışmamış.
“Tıpkı önceki uzatmalarda olduğu gibi” diye ilave etmek lâzım. Çünkü malum, BMGK’da yer alan hiçbir ülke KKTC’nin hukuki statüsünü tanımıyor, dolayısıyla karar alırken onun rızasına baş vurmaları da beklenemez.
Hal böyleyken, her uzatmadan sonra olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı BMGK’yı bu “gerçeklerden kopuk” tutumu için kınadı.
Anadolu Ajansı’nın haberi:
“Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs’ta konuşlu Birleşmiş Milletler Barış Gücü Misyonu’nun (BMBG) görev süresinin uzatılmasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) rızasının alınmamasının Birleşmiş Milletler’in (BM) kendi kural ve ilkelerine aykırı olduğunu, bu durumun düzeltilmesini ve KKTC topraklarındaki varlığının sorgulanmaması için BMBG’nin KKTC makamlarıyla bir an evvel bir anlaşma yapmasını beklediklerini bildirdi.”
KKTC’nin kurumsal varlığı dünyada tanınmıyor, ama orada yaşayan Türklerin, toplum olarak rızalarına başvurulmasını istemesi makul bir beklenti. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin “KKTC’nin iradesine saygı gösterilmesini” istemesi makul görünmüyor, çünkü bu saygıyı bizzat kendisi göstermiyor. Hattâ Türkiye’nin bu defaki itirazının -son aylarda yaşanan iki gelişmenin henüz taptaze olan etkisiyle birlikte düşündüğümüzde- BMGK üyeleri tarafından tebessümle karşılandığını bile söyleyebiliriz.
Bu gelişmelerden biri KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri, öbürü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyareti.
KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’ye “bizi vesayet altında tutmayınız,” “kendinize ‘baba’ bize ‘yavru’ demeyiniz,” “lütfen irademize saygı gösteriniz” diyen eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bizzat açıkladı ki, Türkiye kendisinin seçilmesini istemiyordu ve bunu sağlamak için de istihbaratçılarını adaya gönderip Akıncı’yı uyarmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde açıkladığı ‘lütuf’ da, Türkiye’nin KKTC’yi kendi iradesi olan bir özne gibi görmediğini açıkça göstermişti. O günlerde şöyle yazmıştım:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs’a bir Cumhurbaşkanlığı külliyesi ve bir parlamento binası inşa etme ‘müjdesi…’ Anlaşılan, Cumhurbaşkanı ve danışmanlarının aklına, Kıbrıslıların mevcut cumhurbaşkanlığı ve parlamento binalarından memnun olmaları ihtimali hiç gelmemiş. Fakat ya öyleyse?
“Öte yandan: Bir yandan bağımsız devlet kurmayı hak etmiş olgun bir toplumdan söz edeceksiniz, diğer yandan onun neyi sevip neyi sevmeyeceğine siz karar vereceksiniz. Kendi binaları, kendi toprakları üzerinde tasarruf yetkisi olmayan bir devlet olur mu?
“Fakat biliyoruz ki ortada olgunluğuna inanılan ne bir devlet var ne de bir toplum. Ortada bir ‘yavru’ ve bir ‘baba’ var. Yavrunun, babasının verdiği hediyeyi beğenmeme ve istememe hakkı olabilir mi?”
Birinin iradesine saygı isteyenin, her şeyden önce kendisinin o kişinin iradesine saygılı olması gerekmez mi? Kendi apaçık saygısızlığı ortada dururken böyle bir talepte bulunması durumunda, bu gülüşmelere yol açmaz mı? Diyelim Birleşmiş Milletler’in Uygurlarla ilgili bir tasarrufu oldu. Çin’in, bu hamleyi “iç işlerine karışmama” argümanıyla savuşturması can sıkıcı olabilir, sinirlenebilirsiniz. Fakat “Uygurların iradesine saygısızlık” argümanı karşısında gülümsemekten başka bir şey gelir mi elinizden?