Eskiden kendime, “niye bazı insanlar, kendi özgürlük alanlarını daraltmadığı halde başkalarının özgürlük alanını genişleten adımlara bu kadar sert bir biçimde karşı çıkar” diye sorar, işin içinden çıkamazdım…
Gülay Göktürk’ün güzel benzetmesiyle: Sanki bir özgürlük deposu varmış da başkaları da oradan nemalanırsa kendilerinin payı azalacakmış gibi.
Kendi mutluluğu azalmayacak, fakat bu arada -kendisine benzemeyen- başkalarının mutluluğu çoğalacak…
Hiç unutmadığım, aklıma her geldikçe sinirlendiğim “kadınlar plajı” örneğini burada bir kez daha anmak isterim.
Denizde yüzmek isteyen dindar kadınlar…
2012’nin yazında belediyelerin sadece kadınların girebileceği plajlar açmalarının ‘meşruiyeti’ üzerine büyük bir kavga koptu. Kocaeli’nin AK Partili belediye başkanı, açtığı onlarca karma plajın yanı sıra bir de “kadınlar plajı” açınca ortalık birbirine girmiş, basından gelen tepkiler karşısında yılgınlığa kapılan belediye çareyi plajı kapatmakta bulmuştu.
Oysa belediyenin girişimi makul bir toplumsal talebi karşılamaktan ibaretti, fakat “çağdaşlık ve laiklik” adına gelen tepkiler o kadar büyüktü ki, bu dalga karşısında duramamıştı.
Hem inançlarının gereğini yerine getirmek hem de denize girmek isteyen kadınlar için büyük bir tatmin sağlayacak bu hamle, hayatını seküler tarzda yaşayanlara yeterince “anlamlı” gelmemişti… Oysa mesela “kadınlar kahvesi”nde hiçbir sorun yoktu, o “şık”tı!
Dediğim gibi: Sanki “denize girme özgürlüğü deposu” var ve o depodan birileri de yararlanırsa kendilerinin denize girme özgürlüğü kısıtlanacak?
O hoşgörüsüzlük bir miktar kırıldı ama sorsanız, “Biz ‘bunlar’ın böyle yapacağını bildiğimiz için ‘çağdışı’ taleplere cevap vermedik” diyenlerin sayısı da hiç fena çıkmayacaktır.
Şimdi, malum, bu süreç tersinden işliyor fakat sorunun karakteri aynı.
Dediğim gibi, sonuçta o plaj açılamadı, hevesleri kursaklarında kalan örtülü kadınların sekülerlerin dünyasına duydukları tepki biraz daha büyüdü, toplumsal kutuplaşmaya mütevazı bir katkıda daha bulunulmuş oldu.
Oysa tersi olsaydı; birileri de çıkıp, “Ben karma plajı tercih ediyorum, fakat inançları gereği karma plajlara gelmeyen kadınların da denize girme hakları var, belediyeler elbette karma plajların yanında bu türden plajlar da açmalıdır” deseydi…
Hatta, hadi biraz hayal kuralım, o plaj açılabilseydi ve hatta başka plajlar da açılsaydı… O zaman, kutuplar arasındaki gerilime o mütevazı katkı ortaya çıkmayacak; tam tersine, içinde hepimizin özgürce yaşayabileceği bir topluma doğru küçük de olsa bir adım atabilmiş olacaktık.
Sorumuza geri dönelim: “Neden bazı insanlar, kendi özgürlük alanlarını daraltmadığı halde başkalarının özgürlük alanını genişleten adımlara bu kadar sert bir biçimde karşı çıkarlar”
Zamanla buldum bu sorunun cevabını: Karşılıklı korku… Başkalarının özgürlük alanının genişlemesinin zamanla kendi özgürlük alanını daraltacağına dair korku…
Bu korku da hiç kuşkusuz, “kutup”ların sadece kendi haklarıyla ve hukuklarıyla ilgili olmalarından, birbirlerinden hiçbir anlayış görmemelerinden kaynaklanıyor.
Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV yayınına katılmasının iki mahalleye de dert olması, bazılarının giydikleri deli gömleğini çıkarmaya hiç niyetlerinin olmadığını gösteriyor.
Bu deli gömleğinin bir anda ortadan kalkmasını bekleyemeyiz, bu romantizm olur. Fakat hiç değilse, seküler ve dindar diye bölünmüş dünyaların içinde yer alsalar da “kutup”ların ağırlıklı tavrının dışına çıkabilmişleri, çıkmaya çalışanları boğmasak, iyi olmaz mı?
Bu türden bağlantı kayışları da koparsa, arkasından neyin geleceği belli değil mi?