Ana SayfaANALİZLERANALİZ | ‘Soru soran bir gazeteci’: Helen Thomas ve bizimkiler

ANALİZ | ‘Soru soran bir gazeteci’: Helen Thomas ve bizimkiler

“Eğer bir başkana soru sorulamıyorsa, o başkanın bir kral veya diktatöre dönüşmesi işten bile değildir. Gazetecilik de başkana gerçekten soru sorabilecek, hesap sorabilecek tek kurumdur…” Artık yaşamayan, 90’lı yıllarında bile başta ABD başkanları, dünyanın bütün kudretli siyasetçilerine kök söktüren ünlü Amerikalı gazeteci Helen Thomas dün gece A Haber’deki yayını izleseydi ve gazetecilerin gûya sorularını dinleseydi, herhalde utanmanın baş edilmesi en zor biçimlerinden birine gark olurdu: Başkası adına utanmak.

Ülkenin birinde başbakan, hiçbir dediğine inanmayan, sürekli kuşku belirtip, yapıp ettikleriyle ilgili yeni sorular peydahlayan gazetecilerin ağzını kapatacak bir hamle yapmaya karar vermiş ve bunu hamle tarihinden bir hafta önce, bütün gazetelerin arka sayfalarına verdiği tam sayfa ilanla duyurmuş.

Duyuruya göre başbakan, ancak randevu saatinde randevu yerinde olacak gazetecilerin tanıklık edeceği öyle büyük bir eylem gerçekleştirecekmiş ki, ona şahitlik eden gazeteciler, mecbur, bundan sonra söyleyeceği her şeye inanacakmış.

Bir haftayı yalnız gazeteciler değil, bütün bir ülke nefesini tutarak geçirmiş.  

Randevudan bir gün önce, randevu yerini ve başbakanın eyleminin ne olacağını duyuran bir tam sayfa ilan daha gelmiş: Başbakan, ertesi sabah ülkenin bütün gazetecilerini deniz kenarında bekleyecekmiş ve herkes orada toplandıktan sonra deniz yüzeyinde 100 metre kadar yürüyüp geri dönecekmiş.

Ertesi sabah başbakan sahilde gazetecilerle buluşmuş. Kameraların önünde ayakkabılarını, çoraplarını çıkartıp pantalonunun paçalarını sıvamış. Müstehzi gülüşler eşliğinde denize doğru ilerleyip hiçbir tereddüt göstermeksizin suyun üzerine ilk adımını atmış. Ve… Hakikaten de 100 metre kadar yürüdükten sonra dönüp gelmiş.

Başbakan ertesi sabah gazeteleri açtığında dona kalmış, çünkü gazeteler başbakanın gösterdiği bu büyük mucizeyi şöyle duyurmuş:

“Başbakan yüzme bilmiyor…”

Aslında aktardığım, gazetecilerin sansasyon ve manipülasyon merakını anlatmak için uydurulmuş ünlü bir gazeteci fıkrası. Fakat ben tevil yoluna gidip, hikâyeyi gazeteciliğin en önemli hasletlerinden biri olan sorgulama ve şüphe etme özelliğinin abartılı bir versiyonu olarak sunmayı tercih ettim.

Ne var ki sorgulama ve şüphe etme hasletini halının altına süpürmek, Türkiye’de iktidar destekçisi gazeteciler için artık bir spor… Dün gece A Haber’de Cumhurbaşkanına soru sormak üzere stüdyoda oturan gazeteciler bu spor dalındaki hünerlerini bir kez daha sergiledi.

“Soru soran bir gazeteci: Helen Thomas” parantezi

Artık yaşamayan, ama 90’lı yıllarında bile başta ABD başkanları, dünyanın bütün kudretli siyasetçilerine kök söktüren ünlü Amerikalı gazeteci Helen Thomas dün geceki yayını izleseydi ve gazetecilerin gûya soru sorarken Erdoğan’a nasıl gollük paslar verdiklerini görseydi, herhalde utanmanın baş edilmesi en zor biçimlerinden biriyle yüzyüze kalırdı: Başkası adına utanmak.

Yeri gelmişken, bir ‘tevil’ daha yapayım ve gazetecilerin asistlerini ben de size Helen Thomas’ı anlatan çok güzel bir yazıyı tanıtma fırsatı olarak değerlendireyim.

Cemal Tunçdemir’in 2013’te kaleme aldığı “Soru soran bir gazeteci” başlıkla uzun makalesinden kısa bir bölüm:

“1981 yılında ABD Başkanı Ronald Reagan ile ‘Demir Lady’ lakaplı İngiliz Başbakan Margaret Thatcher, ekonomi zirvesi için bulundukları Kanada’nın Ottawa şehrinde ortak bir basın toplantısı düzenler.

“Bir Amerikalı kadın gazeteci söz alır ve İngiliz Başbakana, ekonomi politikalarının çalışan kesimi nasıl ezdiğine ilişkin bir soru sorar. Thatcher’ın yüz ifadesinden sorudan çok rahatsız olduğu belli olmaktadır. ‘Dearie (canım),’ diye hitap ettiği kadın gazeteciye, sorunun, bulundukları platform için ‘uygun bir soru olmadığını’ söyleyerek cevap vermeyi reddeder. Kadın gazeteci, bu küçümseyici tavra, ‘böyle biraz fazla amirane olmadı mı?’ diye beklenmedik bir karşılık verir. Çok şaşıran Thatcher, Reagan’a dönerek, ‘kim bu kadın?’ diye sormaktan kendini alamaz. Reagan gülümser ve ‘Oh! That’s Helen’ diye cevap verir. Bir ABD başkanı için de, bir Amerikalı için de Helen Thomas’ı tarif için yeter de artar bir cümle.

“Gazeteciliğin bir zirvesi varsa Helen Thomas o zirveye defalarca bayrak dikmiş bir gazeteci. Dünyanın en kudretli idarecilerine bile, hiç hoşlanmayacakları soruları sormaktan çekinmeyen bir gazeteci. USA Today gazetesinin kurucusu Al Neuharth, Küba’nın efsane lideri Fidel Castro ile 2000’li yılların hemen başında gerçekleştirdiği ünlü röportajda, ‘Küba demokrasisi ile bizimki arasındaki en önemli fark sizce nedir?’ diye sorduğunda Castro, hiç düşünmeden, ‘Ben Helen Thomas’ın sorularına cevap vermek zorunda değilim’ diye yanıtlayacaktır.”

Aslında bir şeyler daha yazacaktım ama tam burada kesmek, sanırım en doğrusu olacak…

(Pardon, şu paragraf da çok mühimmiş: “Helen Thomas, yazar Kay Mills ile 1996 yılında gerçekleştirdiği bir söyleşide (daha sonra 2004’te Bill Moyers ile konuşurken de yineleyecektir), ‘Eğer bir başkana soru sorulamıyorsa, o başkanın bir kral veya diktatöre dönüşmesi işten bile değildir. Gazetecilik de başkana gerçekten soru sorabilecek, hesap sorabilecek tek kurumdur’ diyecekti.”

(Pardon pardon, Tunçdemir’in yazısının son cümlesi de çok güzelmiş: “Ne mutlu, devlet başkanlarının başına ‘soru sormakla görevli’ Helen Thomas’lar musallat edebilen ülkelere…”)

http://amerikabulteni.com/2013/11/10/soru-sormakla-gorevli-bir-gazeteci/
- Advertisment -