Alper Görmüş yazısında Demirtaş’ın da verdiği röportaja atıfla şöyle bir şeyden bahsetti: Demirtaş PKK’nın etkisinden bağımsız bir Kürt siyasi partisinin gerekliliğini vurguladığını söyledi. Ali Bey, sizce böyle bir şey mümkün mü? İlk önce onu sorayım. Yani bir kere böyle bir şey mümkün mü?
Bir çırpıda cevap verecek olursak, şu an itibariyle, mevcut koşullarda PKK’sız bir Kürt hareketini tasavvur etmek mümkün değil. Ama bununla birlikte Alper’in söylediklerine katılıyorum. Kürt hareketi içinde -ki bu hareket, PKK kadar diğer Kürt unsurlarından, siyasi parti dahil, oluşuyor- bir gerilimin olduğu da muhakkak. Diğer ifadeyle, PKK merkezli bir Kürt siyaseti ile PKK’nın etkisinden, gölgesinden uzak bir istikamete gitmek, ana dili siyaset kılmak arzusu arasında bir gerilim var. Bu gerilimin bir ucunu, tabii ki önemli ölçüde siyaset kısmını Selahattin Demirtaş’ın temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Dolayısıyla mümkün görünmemekle birlikte bir çatışma, böyle bir gerilimin olduğu da söylenmesi gereken bir husus ve bu gerilimin en önemli temsilcisi siyaset babında Selahattin Demirtaş’tır. Verdiği röportajın kimi kısımlarını, bundan önce yaptığı kimi açıklamaları, Demirtaş’ın açıklamalarına karşı PKK’dan gelen tepkileri bu çerçevede okumak doğrudur diye düşünüyorum.
Şimdi böyle bir Kürt siyasi partisinden bahsediliyorsa, Demirtaş’ın PKK’sız Kürt siyaseti vizyonunu onun yerine kim doldurabilir?
Böyle bir ihtimal yok, böyle bir temenni var. PKK’sız bir Kürt siyaseti noktasına henüz gelinmiş değil. Bu istikamette arayışlar ve gerilimler var. Dolayısıyla Demirtaş’ın yerini doldurma ya da Demirtaş dışarıda olsa bile bu istikamette bir politika üretme gücünün olup olmayacağı tartışmalı. PKK’yı tamamen dışlayarak bir Kürt hareketinin canlanmasına henüz vakit var diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu sorunun net bir cevabı yok. Ne Demirtaş bunu yürütebilir ne de Demirtaş’ın yerini dolduracak bir kişi ortaya çıkabilir.
Ama çaba var. Bunun yanında, HDP’nin ana çizgilerinden bir tanesi bununla uyumluydu. Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın eş başkan oldukları bu siyasi partinin stratejisinde, siyasetin alanını genişletmek, ülke genelinde ve Kürt meselesinde siyasi tutumun şiddet karşısında alanını büyütmek, PKK’ya değil HDP’ye endeksli bir temsil, muhataplık arzusu ve arayışı, bir geri plan olarak hep mevcuttu.
Bu genel dalga içinde Demirtaş’ı şöyle değerlendirmek doğru diye düşünüyorum: Kürt siyasetinin ürettiği ilk ve tek sivil aktördür Demirtaş. Malum, Öcalan ve diğerleri bir silahlı mücadelenin ürünleri; Demirtaş ise bir sivil mücadelenin, bir sivil temsilin ürünü. Yıllar içinde Türkiye genelinde diliyle, zekasıyla, tavrıyla, siyasi alanı Kürtlere açmasıyla önemli bir yer edindi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oy, daha sonra hapishaneden dahi Kürt hareketini belirliyor, etkiliyor olabilmesi, Demirtaş’ı Kürt hareketinde geri dönülmez, son derece önemli simgelerden biri haline getirdi.
Ama şunu unutmayın, bu tür hareketlerde liderlik postu pahalı bir yerdir. Yani lider olabilmek için karşınıza başka rakipler çıkar. Nitekim doğal lider olarak görülen bir kurucu var hapiste. İmralı’da yatıyor.
Demirtaş da, dikkat edecek olursanız, onun karşısına çıkmaz. Ama temsil ettiği şey PKK’nın iddia ettiğinden, aradığından farklı bir şeydir. Yani silahların geriye itilmesi, bırakılması; siyaset üstünden ve Türkiye geneli üstünden bir Kürt siyaseti yapmak. Dolayısıyla Demirtaş Kürtlerde hem böyle bir gücü hem böyle bir fikri ifade ediyor.
Yaptığı röportajı da bu çerçevede anlamlandırmak lazım. Bu yeni bir başlangıcın ya da PKK’dan kopan bir siyasi partinin kuruluşunun fitili olarak değil.
Şimdi Demirtaş’ın söyleşisinde birkaç önemli husus var. Bunlardan biri, 42 yıl hapis cezası alan bir kişinin politik ve psikolojik koşulları olmalı. Dolayısıyla o röportajın içinde şahsi bir şey var. Demirtaş’ın kendisiyle, kişiliğiyle, geleceğiyle ilgili bir husus var. Bu duygu çeşitli ifadelerle karşımıza çıkıyor.
İkincisi, hapishaneden siyaset yapmak meselesi diye bir başka kalem var. Demirtaş bir şahıs olarak hapishaneden siyaset yapan, Kürt siyasetini yönlendirmek isteyen biri. Bunun iki cephesi var. Bunlardan bir tanesi, biraz önce konuştuğumuz, siyasi alana genişlik kazandırmak. İkincisi de kişi olarak iddiasını sürdürmek ve orada olmak. Röportajı bu gözle de okumak gerekir.
Üçüncü hususa gelince, o röportajda bir meydan okuma var. Bu meydan okuma, parti içerisindeki kimi aktörlere yönelik. Kendisinin siyasi mücadele yürütmesinden rahatsızlık duyanlara şunu söylüyor Demirtaş: “Siyaseti bırakmamın bir nedeni, bahsettiğim siyaset keneleri ve bu kenelere halen bazı durumlarda değer verilmesidir.”
Şimdi keneler olarak ifade ettiği şey kimdir diye baktığımız zaman, muhtemelen HDP’nin, DEM’in solcu bileşenleri ve PKK’ya çok angaje, onun istikametinden sapmayan isimlerdir. Bu isimleri Demirtaş zikretmemişken zikretmenin anlamı yok, ama burada parti içerisindeki bu dirençli çekirdeğe, kendisini dışlayan çekirdeğe, kendisine göre Kürt siyasetine zarar veren çekirdeğe de açıkçası bir tavır alıyor. Bunlar da dediğim gibi daha sert, radikal, daha dağa sırtını yaslayan bazı aktörler.
Bence bu üç husus, ön plana çıkarılabilir Demirtaş’ın konuşmasından. Alper’e katılıyorum, evet derin bir temenni vardır, artık siyaset yol alsın, PKK bu işi bıraksın diye, ama bu metin tam onu söylemiyor. Bir arka plan olarak içerildiği bir genel tutumu ifade ediyor.
Türkiye’de Kürt meselesi bağlamında normalleşme süreci nasıl değerlendirilebilir?
Bu başka bir tartışma. Bu Kürt siyasetinin iç tartışması; Türkiye değişiyor, Türkiye ilerliyor, Türkiye bir hatta yol alıyor, inişleriyle çıkışlarıyla. Bu hatta yol alırken Kürt hareketi de, Kürt meselesi de yol alıyor. Yani dün olduğu gibi küçük bir grubun isyanıyla ortaya çıkan bir hareket söz konusu değil. Daha farklı, daha büyük, toplumsallaşmış, siyasallaşmış, hattâ silaha karşı kesimlerin bayağı gelişmeye başladığı bir Kürt dünyasından bahsediyoruz. Bu Kürt dünyası oldukça şehirleşti. Kırsal alandan göçler çok kesif olarak bir kentleşme doğurdu. Diğer taraftan baktığımız zaman kentleşme demek bir modernlik demektir, ticaret demektir, burjuvazi demektir. Bunların sistemle çatışma yerine sisteme entegre olma arayışları ön plana çıkar, öyle olmuştur. Mesela Cizre olayları, Hendek hadiseleri Türkiye kadar Kürt kesiminde de bir tepki ile karşılanmış sert hadiselerdir. Yani Türkiye’ye entegre olmak, entegre olarak Kürt meselesini çözmek, Kürt kimliğine sahip çıkmak, Kürtlerin kendisinin yönetmesinin yollarını bulmak büyük bir yol aldı, bir dönüşüm geçirdi ve bunun taşıyıcılarında önemli bir farklılık oldu diye düşünüyorum. Bugün itibariyle baktığımız zaman DEM bu hareketin temsilcisidir ve yapılan tartışma, yani bu metin etrafında yapılan tartışma, esas olarak Kürt Hareketi’nin içindeki büyük tartışmayla ilgilidir. Yani Kürt Hareketi nasıl bir pozisyon almalı? Diğer siyasi partilere yaklaşmalı mı? Siyaset mi yapmalı? Şiddetle mi devam etmeli? Meydan mı okumalı? Biraz önce söylediğim o iki uçlu birikimin tartışmalarıdır bunlar.
Normalleşme sorusuna diğer taraftan baktığımız zaman, maalesef seçimlerde olduğu gibi seçimlerden sonra da Cumhur İttifakı’nın ana düşmanlarından bir tanesi Kürt hareketi ve Kürt meselesinin ortaya çıkardığı aktörler. Tabii bunun üzerinden Kürtlere bir mesafe, bunun üzerinden Kürt meselesine bir mesafe de devam ediyor. Normalleşme zaten üslubun ötesinde bir anlam taşımıyor. Bu, son günlerdeki gelişmelerle, Kobani davası sonucuyla, Kavala davasıyla, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarla, Bahçeli’nin yine sert açıklamalarıyla iyice ortaya çıkmış durumda.