Ana SayfaRÖPORTAJRÖPORTAJ | Doğan Gürpınar: “100. Yıl Marşı, 75. Yıl Marşı, 50. Yıl...

RÖPORTAJ | Doğan Gürpınar: “100. Yıl Marşı, 75. Yıl Marşı, 50. Yıl Marşı Chatgpt ile yazılabilir ama 10. Yıl Marşı yazılamaz”

Siyaset bilimci Doğan Gürpınar, Beştepe’deki 30 Ağustos töreninde tanıtılan Yüzüncü Yıl Marşı ile Onuncu Yıl, 50’inci Yıl ve 75’inci Yıl marşları arasındaki benzerlik ve farklılıkları değerlendirdi: “Yüzüncü Yıl Marşı’nın sözleri ‘sekülerce.’ Hak’ gibi kelimeler kullanılmadan İstiklal Marşı bir anlamda sekülerce tercüme edilmiş. Arapça kelimeler temizlenmiş. Marşta Atatürk ve ordu yok, o eksikliği bol bol Türklükle doldurmaya çalışmışlar. Yerli-millilik üzerinden tartışma yaratabilecek eksenlere girilmemeye çalışılmış. AK Parti için en kolay yöntem, bunu yerli-millilik üzerinden yapmak. Cumhuriyet orada iki bin yıllık hatta daha da ötesine giden Türklüğün bir son safhasına indirgeniyor. 100. Yıl Marşı, 75. Yıl Marşı, 50. Yıl Marşı chatgpt ile yazılabilir, 10. Yıl Marşı yazılamaz. Çünkü orada 'Başkumandan' var ve yaşayan biri; onun şahsına yazılmış. Atatürk orada soyut bir imge değil."

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılı için yapılan Yüzüncü Yıl Marşı, 30 Ağustos’ta Beştepe’de düzenlenen özel konserde tanıtıldı.

Sözleri ve bestesi, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Doç. Dr. İlker Kömürcü’ye ait marşın sözleri şöyle:

Parlayan yıldızı Anadolu’nun
Çağlayan sel gibi şanlı Ulus’un
Türkiye yüzyılı titretiyor dünyayı
Sarsılmaz bir inançla kalpte tutukusu

Bu toprak, bu deniz, bu bayrak bizim
Tarihe sığmayan destanlar bizim
Türklüğün yazgısı yazılıyor koynunda
Kalplere kazınmış bu vatan bizim

Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Her zaman aydınlık mavi göklere uzanacak ellerimiz
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Gazi’nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz

https://x.com/tcsavunma/status/1697958724625674667?s=20

Yüzüncü Yıl Marşı’nın daha önceki önemli yıldönümlerinde yapılan Onuncu Yıl Marşı, 50’inci Yıl Marşı ve 75’inci Yıl Marşı’yla olan benzerlikleri ve farklarını siyaset bilimci Doğan Gürpınar ile konuştuk.

“Yüzüncü Yıl Marşı’nın sözleri ‘sekülerce’”

Cumhuriyet’in yüzüncü yılı için yapılan Yüzüncü Yıl Marşı’nı nasıl değerlendirdiniz?

Marşta insanların ilk dikkatini çeken Türkiye Yüzyılı vurgusu oldu. AK Parti’nin seçim kampanyasında kullandığı ve kendisiyle özdeşleştirdiği bir kavram. Yine Atatürk’ten Gazi diye bahsedilmesi, Atatürk isminin zikredilmemesi de dikkat çekti.

Bunların yanında aslında buradaki metin çok saf Türkçe, Arapça kelimeler oldukça temizlenmiş.

“Sekülerce” denebilir mi?

Sekülerce. Doğru kelime sekülerce. Yerli-millilik üzerinden bir çabayla tartışmalar engellenmeye, tartışma yaratabilecek eksenlere girilmemeye çalışılmış.

AK Parti için daha kolay yöntem, bunu yerli-millilik üzerinden yapmak. Cumhuriyet orada iki bin yıllık hatta daha da ötesine giden Türklüğün bir son safhasına indirgeniyor. Yani aslında “Cumhuriyet kendi başına kutlanacak bir şey değil. Zaten şanlı Türklüğün, şanlı tarihindeki bir başka görkemli aşama” olarak geçiyor ve “kaldığı yerden devam edecek” gibi. Yani Türklük, Türklük bolca Türklük…

“’Hak’ gibi kelimeler kullanılmadan İstiklal Marşı bir anlamda sekülerce tercüme edilmiş”

Ayrıca Marş’ta, İstiklal Marşı’ndan çok fazla gönderme var. Zaten bir kısmı, İstiklal Marşı’nın üçüncü kıtasının yeniden yazılmış hali gibi. Ve “Hak” kelimesi gibi kelimeler kullanılmadan İstiklal Marşı bir anlamda sekülerce tercüme edilmiş.

“Kahraman yarattı Türk’ü yaratan” geçiyor mesela. Allah, Hak gibi tanımlamalara girilmemiş.

Evet bu tür çok fazla benzer örnek var. Adeta hafif Deist bir Yaratan gibi. Allah’tan imtina edilmiş. Eeee…Tanrı da denilecek hali yok. Tam uzlaşı gibi tuhaf bir şey olmuş.

“50’inci yıl ve 75’inci yıl marşlarında da cumhuriyet vurgusu yoktu, Türklük ve Atatürk vardı”

Daha önceki önemli yıldönümlerinde; 10’uncu yılda, 50’inci yılda, 75’inci yılda da marşlar yapılmıştı. Yeni marş ile öncekileri kıyasladığınızda dikkatinizi çekenler neler?

Eski maaşlara da baktığımızda 75’inci yıla, 50’inci yıla. Onlarda da Cumhuriyet’e çok da özel bir anlam atfedilmiş gibi değil aslında. Yine hep Türklük kutlanıyor. Farkı, orada Atatürk var, çok fazla Atatürk var. Aslında Cumhuriyet, Atatürk’ün isminin anılıp anılmaması. İkisi arasındaki önemli farklardan.

Çünkü Atatürk bir sembol. Bir kesim için, Atatürk Türklüğün ta kendisi. O insanlar için “Atatürkçü olmayan biri nasıl Türk milliyetçisi olabilir” net bir soru.  Diğerleri içinse Atatürk, hadi ismi zikredilecekse de gurur duyulacak 2 bin yıllık hikayenin bir parçası.

Liseden hatırlarsak Türk tarihi, İslam öncesi Türk tarihiyle başlar. Hunlar, Batı Hunlar, Göktürkler vs. Sonra birden 6’ıncı yüzyıl Arabistan’ına gideriz, İslam’ın doğuşu anlatılır. Dizilerde hani birden başka bir konuya geçilir, ama o konunun bağlanacağını biliriz ya. Sonra Türk İslam devletlerinde bu iki hikaye birleştirilir. Böyle bir senaryo vardı. Burada enteresan bir şekilde o konuya da girilmemiş. İstiklal Marşı’nda var gibi bir gerekçelendirmelere girilmeden.

Ama Cumhuriyet’e dair özgürlük, eşitlik gibi değerler bekliyorsak burada o yok. Cumhuriyet yok. Ama zaten daha öncekilerde de Cumhuriyet yoktu. Türklük ve Atatürk vardı.

“100. Yıl Marşı, 75. Yıl Marşı, 50. Yıl Marşı chatgpt ile yazılabilir, 10. Yıl Marşı yazılamaz”

Chatgpt çağında Yüzüncü Yıl Marşı’nı, 75’inci Yıl Marşı’nı ve 50’inci Yıl Marşı’nı yazabilirsiniz. 10’uncu Yıl Marşı ise chatgpt ile yazılamaz. Çünkü o döneminin kendi referansları içinden yazılmış bir metin. İşte “başkumandan” var ve yaşayan biri; onun şahsına yazılmış.

Atatürk orada soyut bir imge değil. 75’inci Yıl Marşı’nda, 50’inci Yıl Marşı’nda ya da bugün “Gazi” olduğu Yüzüncü Yıl Marşı’nda soyut bir imge. Orada ise ülkenin başı, dediğim dedik lideri.

Bunun dışında “On yılda demir ağlarla örmek”, doğrudan bir seçim kampanya reklamı gibi. “Demir yolu yaptık” diyor. “10 yılda 15 milyon genç yarattık” diyor; hem mübadeleyle gelenleri kast ederek hem de istikrarlı, savaşsız bir dönemde nüfus artışının ve ulusun gençleşmesi fikrinin selamlanması…

Bu bakımdan o kendi kontekstinde son derece güncel bir marş. Bugün Onuncu Yıl Marşı ezeli ve ebedi bir Türklük ve Atatürkçülük referansı olarak algılanıyor. Kendi döneminde değil tabii ki, bir şey zaman geçtikçe klasikleşir ve güncel göndermeleri bulanıklaşır.

“50. Yıl Marşı’nda 12 Mart’ın Balyoz Harekatı’na selam, 75. Yıl Marşı’nda Kıvrıkoğlu’nun bin yıl sürecek sözlerine referans var”

Yüzüncü Yıl Marşı’nda güncel referans “Türkiye Yüzyılı”ysa, 50’inci Yıl Marşı’nda doğrudan 12 Mart’ın Kızıldere’sine, Deniz Gezmiş’lerin idamına gönderme var: “Yaşasın şanlı oldum, sarsılmaz güvenliğim”. 12 Mart’ta ordunun Balyoz Harekatı’na ve diğer benzeri yaptıklarının selamlanması söz konusu.

75’inci Yıl Marşı’nda bin yıl devletin, bin yıl milletim diyor. Bu da 28 Şubat’ta Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “Bin yıl sürecek” sözlerine bir referans.

Bu bakımdan ezeli-ebedi görünen metinlerde dahi hep güncelin son derece gömüldüğünü görebiliyoruz. Aslında temel fark ordu.

Onuncu Yıl Marşı’nda ordu yok. Başkumandan var ama ordu yok. Yüzüncü Yıl Marşı’nda da ordu yok.

50’inci Yıl Marşı’nda ve 75’inci Yıl Marşı’nda ise sürekli olarak “Cumhuriyet demek ordu demek” vurgusu var. Zaten biri 12 Mart bağlamında, biri 28 Şubat bağlamında; ordunun doğrudan egemen olduğu dönemlerde yazıldı. Cumhuriyetin varlığı, ordunun varlığından ayrıştırılamaz diye düşünülüyor.

“Yüzüncü Yıl Marşı’nda Atatürk ve ordu yok, o eksikliği bol bol Türklükle doldurmaya çalışmışlar”

Hakikaten Türkiye’de insanlara “Cumhuriyet nedir” diye sorulunca, Fransız Devrimi’nin özgürlük-eşitlik-kardeşlik üçlemesi gelmez.

Ordu, Atatürk… İnsanlar cumhuriyeti böyle tanımlıyor. İnsanlar kardeşlik istememiş, talep etmemiş. Sünniler, Türkler, Aleviler, gayrimüslimler. Böyle bir kardeşlik talebi cumhuriyetçilik karşıtı yaftalanmaya yeter.

Eee eşitlik de istenmiyor. Değil sadece çoğulculuk zamanlarındaki ayrımcılığa uğrayan kesim ve bireylerin eşitlik talebi; klasik evrensel yurttaşlık temelli eşitlik talebi de yok.

Özgürlük zaten hiç yok. Fikir, örgütlenme ve vicdan hürriyeti. Yine “cumhuriyet karşıtlığı”.

Daha önceki metinlere de itiraz edilmiyor. İnsanlar cumhuriyet deyince Atatürk ve orduyu görmek istiyorlar. Bildikleri güvence veren referanslar. Evde olma hissi veren sağlayan rahatlatıcı göndermeler. Bu Marş’ta Atatürk ve ordu yok, yerine bol bol Türklük var. Oradaki eksikliği bol bol Türklükle doldurmaya çalışmışlar.

“Kenan Doğulu’nun remixlediği Gençlik Marşı 28 Şubat döneminin fiili marşına dönüşmüştü”

Ordu ve Atatürk gibi farklar var ama bunlar dışında 12 Mart konjonktürünün marşı olan 50’inci Yıl Marşı ve 28 Şubat konjonktürünün marşı olan 75’inci Yıl Marşı ile AK Partili yılların “Türkiye Yüzyılı” vurgusunun olduğu Yüzüncü Yıl Marşı’nın arasında epey bir benzerlik var gibi algılıyorum söylediklerinizden.

Evet. Ama ilginç olan Onuncu Yıl Marşı’nın toplumsal belleğe ne kadar girdiği malum. 50’inci Yıl ve 75’inci Yıl Marşı ise tamamen yokluklarıyla malul. Yüzüncü Yıl Marşı’na da olacağı gibi. Bu marşı da kimse hatırlayamayacak. Şu an bile hatırlanmıyor aslında. Ben üzerine konuştuğum için hatırlıyorum.

Devlet marşları yapmadığı zaten insanlar kendi marşlarını kendileri buluyor. 28 Şubat döneminin 75’inci Yıl Marşı’nı kimse hatırlamıyor. Ancak tam bu dönemde Kenan Doğulu’nun kulağa uygun şekilde remixlediği Gençlik Marşı o dönemin yeniden değer kazanmış fiili marşına dönüşmüştü.

Tutmayan 50’inci Yıl Marşı ile 75’inci Yıl Marşı’nın içinde bol bol devlet var, millet var, şanlı ordu var. Ama Gençlik Marşı çok daha insanlara dokunuyor ve insanları bir kolektivitenin parçası hissettiren bir duygu veriyor.

Gençlik Marşı aslında 1910’larda bir çocuk şarkısı melodisinin üzerine yazıldı. Facebook sayesinde kamu bilgisi haline gelen bir hikayesi var. Selim Sırrı Tarcan, müstehcen sözlü bir İsveç şarkısının notalarını İsveç’ten Türkiye’ye getirdi ve onun üzerine Darülmuallimin’den Ali Ulvi Bey çocuklar için sözler yazdı.

Fakat insanlara samimiyet hissi vermiş. İstiklal Marşı’nın ağdalı diline göre insanlara daha çok dokunan bir şey olmuş. 75’inci Yıl Marşı dokunmuyor, 50’inci Yıl Marşı dokunmuyor, Yüzüncü Yıl Marşı da dokunmuyor.

“2017 referandumunda da Haluk Levent’in İzmir Marşı remixi güncelin marşı niteliği kazanmıştı”

Aynı şekilde 2017 referandumunda yine yüz yıldır olan İzmir Marşı güncelin marşı niteliği kazanmıştı. Zaten olan marşlar dahi kendilerine bir alan bulabiliyor.

Gençlik Marşı veya İzmir Marşı devletin marşı gibi algılanırdı. Ancak bu az önce bahsettiğim Kenan Doğulu ve Haluk Levent’in bu marşlara yaptıkları remixler sonrasında görülen, bu marşların devletin değil insanların sivil tavırlarının bir ifadesi haline geldiği.

Mesela Gündoğdu Marşı gibi. Gündoğdu Marşı’nın askeri bir marştan sosyalist bir marşa dönüşme hikayesi gibi. Birtakım ihtiyaçlar oldukça birtakım marşlar yeni değerler kazanıyor.

“27 Mayıs öncesinde muhalif öğrencilerin sembolü olan Plevne Marşı, akabinde 27 Mayıs’ın marşı niteliğini kazanmıştı”

Aynı şekilde 27 Mayıs’ın hemen öncesi Plevne Marşı sözleri dönüştürülerek önce Kızılay’daki ve diğer gösterilerdeki muhalif öğrencilerin sembolü olmuş, akabinde 27 Mayıs’ın marşı niteliğini kazanmıştı. Hata Yassıada Duruşmaları radyoda bu marşla açılırmış.

Nitekim 27 Mayıs sonrası bir Gaziosmanpaşa furyası yaşanıyor, İstanbul’da gecekondu mahallesi Taşlıtarla, Ankara’da Demokrat Partili vekillerin kooperatifinden 14 Mayıs Evleri bölgesi Gaziosmanpaşa’ya dönüşüyor. Marşların organik bir tarihi var yani. Orkestralarla, senfonilerle, ince çalışılmış beste ve güftelerle işlemeyen.

“Yüzüncü Yıl Marşı’nda Erdoğan’a referans olsaydı bu bambaşka bir anlam kazanırdı”

Belirttiğiniz gibi Onuncu Yıl Marşı’nda dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Başkumandan” sözüyle geçiyor. Yüzüncü Yıl Marşı’ndaysa dönemin cumhurbaşkanına yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir vurgu yok. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Atatürk referansları bize aynı geliyor ama değil. 1933’teki Marş’ta yaşayan birine referans var. 50’inci Yıl Marşı’nda, 75’inci Yıl Marşı’nda yüz defa Atatürk bile geçseydi artık Atatürk yaşamayan biri; Atatürk artık bir sembol, bir imge. Verilen referans o imgeye veriliyor artık. Ülkenin yaşayan tek adamına referans vermekle o imgeye referans vermek aynı şey değil.

Bu bakımdan tabii ki Erdoğan’a referans olsaydı bu bambaşka bir anlam kazanırdı. Bambaşka bir kabul edilemezlik niteliği kazanırdı. Erdoğan’ın yapabildiği 2 bin yıllık Türklüğü, yanı sıra devleti, savunma sanayisini, şuyu buyu kendi odağındaki çerçevesine yedirmek; meşruiyet gücünü buradan tesis etmek.

“Voleybol milli takımımın başarısı ister istemez Türkiye’de kadınların son on yıldaki olumsuz deneyimlerinden etkilenen bir söylem ortaya çıkarttı”

Voleybol Milli Takımı’nın son Avrupa şampiyonluğunun arkasından Ebrar Karakurt ile Melissa Vargas üzerinden başlayan ve yine “milli gurur” başlığından yerli millilik tartışmalarına dahil edilebilecek şimdilik biraz sönümlenmiş bir konu da var. Onunla ilgili yorumlarınız neler?

LGBT gündemi olmasa da bir yerden bir şey bulunacaktı. Yine bir tartışma gündemi olacaktı. Çünkü bu konu birtakım hesaplaşılmamış meselelerin ve fay hatlarının üzerine oturuyor. Ayrıca bir de LGBT bağlamı olunca -hani “Bir başkadır” dizisinde imamın kızı lezbiyen çıkmıştı ve bu insanlarda biraz yapaylık, zorlama hissi uyandırmıştı- bu da biraz zamanın ruhuna denk geldi ve tartışma gündeminin üzerine bir doz daha eklemiş oldu.

Bundan bağımsız olarak da voleybol kadın milli takımımızın başarısı birçok bakımdan da alışıldık değildi. Çünkü hepimizin çok önemsediği, başkaları ne demiş diye kıvançla takip ettiğimiz bu sportif başarılar eksenindeki milli gurur erkeklerle özdeştir. Erkeklerdir milli gururumuz. Futbol milli takımı, 12 dev adam lakaplı basketbol milli takımı, Naim Süleymanoğlu, Hamza Yerlikaya hatta 1948’de Yaşar Doğu’yla başlayarak hep erkekler hatırlanır. Spor bir maskülanite gösterisidir. Bu erillik sebebiyle de millilik erkeklikten ayrıştırılmaz.

Tabii başarılı kadın sporcular vardı ama hele çok daha zor ve değerli olan takım düzeyindeki başarı, bireysel başarıların da ötesinde bir tescil. Ayrıca kadın sporcular her zaman pasif olarak bir erkek idari yapılanmada görevini yapanlardı. Tebrik edilir, geçilirdi. Burada ise bir öznelik var. Ve sadece sporcular düzeyinde değil. Burada milli gurur ile çağdaş Türk kadını vurgusunun da birbirlerinden ayrıştırılamayacak kadar iç içe geçmesi de kaçınılmazdı.

Bunun üzerine LGBT gündemi de olunca tam olarak böyle alışıldık ezberlerin dışında simbiyoz bir durum oluştu.

Burada sadece başarılı olan sporcu kadınlar değil, sosyal medyada da milli gururu vurgulayanlar ya da milli gurur olmadan da başarıyı alkışlayanlar kadınlardı. Tabii ki erkekler nerede bir milli gurur varsa oradadırlar, kıvanç duyarlar. Ama erkekler de söylemin önüne geçmeye çalışmadılar. Söylemi hemen hemen tamamen kadınlar kurdular. Bir spor yarışmasında alışılmadık bir durum. Bu durumda da ister istemez Türkiye’de kadınların son on yıldaki son derece olumsuz deneyimlerinden etkilenen bir söylem ortaya çıktı.

Bu birtakım insanları irrite etti ve karşılığında işte bu “milli gururu” gölgeleme çabalarına giriştiler. Voleybol takımının başarısında dediğim gibi spor zaten maskülen bir işken sahayken kadınların sportif başarısı işin işine girince ve LGBT gündemiyle de birleşince birçok insanın ezberi sarsıldı. 

Bu birtakım insana da haz verdi. Çünkü milli gurur ilk kez bambaşka bir anlam kazandı. Burada gurur daha çok modern seküler kadınların, o kadar seküler olmayan erkekler karşısındaki bir gururu oldu.

Orada da kalmadı, “alıngan” mizojen feministlere reaksiyoner erkeklere de karşı. Düşünün erkek voleybol takımı da benzer bir başarı kazansaydı ortalık bayağı it dalaşına dönerdi. Dolayısıyla burada millilikle de kesişen daha karmaşık bir eksen ortaya çıktı. Bir nevi birçokları kendi silahlarıyla vurulmuş oldu. Kimse başarılıya laf edemez, hele “milli başarı” neredeyse kurşun geçirmez bir zırh geçirir.

“90’lardan alışıldık “çağdaş Türkiye/çağdaş Türk kadını”nı aşan bir kümelenme ve karşı kümelenme de oldu”

Burada “Milli başarılarda ortak sevinemeyecek miyiz” diye bir diskur hayıflanma da ortaya çıktı. Aslında bu biraz da doğalında işleyen bir süreç. Çünkü 1990’larda Avrupa şampiyonalarında Fenerbahçeliler Galatasaray’ı, Galatasaraylılar da Fenerbahçe’yi desteklerdi.

O zaman bana “bilmiş” gelen bazı insanlar “Bu iş Avrupa’da böyle değil. Laziolular Roma’nın rakibini tutar, Romalılar da Lazio’nun rakibini tutar. Real Madrid-Barcelona aynı şekilde” gibi derlerdi. Mesela koyu bir Fenerbahçeli olan Cengiz Çandar’ın buna benzer şeyler dediğini hatırlıyorum.

Ben de o zaman çocuk halimle biraz tepki gösterirdim, milli gururu seven bir insan olarak. “Orada öyle oluyor diye Türkiye’de böyle olmak zorunda değil” derdim. Ama zaman, Fenerbahçelilerle Galatasaraylıların Avrupa’da birbirlerinin rakiplerini tutmasını desteklemesini getirdi.

Düşünün Fenerbahçelilik-Galatasaraylılık böyleyse işin içine ideolojilerden öte yaşam biçimi kültürlerinin girdiği bir yerde bunlardan hiç etkilenmeden soyut bir “milli gurur” etrafında insanların hizalanmasını beklemek anlamsız. Çünkü milli kimlik zaten her zaman siyasetin sahası. 90’larda “çağdaş Türkiye” etrafında örülen Abdi İpekçi’deki Efes maçlarından olimpik başarılara hep böyleydi.

Burada meselenin bam teli bunun women empowerment ile irtibatı. Cinsel kimlikler de başarıda bir irtibat bulunca 90’lardan alışıldık “çağdaş Türkiye/çağdaş Türk kadını”nı aşan bir kümelenme ve karşı kümelenme de oldu.

- Advertisment -