12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceleriyle bilinen Esat Oktay Yıldıran’ın adının İzmir’de bir okula verilmesiyle başlayan tartışmalar devam ediyor. Olayın kamuoyunda tepki çekmesinin ardından Milli Eğitim Bakanlığı “tasvip etmemiz mümkün değildir” ifadelerine yer veren bir açıklama yapmış ve okulun adının yeniden değiştirilmesi için İzmir Valiliği’ne bilgilendirme yapıldığı duyurmuştu.
1981 yılında tutuklanan ve üç yıl Diyarbakır Cezaevi’nde kalan Şırnak Cizreli iş insanı Mehmet Selim Dindar, Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceleri anlatan ilk isimdi.
Mehmet Selim Dindar, tutukluluğu sırasında mahkeme ifadelerinde işkenceleri anlatmış, cezaevinden çıktıktan sonra da basına yaptığı açıklamalarla Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelerin aydınlatılmasını sağlayan öncü isim olmuştu.
Mehmet Selim Dindar.
“Mardin’de 78 gün sorguda tutuldum, Diyarbakır’a geçince asıl ‘cehennem’i orada yaşadım”
Diyarbakır Cezaevi’nde gönderilmesi ve orada yaşadıklarını çeşitli gazetelere verdiği röportajlarda şöyle anlatmıştı:
“Biz sülale olarak seyitiz ve ben zengin bir ailenin oğluyum. O dönemde eğlence içinde yaşıyordum. Hiçbir siyasi faaliyetim yoktu. Zaten ben yakalanmadan önce de siyasi değildim, yakalandıktan sonra da olmadım. Ama tabii Cizreliyim ve 12 Eylül 1980’i orada yaşadım, nasibimi aldım. Bizim bölge eskiden beri KDP’liydi. Ailem de öyleydi. Haliyle benim de Barzani’nin partisine sempatim vardı ve ‘KDP’liyim’ diyordum. KDP nedeniyle arandım, sınırda yakalandım ve ceza yedim. Mardin’de 78 gün sorguda tutuldum. Oradan Diyarbakır’a götürüldüm ve mahkemeye çıkarıldım, tutuklandım.”
“Mardin’de sorgulamalar günlerce sürdü. Tabutların içine dikili bir şekilde kıpırdamadan duruyorduk. Aklınıza gelebilecek her türlü işkenceyi gördüm. Ama Diyarbakır’a geçince asıl ‘cehennem’i orada yaşadım.”
“Her an koğuşa bir bölük asker baskın yapabiliyordu. Haydar denilen kalaslarla, coplarla, su borularıyla dövülüyorduk”
“Akşama kadar eğitim vardı. Sabah koğuşun içinde yüz kişi sıraya tutuluyorduk. Esas duruşta askeri marşlar söylüyorduk. 60’tan fazla marş ezberlemiştik. Eksik ya da yanlış söyledin diye, bu marş söylemeler dayaksız geçmiyordu. Her koğuşta mutlaka muhbirler ve gözetleme delikleri vardı. Birbirimizle konuşamıyorduk, oturamıyorduk. Hep ayaktaydık. 24 saat dayak vardı. Her an, gecenin 12’si, sabahın üçü, dördü, koğuşa bir bölük asker baskın yapabiliyordu. Haydar denilen kalaslarla, coplarla, su borularıyla dövülüyorduk.”
“Lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk”
“Öğleden sonraları, gardiyan bize ‘Eğitime hazırlanın’ komutu veriyordu. İşte o zaman herkeste korkudan tuvalete gitme ihtiyacı doğuyordu. Dışarıdaki beton avludaki eğitimden canlı dönemeyeceğimizden korkuyorduk. Çünkü bu eğitimler işkenceyle yapılıyordu.
Avlunun ortasında bir kapak vardı. Oradan hapishanenin ya da mahallenin lağımı akıyordu. Her birimiz tek tek o lağım suyunun içine indiriliyorduk. Lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk. Diyarbakır Cezaevi’nde yatan herkes yaşadı bunu. ‘O pisliği içmedim, yemedim’ diyen gururu yüzünden yalan söylüyordur.”
“Kışın bir hafta boyunca gece beton avluda suyun içinde yatırıldık”
“Bir de avluda sırtüstü yatırılıyorduk. Bacaklarımızı yerden on beş santim yukarıda tutuyorduk. Bacağı düşen dayak yemek için sıraya giriyordu. Kıştı, bir hafta boyunca gece o beton avluda suyun içinde yatırıldık. İhtiyacımızı suyun içinde yapıp, ısınmaya çalışıyorduk.
Her koğuşta hoparlör vardı. Her gün cezaevinin amiri olan yüzbaşının konuşmasını esas duruşta bir saat dinliyorduk. Hasta biriydi. Yedinci Kolordu Komutanı’nın adamıydı. Oradan kendisine cezaevi için öldüren türden adamlar seçiyordu. Bunlar, bu vahşeti yaptıktan sonra nasıl yemek yediler, akşamları çocuklarını nasıl okşadılar insan bunu asla anlayamıyor.”
“Böyle olaylar işkence görenlerin yakınları olarak bizlere tekrar o günleri hatırlatıyor”
Mehmet Selim Dindar, 2009 yılında Cizreliler Derneği’nde otururken; içeride bulunan kişilerden biriyle husumetli olan bir kişinin içeri girip ateş açması sonucu hayatını kaybetmişti.
Mehmet Selim Dindar’ın ağabeyi ve AK Parti 24. Dönem Şırnak Milletvekili olan Mehmet Emin Dindar ile Esat Oktay Yıldıran’ın adının bir okula verilmesinin ardından başlayan tartışmaları ve Kürt meselesini konuştuk.
Mehmet Emin Dindar.
Esat Oktay Yıldıran’ın adı İzmir’de bir okula verildi. Konunun gündeme gelmesinin ardından Milli Eğitim Bakanlığı’ndan “tasvip etmemiz mümkün değildir” ifadesinin yer aldığı bir açıklama geldi ve okulun adının yeniden değiştirileceği açıklandı. Kardeşiniz Diyarbakır Cezaevi’nde işkence gören insanlardan biriydi ve aynı zamanda oradaki işkence gerçeğini ilk anlatan kişi. Neler söylemek istersiniz?
İnsanlara işkence eden birinin adının okula verilmesi acıdır. Cezalandırılması gereken isimlerin ödüllendirilmesi diyebileceğimiz bu tip olaylar, o cezaevinde işkence görenlerin yakınları olarak bizlere tekrar o günleri hatırlatıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklaması yerindedir. Yanlıştan dönülmüştür. Yanlıştan dönülmesi memnuniyet verici elbette.
Kardeşim Mehmet Selim Dindar, Diyarbakır Cezaevi’nde yapılanları dile getirmiş bir insan. Hem mahkemelerde anlattı bunları hem de çıktıktan sonra orada yaşananları medyaya yansıtabilen bir yüreğe sahipti. Ama maalesef çok da fazla yaşayamadı.
Cezaevinde tutuldu ama bir suçu da yoktu. Suriye ve Irak sınırında normal ticaret de yapılıyordu kaçakçılık da yapılıyordu. Kardeşim de sınırda üzerinde silahla yakalanmış biriydi. Doluya koydular almadı, boşa koydular dolmadı. Şu örgüte yamadılar olmadı, bu örgüte yamamaya çalıştılar olmadı ve nihayet bıraktılar. Ama bıraktıklarında yarım bir insan olarak çıktı. Ellerine, ayaklarına çiviler çakılmış; yanındaki insanlar öldürülmüş; kendisi kaç sefer ölümün eşiğine gelmiş.
“İnancı gereği mücadele etmek isteyen Şeyh Said ile insanlara işkence eden birinin mukayesesinin yapılabileceğini düşünmüyorum”
Diyarbakır Cezaevi’nin mağdurlarından, AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu; Yıldıran’ın adının okula verilmesini, “Diyarbakır’da bir caddeye Şeyh Said isminin verilmesine misilleme” olarak değerlendirdi. Bu yoruma katılıyor musunuz?
Bir caddeye Şeyh Said’in adının verilmesi, bölgedeki dindar kesim başta olmak üzere büyük bir kesimi memnun etmiştir. Ama bazı insanları da memnun etmemiştir.
Şeyh Said, devlete karşı isyan etmiş gibi bir algı var. Halbuki inancı gereği bir mücadele vermek istemiş, milletin desteklediği budur. İnançsal anlamda bir hizmet yapmak istemiştir.
Yani bu açıdan bakınca bir misilleme demeyelim ama hoş olmayan bir durum yaşanmıştır diyebilirim. İnancı gereği mücadele etmek isteyen Şeyh Said ile insanlara işkence eden, öldüren birinin mukayesesinin yapılabileceğini düşünmüyorum.
“AK Parti, Kürt meselesinin çözümünde çok rijit değil ama rahat bırakılmıyor”
AK Parti’nin son on yılda Kürt meselesine bakışında bir “gerileme” olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Siz bunlara katılıyor musunuz?
Resmin bir parçasına bakılırsa böyle düşünülebilir. Ama resmin bütününe baktığımız zaman, bugün Türkiye Cumhuriyeti içindeki partilere baktığımız zaman; AK Parti, bu meseleye en olumlu bir şekilde çözüm bulmak isteyen bir yapıya sahip ve diğer partilere göre daha fazla Kürt kökenli milletvekilinin mevcudiyeti söz konusu.
AK Parti iktidarında olumsuz bazı şeyler varsa bile olumlu çok şeyler vardır: Kürtçe televizyonunun varlığı, anadilde özel okulların açılabilmesi, gazetelerin yayımlanabilmesi… Sonuç itibariyle AK Parti, Kürt meselesinin çözümünde çok rijit değil. Ama AK Parti rahat bırakılmadığı için…
AK Parti, barış eli uzattığında ben de o işin içinde vardım, AK Parti Şırnak milletvekiliydim o dönem. O dönem Roboski olayını yaşattılar bize. Halbuki o AK Parti’nin aleyhine bir olaydı.
Görev yapan kişiler kimin kaçakçılığın da terörün de ne olduğunu biliyordu. O AK Parti’ye kurulmuş bir komploydu. Kim yaptı? İşte o FETÖ dediğimiz komutanlar ve yöneticiler… 15 Temmuz’dan sonra Mustafa Kalyoncu Paşa herhalde oradan Rusya’ya kaçtı gitti. Oradaki Emniyet Müdürü Avni Ustaoğlu on gün sonra yakalandı. Başsavcı ile hanımı cezaevine girdi. Bazı mali muavinleri ve kaymakamdan içeri atıldı. Peki kim kaldı? Devlet bunlar değil mi?
O sırada yetkili konumlarda olan tüm bu kişilerin daha sonra FETÖ’den ceza alması ya da FETÖ’den firari olması tesadüf değil diyorsunuz.
Evet, tesadüf değil. FETÖ’nün AK Parti’ye operasyonu.
Giden gençler, bizim gençlerimiz; zarar gören, iktidar; yapan kim çıktı? FETÖ’cüler çıktı.
Bir Kürt olarak bu devlet benim devletimdir. Evet kürdüm, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve bu devlet benim devletimdir. Devletin içerisinde bulunan yanlış insanlarla mücadele edilir ama devletle değil. Devletin içerisinde Kürtlere karşı, insanlara karşı yanlış bir yapılanma varsa onlara karşı mücadele ederiz.
“Manisa’daki cenazede Özgür Özel’e yönelik yaşananlar provokasyon”
Bakın bugünlerde 12 şehidimiz var. CHP, ortak bildiriye imza atmadığı için tukaka ilan edildi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e neredeyse camide bile saldıracaklardı.
Halbuki imzayı atıp parlamentoda birlikteliği sağlayıp, akıllılıkla ondan sonra gerekeni söyleseydi daha güzel olurdu. Çünkü bazı insanlar provoke oluyor.
Cenazedeki olaylar için provokasyon mu diyorsunuz?
Tabii tabii her yerde. Türkiye’nin bir yere gelmesini istemeyen insanlar var. Türkiye Cumhuriyeti zarar gördüğü zaman Türk zarar görüyor, Kürt zarar görüyor, hepimiz zarar görüyoruz. İçimizde yanlış yapan yok mu? Var. O yanlış yapanları ayıklamamız gerekiyor.
Şimdi mesela “Gittik, şehitlerin intikamını aldık, kanımızı yerde kalmadı” deniyor. O zaman illa 12 şehit mi gelmesi gerekiyor. Burada yanlışlık yok mu?
Bunun tedbirini daha önceden alabiliyorsak almalıydık. Yani onu da eleştirebilmeliyiz. Eleştirdiğimiz zaman devletimize veya AK Parti’ye karşı mı gelinmiş oluyor? Hayır.
“Seçime Kürtlerle barışık girmeyen kimsenin İstanbul’u kazanma şansı yok”
AK Parti ve DEM Parti arasında “temsil yetkisi olmayan eski siyasetçiler” tarafından yürütülen görüşmeler yapıldığı iddiası var. İki parti arasında, DEM Parti’nin Batı’daki büyükşehirlerde 2019’dan farklı olarak muhalefete destek vermeyip, kendi adaylarıyla girmesi; yani AK Parti’nin kazanmasını sağlayıp, karşılığında kendi belediyelerine kayyum atanmaması gibi bazı siyasi taleplerini sağlayacak bir pazarlık süreci yürütüldüğü iddia ediliyor. Sizin bununla ilgili bilginiz, duyumunuz veya yorumunuz var mıdır?
Onunla ilgili bir şey diyemem çünkü bilgim yok. Şu an siyasette aktif değilim ama böyle bir süreç varsa bile ben içinde yokum.
Sadece bu bahsettiğiniz partiler için değil tüm partiler için şunu söyleyebilirim; partiler arasında yerelde bazı vilayetlerde birbirine destek verenler olabilir, olmaz diye bir şey yok.
İkincisi, biliyorsunuz İstanbul en büyük Kürt şehridir. AK Parti, CHP ya da başka bir parti; Kürt’ün oyunu alamayanın İBB Başkanlığı’nı kazanma şansı zaten yok.
Mecburen o seçmenin oylarının peşine düşecekler; ama şöyle, ama böyle. Kim, kimi nasıl ikna eder onu bilemeyeceğim. Ama seçime Kürt seçmenle barışık bir şekilde girmeyen hiçbir partinin İstanbul’u kazanma şansı olamaz. Bu anlamda siyaseten görüşmeler de yapılabilir doğaldır.