140Journos’un “Adnan” belgeselinde, Adnan Oktar örgütüne 1999’da yapılan operasyon sonrasında bazı sanıklara Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı tarafından sahte işkence raporları verilerek davanın düşürülmesine neden olunduğu iddialarına yer verildi.
Fincancı’yla hakkındaki iddialarla ilgili konuştuk.
“7 yıl önceki değil 30 yıl önceki olaylarla ilgili tanı koyma yeterliliğine de sahibiz”
Hakkınızdaki iddialarla ilgili en çok üzerinde durulan konulardan biri 1999’daki operasyonla ilgili 2006’da sanıklar hakkında işkence raporu vermeniz. İşkence raporu neden 7 yıl sonra çıktı ve bu benzer davalarda da olabilen bir durum mudur?
Maalesef işkence zaten genelde hemen işkence olduktan sonra belgelenemiyor. Aslında hemen hekim karşısında çıktığında belgelenmesi gerekir ve bunun olabilmesi için gözaltı öncesi ile sonrasında muayene sistematiği var.
Ancak fiilen bu olmuyor. Birincisi mahremiyet ihlali var. Yaygın olarak hekim böyle soruları sorarsa da herkesin olduğu açık bir ortamda soruyor, kelepçeyi çıkartmadan muayene yapabiliyor.
İkincisi, işkence gören insanlar, işkencenin etkilerinin bir sonucu olarak bundan hemen bahsedemiyor. Ruhsal etkilenmeleri nedeniyle söz etmekten kaçınıyorlar.
Böyle olunca biz bazen aylar sonra bazen yıllar sonra bize yapılan başvurular üzerine değerlendirme yapmak durumunda kalıyoruz. 7 yıl önceki bir olay değil 30 yıl önceki olaylarla ilgili tanı koyma yeterliliğine de sahibiz.
Ben mesleki pratiğimi de yıllardır bunun üzerine yapıyorum. Bir olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra tanı konulmasıyla ilgili benim ve birçok meslektaşımın çalışmaları var.
7 yıl sonra da, 10 yıl sonra da, 30 yıl sonra da bir insanın işkence gördüğünü belgeleyebilecek deliller bulunabilir ve bunları toplarız. ‘7 yıl önceki işkenceyi nasıl belgeledi’ diyor. Bu tıp bilgisinin olmamasıyla ilgili bir şey ama doğrusu bilinmeyince inanılır olan onların söylediği zannediliyor.
Bu kişilerin 1999’daki sağlık raporlarını gördünüz mü? O zaman işkence gördükleriyle ilgili bir talepleri olmuş mu?
Darp ve cebir izi olmadığı şeklinde rapor var. Öykü yok, yakınmaları yok, sistem muayeneleri yok. Darp ve cebir izi olmadığı diye rapor düzenlenmiş. O da bir kişi için değil. Bazılarında 15 kişinin aynı raporda isimleri alt alta yazılmış, darp ve cebir izi olmadığı diye rapor verilmiş. Buna adli rapor diyorlar.
Bir kere bu İstanbul Protokolü adını verdiğimiz İşkencenin Etkili Soruşturulması ve Belgelenmesi El Kitabı’ndaki yani kılavuzdaki temel ilkelere aykırı. Yargının baştan böyle bir raporu reddetmesi gerekir zaten.
Sizin verdiğiniz rapor, sanıkların 2006’da İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi Adli Tıp Polikliniği’ne bireysel başvurusu sonucunda ortaya çıkıyor. 7 yıl sonra başvurmalarının nedeni ne olabilir?
İşkence gören kişinin işkenceyi paylaşması için kendisini hazır hissetmesi önemli. Kendilerini o zaman hazır hissetmiş olabilirler. Kadına şiddette, çocuk istismarlarında da gördüğümüze benzer bir tablo. Ruhsal etkileri ağır şiddet biçimleri bunlar. İşkence görenler, bunu paylaşabilecek gücü kendilerinde yıllar sonra bulabiliyor.
İşkence gören açısından, işkence, uygulayan ile kendisi arasında bir tahakküm ilişkisi olarak, bir iktidarın şiddeti olarak yansıdığı için etkileri kolayca paylaşabilmesinin önüne geçiyor.
Bunun dışında paylaşmaya korkabilirler çünkü tehdit altında olabilirler. İşkence gördükten sonra da tehdit edilebilirler. Paylaşırlarsa başlarına iş gelebilir diye düşünebilirler.
Örneğin işkence için suç duyurusunda bulunan insanlar hakkında daha sonra polise mukavemetten, kamu görevlisine direnmekten dava açılabiliyor. Bu da insanların kendilerini tehdit altında hissedebileceklerini bir durum.
Bunlardan dolayı olabilir ama neden 2006’da başvurduklarını bilmiyorum. Ama başvurdukları andan itibaren bizim yapmamız gereken tıp biliminin ilkeleri uyarınca dinlemek, muayene etmek, gözlemek, görüntüleme ve laboratuvar tetkikleri gerekiyorsa onları yapıp bu verilerden derlediklerimizden bir rapor yazmak.
“Dönemin rektörü, ‘Bazılarına işkence yapılabilir’ demişti”
Sizin 2006’dan önce Adnan Oktar sanıklarına işkence yapıldığıyla ilgili bir bilginiz ya da sanıklar veya sanık avukatlarıyla bu konuyla ilgili bir iletişiminiz var mıydı?
Hayır yoktu. Ben 2006’da yaptıkları başvuruyla haberdar oldum.
Burada şöyle bir şey var. İnsanlar sevdikleri kişilere veya suçsuzluğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına karşı çıkıyor ama sevmediklerine, karşı olduklarına, suçlu olduğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına göz yumabiliyor bu çok tehlikeli bir şey. Suçluymuş, katilmiş o zaman işkence yapılabilir diye bakılıyor.
Zamanında Uğur Mumcu suikastı sanıklarının avukatları bize başvurduğunda, şahıslar cezaevinde olduğu için muayene edememiştik. Daha önce düzenlenmiş raporları inceledik ve bu raporları tartışarak “Muayeneler yeterli değil. Şu muayenelerin yapılması gerekir” diye rapor düzenledik.
Ceyhan Mumcu, benim o raporum için “Muayene etmeden rapor verdi” diyor. Ben zaten söylüyorum onu muayene edemediğimi, ki bu rapor “muayene edilmeleri gerekir” raporuydu işkence raporu değil.
Bunun ardından dönemin rektörü tarafından çağırıldım. İçişleri Bakanı “Atın bu kadını” demiş.
Dönemin rektörü, bana “Bazılarına işkence yapılabilir sen onların kim olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi. Ben, “Hiç kimseye işkence yapılamaz. İşkence mutlak yasak” dedim.
Bir hekim olan üniversite rektörünün söylediği güzel özetliyor yukarıdaki bahsettiğim bakışı: “Bazılarına işkence yapılabilir.”
Dönemin rektörü Kemal Alemdaroğlu’ydu değil mi?
Evet. Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır da benim hakkımda devlet düşmanı diye Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulundu. Soruşturma geçirdim. Soruşturmadan aklandım. Böyle sayısız örnek var.
Niye devlet düşmanı olayım ben. Devletin görevi; bizim güvenliğimizi, iyiliğimizi gözetmek. Ama o devletin aygıtı bu görevini unutup işkence uygularsa, o zaman da bunu görünür kılmak görevimiz. Bu düşman olduğumuzdan değil. Ödevini, görevini yerine getirmediği için.
“Rapor muayene ederek, Çapa’nın diğer hocalarından görüş alınarak hazırlandı”
Raporun yalnızca sanıkların beyanlarıyla hazırlandığı iddia edildi. Öyle mi yoksa muayene ederek mi rapor hazırlandı?
Muayene ederek hazırlandı tabii ki. Tutuksuz yargılanıyorlardı, geldiler muayene ettik ve muayene sonucunda saptadığımız bulgular üzerinden bir değerlendirme yaptık. Sadece ben de etmedim. Konsültasyon mekanizması var biliyorsunuz. Bizim alanımızın dışındaki alanlardan uzmanlara da ihtiyacımız olur.
Mesela bu sözü edilen kişinin İşkence Atlası’nda fotoğrafları görünen kişinin göz kapağı sorunu var. Değerlendirme yapabilmek için bir göz uzmanından görüş almak zorundayım. Görüntülemesi yapılacak, radyoloji uzmanından görüş almak zorundayım.
Dolayısıyla tek başıma üfürmüyorum. Vakayı, vakadaki travma bulgularını, bir ekip olarak birlikte çalışarak üzerinde tartışıp değerlendiriyoruz. Vakada travma bulguları var ve onları görünür kılmışız.
Diğer alanlardan beraber çalıştığınız isimler de yine o dönem Çapa’nın hocaları mıydı?
Evet. Göz, ortopedi hangi alanda uzman görüşü gerekli olduysa diğer başvurularda olduğu Çapa’nın hocalarından değerlendirme alındı.
“Göz yaşı bezinin göz yaşı kanalına düştüğü görülüyor”
İddia sahiplerinin en çok öne çıkarttığı konulardan biri de Adnan Oktar davası hükümlülerinden Halil Hilmi Müftüoğlu’yla ilgili rapor. Müftüoğlu için işkencede göz kapağının düştüğü raporu verdiğiniz ancak bu durumun doğuştan olduğu ve 1990’ların başındaki fotoğraflarında da göz kapaklarının yine aynı şekilde olduğu iddia ediliyor.
Hayır aynı değil. Daha eski fotoğraflarda, gözaltı öncesi fotoğraflarında iki taraflı göz kapağı düşüklüğü var, bu yapısal. Ama 1999’daki olay sonrası çekilmiş fotoğraflarında tek taraflı düşüklük artışı var ve sonra yapılan tetkiklerde de cerrahi girişim sırasında bağ yırtığı olduğu da tespit edilmiş ve göz yaşı bezinin, göz yaşı kanalına düştüğü görülüyor ki bu travmatik bir durumla bağlantılı bir şey.
Bunun bir kas hastalığıyla bağlantılı olabileceği tetkiki de yapıldı ve öyle bir durumun olmadığı da tespit edildi.
Belgeselde hakkınızdaki bu rapor iddiasını dillendirenlerden, 2000-2018 yılları arasında Adnan Oktar örgütünde bulunmuş olan Özkan Mamati, tartışmalar üzerine yaptığı bir açıklamada 2010 yılında yine Adnan Oktar sanıklarına verilen ikinci bir rapordan bahsetti. Bu raporun da sizinle ilişkili olduğunu, sizin ekibiniz tarafından verilen bir rapor olduğunu söyledi. 2010’da tekrar Adnan Oktar sanıkları size geldiler mi ya da bu bahsedilen rapordan haberdar mısınız?
Bana onlar tarafından tekrar gelindiğini hatırlamıyorum. 2010’daki bir rapordan da bilgim yok.
Bütün adli tıpı benim ekibim sananlar, öyle okuyanlar var. Bizim ana bilim dalına gelmiş olabilir ama ben değil başkası görmüş de olabilir, başka bir üniversiteye gitmiş de olabilir. Ama bilmiyorum, ben hatırlamıyorum.
“Kızım 2016’da evlendi, daha sonradan eşinin bu nedenle görüşmediği bir ablası olduğunu öğrendim”
Yine 2010’da rapor alan Adnan Oktar örgütü mensuplarından birinin akrabanız olduğu iddia edildi.
Dediğim gibi 2010’daki raporu hatırlamıyorum. Kızım 2016’da evlendi. Daha sonradan eşinin, kendisinin de ailesinin de bu bağlantı nedeniyle görüşmediği bir ablası olduğunu öğrendim. Bir akrabalık değil hısımlık var ama ben tanımıyorum o kişiyi.
Cihat Gündoğdu adlı bir doktorun bir kadına yüksek dozda ilaç verdiği bir olayla ilgili soruşturmada sizden mütalaa alarak takipsizlik aldığını iddia etti.
Hatırlayamadım bu olayı. Malpraktis dosyası herhalde. Malpraktis başvuruları da oluyor, “Hakkımda böyle bir iddia var. Tıbbi olarak dosyayı inceler misiniz” diye. Biz de inceleriz. Sonuçta neyse onu vermişizdir. Kimseye olumlu ya da olumsuz ayrıcalık yapmam, babam suç işlemişse suçunu ortaya koyarım.
Adnan Oktar suç örgütü yöneticilerinden Bora Yıldız’ın 2023’te yargılanırken sizi tanık olarak davet ettiğini söylüyor. Size bir tanıklık çağrısı oldu mu?
Bu isim tanıdık gelmedi, bu kişiden bir çağrı hatırlamıyorum. Bana Ankara’da mahkemeden göz kapağı düşüklüğü olan kişiyle ilgili bir talep geldi. Göz kapağındaki düşüklükle ilgili, tanık bilirkişilik diyeyim öyle bir talep geldi.
Ama ben henüz mahkemeye gidip görüş bildiremedim. Zaman olmadı.
“Bir gün herkes Şebnem Korur Fincancı’nın işkence değerlendirmesine ihtiyaç duyacak”
2006’daki raporun o dönem devam eden Adnan Oktar suç örgütü davasının kapanmasına neden olduğu iddiası da var. Rapor, davanın seyrini ne kadar etkiledi bilginiz var mı? Adnan Oktar ve diğer sanık avukatları, daha sonra süreçle ilgili size bilgilendirme yaptı mı?
Bizim raporlarımız öyle etkili olmuyordu. Keşke adil bir yargılama, etkili bir soruşturma yapılmadığının delili olarak dosyada yerini alsa ve bunu dikkate alsalar.
Ama öyle bir etkisi olmadığı gibi, raporla birlikte verilen suç duyurularını bile ciddiye almayıp dosyaları kapatıyorlar genelde. Maalesef böyle bir durum var.
Ben davayı takip etmedim. Avukatları da gelip davada olanları anlatmıyor. Yani aslında merak etmiyor değiliz. Ben mesela kadına şiddet olaylarında, çocuk istismarlarında daha sonra ne olduğunu merak ederim. Çocuklar iyi mi, kadın güvende mi, işkence görenlerin olduğu dosyalar ne şekilde ilerliyor gibi merak ettiğim birçok olay vardır ama avukatlar ya da kişilerin kendileri gelip bize “böyle oldu” demiyor. Çok nadirdir. Bazen insanlar gelip teşekkür eder.
Bir şey söyleyeyim. Hani nasıl ki her fani bir gün ölümü tadacaksa, eğer bu ülkede işkence böyle devam eder ve meşrulaştırma konusunda çaba gösterilirse herkes bir gün Şebnem Korur Fincancı’nın işkence değerlendirmesine ihtiyaç duyacak. Öleceğim gideceğim 65 yaşındayım sonuçta genç değilim artık. Bir gün Şebnem Korur Fincancı olsaydı keşke ona başvururduk diyecekler.
Çünkü rapor verecek başka bir hekim bulamayacaklar. Bana bu linç ve karalama kampanyası diğer hekimleri de korkutuyor, sindiriyor. Aslında en büyük tehlike budur. Kimse elini taşın altına koymaz. Ben, “Ölmekten korkmam, boyun eğmekten korkarım” diyorum. Bu şekilde bakacak da çok fazla da insan yoktur.
“Spinoza, ‘Istırap görüldüğünde sona erer’ der. Ben gören gözüm, ıstırabı sonlandırmak üzere“
28 Şubat döneminde muhafazakar kimlikli kişilerle ilgili işkence veya yetersiz muayene raporlarınızdan dolayı o dönem muhafazakar medyada hakkınızda olumlu yorumlar yapılıyordu. Bugün ise aynı muhafazakar medyada Şebnem Korur Fincancı algısı değişti. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
Basın, tıpkı bizim hekimlik uygulamalarımızdaki etik ilkelerimiz gibi bağımsız, tarafsız, ön yargısız olma yükümlülüğü taşır. İlkeleri bunu gerektirir.
Sıradan insanlar bir duygudaşlık, yandaşlık gözetebilirler. Böyle ifadeleri olabilir. “Oh olmuş işkence yapmışlar” diyebilirler. Ben hapse girdiğimde “Oh olmuş hapse atmışlar” diyebilirler.
Ama basının temel ilkelerinden beslenmesi gerektiğini, kim olursa olsun nesnel bir değerlendirmeyle olanı anlatması gerektiğini düşünürüm.
Ancak basın ne yaptı? Evimde baskında arama yapan polislerin yayınını; gerçek dışı bilgilerle “Evinden cephanelik çıktı”, “Örgüt materyali çıktı” gibi saçmalıklarla servis etti. Bu yayıncılık değil, bu basın emekçisi olmak değil.
Ben basın emekçilerine çok saygı duyarım. Çünkü olanlar hakkında bizim haberdar olmamızı ve bir tutum alabilmemizi sağlıyorlar. Ama açıkça yalan söyleniyor ve yandaş bir tutumla yaklaşılıyor.
O zaman onların yararına olan bir değerlendirmeden sevinç duydukları için beni savunuyormuş gibi görünenler kendilerine yönelik herhangi bir eleştiri yaptığımda bu kez beni suçlu göstermek için elinden geleni yapıyor. Bu tabii çok üzücü. Omurgalar sağlam olması gerekiyor.
Ben 40 yıl önce bir söz verdim. Mustafa Hayrullahoğlu’nun işkence gördüğüne dair belgelerin nasıl değiştirilip örtbas edildiğini gözlemledim.
40 yıl önce dedim ki, “Ben bu konuda araştırma yapacağım. İşkencenin kanıtlanabilir bir tanı olduğunu görünür kılacağım.” Bunu yaptım çok şükür ölsem de gam yemem.
Spinoza’nın bir sözü var: “Istırap görüldüğünde sona erer.” Ben gören gözüm, ıstırabı sonlandırmak üzere.