Ana SayfaRÖPORTAJRÖPORTAJ | Sumud Filosu Türkiye Koordinatörü: "İçimizde ajanlar vardı, uzaklaştırdık"

RÖPORTAJ | Sumud Filosu Türkiye Koordinatörü: “İçimizde ajanlar vardı, uzaklaştırdık”

Global Sumud Filosu Türkiye Koordinatörü Hüseyin Durmaz, Serbestiyet kanalında Bülent Şahin Erdeğer’e konuştu: “İsrail’in planı bu kez karada işi bitirmekti. Gemi sayısını azaltarak karşı karşıya kalacakları baskıyı azaltmak istiyorlardı. Onların planı buydu. Sabotajlar, iç etki ajanları, akreditasyonun fazla sayıda yapılması, yerelin yetersizliği yüzünden bazı gemilerimiz yola çıkamadı. Biz de hazır olan gemilerle yola çıkılması kararını aldık. Bu da birçok katılımcımızın aslında gemiye binememesine yol açtı. Tunus’da süreci yavaşlatmak, manipüle etmek için uğraşan insanlar da vardı. İç etki ajanları diyebiliriz. Onları tespit ettik ve onlardan kurtulduk. Giden arkadaşlar bir risk alarak gittiler. Çoluk çocuğunu, ailesini geride bırakarak sırf insan olmak, vicdan sahibi olmak ve Gazze'nin ablukasını kırmak için o gemilere bindiler. Yani bedel ödendi. Şimdi bir defa, bedel ödemeyi takdir etmek gerekiyor.”

Global Sumud Filosu organize oluş tarzı ile Türkiye’de klasik sivil toplum kuruluşlarının örgütlenme tarzından farklı bir yöntemi izledi. Uluslararası olması, pasifist sivil direniş yöntemini benimsemesi, hiyerarşiyi değil yatay koordinasyonu benimsemesi ve siyaset üstü davranması bu farkların başında geliyor.

Sumud, İsrail yönetiminin dünya kamuoyunda daha da sıkışmasına yol açtı. Gazze ablukasına dikkatleri çekti. Mensuplarına uygulanan işkence ve kötü muameleler de gündemdeyken organizasyonun Türkiye ayağında da bazı katılımcıların davranışları üzerinden başka bir tartışma başladı.

Filo’nun doğuş fikrinden, mensupların gemiye seçim sürecine ve ülkeye dönüş sonrası tartışmalara kadar Sumud’a dair tüm konuları Türkiye Baş Koordinatörü Hüseyin Durmaz ile konuştuk.

İZLEMEK İÇİN:

– Bu filo fikri kısaca nasıl doğdu? İsterseniz öncelikle buradan başlayalım.

-Şimdi bildiğiniz gibi özellikle yaşadığımız yüzyılda tarihi anlar yaşıyoruz. Gazze’de yaşanan soykırım canlı yayında izleniyordu ve 80 yıllık İsrail’in mağduriyet algısı üzerinden inşa ettiği siyonizm fikri dünyayı kuşatmıştı. Ama 7 Ekim’den sonraki süreçte İsrail’in kibir ve küstahlığı dünyadaki insanların kendi insanlığını sorgulamasına, kendi hükümetlerini, uluslararası kurumları sorgulamasına ve neler oluyorsa dair bir süreç başlattı ve buna karşı birtım tepkiler gelişmeye başladı. Bildiğiniz gibi 7 Ekim’den sonra özellikle İsrail soykırımıbaşlayınca Türkiye’de dahil birçok yerde eylemler, yürüyüşler, protestolar yapıldı. Ancak bunların hiçbiriyle sonuç alamıyorduk. Yani bir yapılan eylemler devasa eylemlerdi. Çok büyük eylemlerdi.

Çok sayıda eylemlerdi. Ama siyonizmin dünyayı kuşatma boyutu yüksek olduğu için sonuç alamıyorduk. Şimdi bu durum bizi yani krizin boyutu, büyüklüğü, karşı karşıya olduğumuz problemin büyüklüğü bizi yeni çözüm arayışları üretmeye, düşünmeye teşvik etti. Ve bu çözüm arayışları içerisinde de özellikle Gazze’de yaşanan durumun artık sadece Ortadoğu’da ya da bir coğrafyada ya da sadece Müslümanlara ait bir mesele olmaktan çıkıp insan kalıp kalmamayla ilgili bir mesele boyutunu görünce biz de dünyadaki bütün eylemleri eğer belli bir amaç, bir strateji çerçevesinde bir araya getirebilirsek sonuç alabiliriz şeklinde bir düşünce oluştu. Bildiğiniz gibi küresel boyutta ilk e Cenevre ile başlayan bir eylemimiz olmuştu. Türkiye kamuoyu çok bilmez o eylemi. Daha sonra kamuoyunun da yakından takip ettiği ve birçok kişinin katıldığı refah yürüyüşü oldu. Ancak bununla da ablukayı kıramadığımız için bu kez çok daha büyük organizeli ve belki de tarihin en büyük sivil organizasyonu olacak bir eylem fikri olmuştu. Zaten bir taraftan Batı’da eylemler bulduydu. Ondan önce böyle ufak ufak gemilerin gitmesi, farklı eylem dillerinin geliştirilmesi süreci vardı. Ama bu süreç insan kalmak, insani bir mesele olarak olayı ele almak ve vicdan sahiplerinin, haklı inanç, kültür ve dinden insanların bir araya gelerek siyonizmin dünya açısından ortaya koyduğu tehdidi kaldırmak ve Gazze’de yaşanan soykırımı durdurmak için bir fikir, bir plan ve bir strateji çerçevesinde şekillendi diyebilirim. 

TUNUS’TA NEDEN YOLCU SAYISI AZALTILDI?

– Tunus’a birçok katılımcı gitti ama orada bir şeyler oldu. Bir katılımcı sayısında bir azalma yaşandı ve bazı katılımcılar o gemilere binemediler. Bunun sebebi neydi?

Şimdi önce bizim kamuoyunun şunu bir hatırlaması gerekiyor. Yani Türkiye’de aktivizm denince aslında çok fazla bir tecrübe yok. Özellikle Batı dünyasıyla ortak eylem yapma noktasında bir tecrübe yok. Bizim öncelikle Batı dünyasıyla Türkiye’deki eylem dilini ortak bir zemine getirebilmek, bir miktar eğitim sürecinden geçirmemiz gerekiyordu. Bu sebeple büyük bir birikim oldu.

Ancak Tunus’taki durumla ilgili şöyle ifade edebilirim. Öncelikle küresel delegasyon olarak gemi temini yapıldığı zaman her gemiye binecek kişi sayısı doğru hesaplanmadı. Yani mesela kamuoyunun yakından bildiği bir somut örnek vereyim ki netleşsin diye. Benim de binmiş olduğum İspanya’dan yola çıktığımız Alma gemisi amiral gemilerimizden biriydi. O gemi, gemiyi temin ettiğimiz zaman o gemiye 100 kişi biner gibi hesaplamıştık. Yani bu konuda küresel ekibin fikri bu yöndeydi. Ancak o gemiy 29 kişi alabildi. Şimdi bunun gibi bütün tekneler, gemiler hesaplanırken bir defa biraz fazla sayıda hesaplanmıştı. Bundan dolayı akreditasyon yapılırken aslında bütün gemilerin sayısında bir hatalı pay olmuştu. İkinci sebep, Tunus’ta özellikle biz zaten Türkiye delegasyonu olarak gemilerin Tunus’a girmemesi noktasında bir irade beyan etmiştik ve gemilerimiz normal şartlarda Tunus’a girmeyecekti. Ancak hava şartları, rüzgar ve 3 günlük gecikme Tunus’a zorunlu bir inişe yol açtı. Daha sonra bildiğiniz gibi bir anda  İspanya’daki gelen gemilerden inen katılımcılar, Tunus’ta çok sayıda bulunan katılımcılar, Tunus’ta yereldeki arkadaşların gemi hazırlama sürecini tam olarak yapamamasına ve bu kadar çok katılımcının uçak, biletleme, misafir etme, eğitim süreciyle uğraşmasından dolayı yerel biraz zayıf kaldı. Yine oradayken,  özellikle biz ekip yani süreçten çok önce ta 19 Ağustos’ta bizim lojistik ekibimiz Tunus’taydı.

Gemilerimizi hazırlamışlardı. Zaten sürekli küresel delegasyonu da özellikle yereldeki arkadaşlarımıza bu konunun önemini hatırlatıyorduk. Ancak o süreçte bir taraftan da İsrail’in iki tane drone saldırısı ardından sabotajlar, çalışır vaziyetteki gemilerin çalışamaz hale gelmesi ve gemilerin hazırlanma sürecinin uzaması sahada bir risk oluşturdu. Şimdi bildiğiniz gibi Filo yola çıkmadan önce İsrail medya üzerinden Filoon’nun yola çıkmaması için kampanya yaparken Tunus’a ulaştığımız andan itibaren Tunus’tan çıkana kadar İsrail medyasında bir kelime Sumud’la ilgili bir haber olmadı. Çünkü bu kez karadan işi bitirmeyi planlıyorlardı. Gemi sayısını azaltarak karşı karşıya kalacakları baskıyı azaltmak istiyorlardı. Onların planı buydu. Biz de mümkün olan en çok sayıda gemi çıkarabilmek için tüm bu sahada yaşadığımız zorluklar, sabotajlar, iç etki ajanları, akreditasyonun fazla sayıda yapılması, yerelin yetersizliği. Bu bazı gemilerimizin yola çıkamamasına yol açtı. Bu sebeple biz de hızlı ve ani bir karar vermemiz, bütünlüğünü koruyabilmemiz için mümkün olan gemilerin yola çıkması için bir irade gösterdik. Uzun saatler yaptığımız tartışmaların neticesinde hazır olan gemilerle yola çıkılması kararını aldık. Bu da birçok katılımcımızın aslında gemiye binememesine yol açtı. Sadece Türkiye’den gidenler için değil, genel anlamda tüm katılımcılar arasında böyle bir azalma oldu. Buna rağmen yani şunu unutmayalım aslında zaten stratejimiz gereği Türkiye’yi çok merkeze almayan, Türkiye’den katılımcıyı çok tutmama üzerine bir strateji geliştirmiştik.

Yine de en çok katılımcısı olan Türkiye delegasyonu bilirdiğiniz gibi bir de bize ait ve bizimle beraber birkaç ülkenin daha ait olan gemiler son anda yani Perşembe akşamı yola çıkması uygun olan gemiler cuma sabahı yola çıkılamayacak diye bir karar iletildi bize Tunus hükümeti tarafından statüsü nedeniyle. Ama burada da problem şuydu.

İÇİMİZDE AJANLAR VARDI UZAKLAŞTIRDIK

Bir karar bir günde değişmez biliyorsunuz. Yani bir geminin yasal statüsü bir anda değişmez. Bu siyasi bir karardı. Burada da özellikle delegasyon içerisinden küresel delegasyondan bahsediyorum. İç etki ajanları diyebiliriz. Yani süreci yavaşlatmak, manipüle etmek için uğraşan insanlar da vardı ve kim olduğunu ifade edemem. O sorunları çözdük çünkü.

-Sanırım onları uzaklaştırdınız bu süreçte.

-Tabii tabii. Evet. Evet. Onları biz tespit ettik. onlarla mücadele ederek ekibin hepsinin de görmesini sağlayıp onlardan kurtulduk. Yani ama onların Tunus hükümetine bu gemiler yola çıkar ve bir şey olursa başınız belaya girer şeklinde bilgi verdiğini tespit ettik.

Tunus hükümeti de bundan dolayı sekiz tane geminin yola çıkmasını engelledi ki bundan üç tanesi bizim gemilerdi ve Türk vatandaşlarının bineceği gemilerdi. Bu da sayımızın azalmasına yol açtı. Ama gene dediğim gibi toplamda 61 kişiyle aslında en yüksek sayda yine biz binmiş olduk.

-Bir başka husus da yani merak edilen husus da şu. Evet yola çıktı ve gerçekten bir bütün olarak hareket etti Filo. Daha sonra böyle bazı gemiler sonradan katıldı değil mi? 

-Böyle birkaç tane sanırım gemi daha sonradan katıldı. Biz normalde Kıbrıs’tan bir tane de Alanya’dan. Kıbrıs’tan çıkan gemiyi biz Tunus sürecindeyken yani akredite ettiğimiz akredite olmuş delegasyona ait bir gemi değildi. Ancak Tunus’tan yola çıkıldıktan sonra yani Filo’yu korumayı başardıktan sonra malumunuz gemi sayımızda bir miktar azalma oldu. Yolda teknik sebepler de oldu. Bu da hızlıca gemi sayısını arttırmaya dönük. Yani Kıbrıs’tan da böyle bir gemi talebi bize ulaşınca satın alınmış, hazırlanmış bir gemi var. Ama akredite değil. Normal şartlarda dediğim gibi delegasyonun gemisi değildi. Böyle bir bilgi gelince gemi sayısını arttırmak için bir görüşme yaptık. Onu sisteme akredite ettik. Buna karşılık da Tunus’dan eğitim almış ama gemiye binememiş. En az üç katılımcımızın da o gemiye binmesini şart koştuk. Onu da arkadaşlar seçtiler, gemiye bindirdiler. Yani seçen kişiler de Kıbrıs’taki gemiyi hazırlayan kişiler. Biz şu şu isim olsun da demedik yani. Ve aynı zamanda mesela kamuoyu bilmez. Yunanistan bizimle ben de Yunanistan’la görüştüm o süreçte daha çok arkadaş başvurdu binmek için. Sağ olsun iki kişilik yer daha verdiler bize. Yeşil pasaportu olan yani vizesi olan Tunus’a gelip gemiye binememiş kişilerden talepleri aldık. 4 kişi var bu şartlara uygun. Kura çektik. İki kişiyi de Yunanistan’dan bindirdik. Alanya’daki çıkardığımız gemi de Alman delegasyonunun gemisiydi. 4 Eylül’de Alanya’ya demir atmış. Filo bekliyordu onlar. Oradaki arkadaş bazı sorunları, sıkıntıları vardı. Bize ulaştı. Yardım ettik, çözdük. Bizden bir konuyu yani ünlü bir kişi ve bir siyasi bir milletvekili şeklinde talebi oldu. Biz de oraya iki isim yönlendirdik. Milletvekili olarak da Faruk abimiz gitmek istemişti zaten. O bindi biliyorsunuz ama onların gemisi de Kıbrıs açıklarını geçtikten sonra bozulduğu için dönmek zorunda kaldılar. 

-Fenomen dediniz. Milletvekili dediniz. Onun için bu soruyu da sormam gerekiyor yine. Çünkü böyle bir tartışma olmuştu Tunus’tayken. Bazı milletvekilleri ki daha sonra o milletvekilleri Özgürlük Filosuna katıldılar. O şekilde yola çıktılar. Bazı milletvekilleri gemiye binemediler. Burada bir kasıt var mıydı? Yani özel bir seçim miydi? İlla milletvekillerini bindirmemek gibi yoksa onlar da diğer tüm katılımcılar gibi mi muamele gördüler?

-Aynen öyle. Yani kesinlikle özel bir muamele ya da herhangi bir müdahale söz konusu değil. Sadece arkadaşlar Tunus’ta sahada olan herkes şunu bilir. Eğitim sürecinde hem bizim sayımızın fazla olması ve bir de toplumsal anlamda dedim ya hocam aktivizm tarzı olaylar ilk defa yaşanan şeyler olduğu için biraz Avrupalılar böyle azıcık çekindi bizden yani sevme anlamında kastetmiyorum. Acaba Türkler sahada çılgınlık yapar mı? Yani çekincenin sebebi şu. Hani Mavi Marmara’da olduğu gibi. 

-Çünkü Mavi Marmara’da böyle bir tecrübemiz var. Değil mi? Ondan mı çekindiler?

Aynen. Hatta biz toplantı yapıyoruz. Telefon geldi dedi. Hocam ben şimdi yukarı çıkacağım. O ekip yönetim arkadaşlarımız Mavi Marmara’yı izletiyorlar. Bizimkiler de haklı olarak tabii seviniyor. Yaşasın diye bağırıyorlar, Tekbir çektikleri anlar oluyor. Bu da hani ister istemez onların böyle ya acaba sahada da böyle yaparlar mı diye endişelerine yol açtı.

Tabii ki şunu ifade edeyim. Yani gelen herkes çok çok kaliteliydi. Bizim Türkiye’den gelen herkes her türlü eğitime katıldı. Her türlü kural uyguladı. Ama ister istemez yani arkadaşlar neden bu kadar Türk fazla acaba sahada bir sorun çıkar mı endişeleri yaşadılar. Gemilerin de teknik anlamda azalması bir miktar sayımızı azaltma yoluna gittiler. Bunu yaparken de ayrım yapmadan eleme yaptılar. Yani o sebeple yani milletvekillerimize ya da herhangi elenen birine karşı özel bir tutum yoktu. Yani tamamen bu sebeple bu Özgürlük Filosu daha sonra yola çıktı. 

-Beheşti Songürlerin filosu değil mi? Onlarla bir aranızda koordinasyon var mıydı? Yani böyle bir plan var mıydı? Hani siz önden gidin biz arkadan geliriz gibi? Orada bir koordinasyonunuz var mı ve hala devam ediyor mu?

Öyle operasyonel bir koordinasyon yok ama yani Türkiye’de ya da dünyada bu anlamda gayret eden herkesle irtibatımız, muhabbetimiz var. Bildiğiniz gibi GSF’nin bir parçası da bu dört ayaktan oluşuyoruz. Bir parçası da Frdom Flotilla. 

-Yani zaten dolaylı olarak Global Sumud’un parçası diyorsunuz?

Şöyle Özgürlük Filosu’nun bazı organizatörleri bizim parçamız. Özgürlük Filosu bütün olarak bizim parçamız değil. O parçamız olmayan arkadaşlar zaten böyle bir çalışmaya girdiler o zaman. Biz de destekliyoruz, paylaşım da yapıyoruz ama süreci biz koordine etmiyoruz. Yani doğrudan operasyonel anlamda biz yönetmiyoruz. Ama her daim, her zaman muhakkak tüm ekiplerle irtibat halindeyiz. 

O sonradan eklenen iki gemiyle ilgili şöyle bir bilgi vereyim. Kıbrıs’tan bir gemi ekledik. Portekiz bayraklıydı, Polonya bayraklıydı. Bir de Alanya’dan Alman delegasyonuna ait bir bayraktı. Şimdi Kıbrıs’taki gemi biz Tunus’tayken sisteme akredite olmuş bir gemi değildi. Haliyle ona katılımcı bindirme ataması zaten yapılamamıştı. Ancak Tunus’tan çıktıktan ve Tunus’ta bazı gemilerimiz engellendikten sonra bizim de gemi sayısını arttırmaya dönük tüm imkanları kullanma durumumuz söz konusu oldu. Ve Kıbrıs’taki gemi de zaten satın alınmıştı. Hemen yönetim olarak konuştuk. Onu sisteme entegre ettik ve Kıbrıs’taki gemiye de Tunus’tan gemiye binememiş, akredite olmuş en az dört kişiyi bindirmelerini istedik. Ama isim seçimi noktasında, biz gemiyi kontrol edenlere müdahale etmedik. Listeyi verdik. Onlar da oradan isim seçti. Alanya’daki gemi de Alman delegasyonuna ait bir gemiydi ve orada bildiğiniz gibi zaten binmiş kişiler belli. Bir kişi bizden rica ettiler. Bir de kaptan sorunları vardı. Bir milletvekili olursa iyi olur dediler. Biz de Faruk Bey’i o zaman önerdik. onunla görüştük. O bindi. Ama o gemi de zaten bildiğiniz gibi Kıbrıs açıklarından sonra yola devam edemedi.

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ SONRASI TARTIŞMALAR

-Son olarak şunu sormak istiyorum. Filo mensupları kurtarıldı. Çok şükür ki ülkemize döndü üyeleri ama daha sonra ülkemizde filonun dönüşü sonrası da çeşitli tartışmalar ya da değerlendirmeler oldu. Siz ne diyorsunuz? Nasıl bakıyorsunuz dönüş sonrası gelişmelere?

Şimdi ben öncelikle şunu ifade edeyim. Sumud’un birçok kazanımı oldu ve ileride bunları konuşacağız. Gündem buna dönecek. Türkiye delegasyonu olarak bu aşamadan yani en başından sonuna kadar her şeyi planlayarak stratejisini tabir caizse ilmek ilmek dokuyarak ilerledik.

Biz son iki gün yani İsrail müdahalesinden önceki son iki gün katılımcılarımıza şu mesajı gönderdik. Bizzat ben de ses kaydı ya da video olarak ve yazılı olarak da gönderdim. Dedim ki arkadaşlar mümkün olan en kısa sürede İsrail tutuklama olursa cezaevinden çıkmanızı istiyoruz. Eğitim sürecinde de gördükleri, İsrail’in önlerini sunacakları belgelere çalışılmıştı zaten. İlk iki belge kişinin kendisini suçlu kabul etmesi, yasa dışı yollarla İsrail’e girmeyi teşebbüsü şeklinde belgelerdi. Bunları hiçbir şekilde kabul etmiyorsunuz. Ancak üçüncü aşamada ülkeme dönmek istiyorum, deport edilmek istiyorum kısmını kabul etmenizi istiyoruz dedik. Bunun nedeni de arkadaşlarımızın cezaevinde uzun süre kalmasının Gazze’nin faydasına ya da menfaatine olacağına dönük bir tespitimizin olmayışıydı. Bilakis parçalı gelmeleri ya da orada uzun süre kalmaları daha çok farklı tartışmaların  ve konunun Gazze dışında başka konulara sapmasına dair tespitlerimiz vardı. O yüzden biz delegasyon olarak mümkün olan en kısa sürede ülkeye dönmeleri için onlara bir kararda bulunmuştuk. Yani bu dönme ile ilgili karar bize aitti. 

SİYASİ PARTİLER BİZE ETKİ EDEMEZ

İkincisi diğer şeyi söylersem biliyorsunuz Bülent Bey en başından beri ilk refah öncesi de sizle bir yayın yaptığımızda şunu özellikle vurgulamıştım ben. Biz siviliz, bağımsız ve kendi kararlarını, stratejisini belirleyen bir ekibiz. En başından beri böyle, tüm süreç içerisinde de böyleydi. Hiçbir şekilde siyasi partiler yahut devlet mekanizmaları ya da başka bir şey sadece

Türkiye delegasyonu için değil küresel anlamda da böyleyiz. Onu da söyleyebilirim. Oturur istişare eder, planlama yapar, strateji geliştirir, konjonktürü sahayı okur, ona göre adım atarız. Yani böyle yönlendirme, manipülasyon ya da bir yerden bir şeylerin fısıldanması söz konusu bile değil. Bu sebeple kararların, tüm stratejik kararların bize ait olduğunu söyleyebilirim. Özellikle de stratejik kararlarda ekibimizin, katılımcılarımızın hepsi hem de biz çok hassasız ve katılımcılarımız da  bu konuda hep bize güvendiler, kararlarımızı uyguladılar. Şimdi Türkiye’ye dönüşle ilgili süreçte de şunu takdir etmek gerekiyor. Yani kamuoyunun da şunu bilmesi gerekiyor.

Nihayetinde oraya giden arkadaşlar bir risk alarak gittiler. Çoluk çocuğunu, ailesini sırf insan olmak, vicdan sahibi olmak ve Gazze’nin ablukasını kırmak için o gemilere bindiler. Yani bedel ödendi. Şimdi bedel ödenmeyi bir defa takdir etmek gerekiyor. Ve  bu süreç izlediğimiz strateji gereği toplumun tüm kesimine yayıldığı için yani siyasetinden spor dünyasına, sanatından vatandaşa kadar gazetecisinden, aktivist yani herkese bütün kesimler  Sumud’u desteklediği için doğal olarak arkadaşlar geldiği zaman insanların oraya gitmesi, onları karşılamak istemesi ya da işte birden fazla sayıda gitmesi. Yani bunlar normal şeyler, insani şeyler. Ben bunları böyle okuyorum. Burada mühim olan delegasyonun ne yaptığı, biz delegasyon olarak arkadaşlarımızı oradan çıkarmak için küresel anlamda da Adalah Hukuk Grubuyla bütün bu tedbirleri alarak çalıştık. Onları getirdik. Oradan adli tıp süreci, işte mahkeme süreci, şimdi bir raporlama sürecine gireceğiz. Daha sonra İsrail’e bunun bedelini ödetmek için yasal tüm yolları kullanacağız. Gemileri geri buraya getirmek için mahkemeler açacağız. Yani bunlar hep mücadelesi verilecek perde arkasındaki şeyler. Bu anlamda delegasyon kendi yine bağımsız misyonuyla hareket edip planlamasını yaptı. Orada birilerinin gelmesi, gelmemesi vesaire bunlar çok mühim şeyler değil. Çünkü artık topluma mal olmuş bir şey. Herkesin kendisini sürecin bir paydaşı, destekçisi olarak hissettiği bir şey. Bu anlamda bunu normal görmek lazım. Burada odaklanılması gereken şey Gazze. Diğer hususa gelince de öncelikle arkadaşları  takdir etmek, tebrik etmek. Bu konuda tüm süreç boyunca uyum sağladıkları için, plana sadık kaldıkları için 15 gün Tunus’ta belki normal şartlarda bir araya gelmeyecek yani doğal sebeplerle de bir araya gelemeyecek insanların bir kardeşçe dostça bir arada bulunması.

Daha sonra günlerce aracık teknede bambaşka insanlarla yolculuk yapması ama tek bir tartışmanın, kavganın, bir kalp kırıklığının olmaması. Yani bunlara odaklanmak lazım. Bunlar çok büyük kazanımlar. Süreç böyle. Yani birinin işte sevinmesi, sevinmemesi yani mutlaka sevinilecek şeyler de olacak. Bir de bunun sadece Türkiye’de yaşanmış gibi algılanması da yanlış. Daha az önce İsviçre’den ulaşan ekipler, onların konuşmaları yani Avrupa’da da birçok aktivist arkadaş İsrail’de yaşadıkları kötü durumları ifade ediyorlar, anlatıyorlar. Yani bu sadece Türkiye’ye has olmuş gibi de algılanmasın. Böyle bir nokta da yok. Yine sonuçta insan iyi ve güzel bir iş yaptığı zaman sevinebilir. Bu sevinmesi, Gazze’deki acıları unutması ya da ben başardım  artık evime gidip yatıp dinlenebilirim. Bundan sonra gaze, bana ne gibi bir anlam da çıkmaz. Yani insan kaynaklı ya da insan odaklı olduğumuzu unutmayalım. Burada temel de eleştirilecek bir şey varsa bizim stratejimize dönük eleştiriler yapılmalı. Yoksa katılımcılar üzerinden, davranışlar üzerinden, birtakım insani olaylar üzerinden eleştiri yapmak çok doğru olmayacağını düşünüyoruz. Bu noktada da zaten aramızda bir ast üst hiyerarşik ilişki olmadığı için bunu biliyorsunuz.

Strateji konusunda hassasız. Ancak diğer konularda katılımcılarımız kendi kişisel tercihleri, kararlarını davranabilir. Yeter ki Gazze’nin gündem olması ya da hedefimizin Gazze olması, bundan sonra daha büyük işlere odaklanmamız gerektiği bilinci noktası kaçırılmasın.

-Tam da burada şunu da merak etmiyor değil insan. Daha sonra daha büyük işler dediniz. Acaba bu organizasyonun başka projeleri var mı? Eğer çok gizli ya da mahrem değilse yani?

Allah razı olsun. Ben önce şunu ifade edeyim. Şimdi Ocak ayında belki birkaç kişimizin Avrupa’yla ya da dünyayla bağlantısı vardı. Yani aslında birçok kişinin vardı da bu eylemsel manada söylüyorum. Ancak hem Refah hem de bu süreçte biz birçok bağlantılar durdurmuş olduk. Bu noktada cimri de davranmadık. İnsanlarımız geldi. Avrupa’dan insanlarla tanıştı.

Telefonlarını aldılar, arkadaş oldular. Yolculuk yaptılar, samimiyet kurdular. Yani devasa bir ağ örüldü. Ve ben bu örülen ağdan bambaşka yeni fikirlerin, yeni projelerin, yeni sınırları zorlayacak eylemselliğin çıkacağına inanıyorum. Bunu illa bizim yapmamız gerekmiyor. İlla liderliği bizim yürütmemiz de gerekmiyor. Bunu her zaman söylüyoruz. Yeter ki planlanmış insan kaynaklarını doğru kullanabilecek fikirler üretilsin. Eylemselliğe geçilsin. Bir gün destekçi oluruz, bir gün kurucu oluruz, bir gün kenarda izleyici oluruz. Ama en nihayetinde hepimiz bu geminin yolcusu oluruz.

Amacımız, temel hedefimiz bu özelde bizim için sorduğunuzda bir planımız var ama şu an onu ifade edemem. Önümüzdeki süreçte bununla ilgili mutlaka açıklamalarımız olacaktır ama tekrar ifade edeyim. Planı kurmak ya da her şeyi yürütmek bizim görevimizmiş gibi de algılanmasın. Özellikle toplumun geneline yayılsın diye bu kadar emek verdik. Bildiğiniz gibi orada yani 15 gün bir aktivizm eğitimi alındı.

Bağlantılar kuruldu. Bugün insanlar Türkiye’ye döndüler. Okullarda, meydanlarda, vakıf derneklerde, televizyonlarda Gazze’yi anlatıyorlar, Gazze’yi konuşuyorlar. Yani toplumun kılcal damarlarına kadar giden bir süreç başladı. Şimdi bunlara odaklanmak lazım. Ama odaklanması gereken şeylerin bunlar olduğunu söylüyorum. Biz bunları konuşuyoruz. Bunları konuşmaya devam edeceğiz. Sumud’un kazanımları bunlar olacak. Yani Gazze halkının vesilesiyle dünyanın kazandığı şeyleri kazandıracağız. Ama Türkiye zor bir saha. Bunun da farkındayız. Ama Türkiye açısından da bambaşka süreçlerin, yeni dinamiklerin, yeni bir bakış açısının da sancılarının yaşandığını da görüyoruz. Bundan sonra yepyeni süreçler olacak. Bunu herkes de bilsin. Özellikle bakış açılarımız, hedef odaklı, misyon odaklı çalışma tarzımız, birbirinden farklı insanların bir amaç etrafında bir araya gelip çok da güzel iş yapabileceğine dair örneklik. Bunlar çok mühim. Bunun dışındaki şeyler o dedi, bu dedi cümleleri yani çok aşılması gereken hususlar. Artık onu ifade edebilirim.

- Advertisment -