Serbestiyet’in seçim sonuçları değerlendirme röportaj serisinde bugün sorularımıza araştırmacı-yazar Ümit Aktaş ve Hak İnisiyatifi Genel Başkanı, akademisyen Fatma Bostan Ünsal cevap veriyor.
Ümit Aktaş:
“CHP, söylemsel yenilikçiliğine karşı, özünde katı bir muhafazakârlıkta diretiyor”
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ve Parlamentoda çoğunluğu sağlamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Türkiye muhafazakârlığının asli özelliği, temelde Anadolu coğrafyasının saldırılara ve etkileşimlere açık doğasına ve tarihine dayanan, bir yandan kendisini korumaya alırken öte yandan ise fırsatçılığı elden bırakmayan pragmatizmi. Nitekim bu, lider merkezli geleneksel sağcı ve muhafazakâr partiler geleneğimizin de temel karakteristiği. Ak Parti de, kimilerince Anadolu irfanı olarak tanımlanan bu örfü, modern propaganda tekniklerini ve siyasal araçları da işin içine katarak devam ettirmekte.
Oysa kendisini modern, yenilikçi ve akılcı Batı geleneğinin bir temsilcisi olarak gören CHP, bu kurucu ideolojik veçhesini koruma güdüsüyle o denli elastik bir niteliği gösteremediğinden, söylemsel yenilikçiliğine karşı özünde katı bir muhafazakârlıkta diretiyor. CHP’nin söylemsel modernliğine karşı tabanındaki ideolojik katılığı dikkate alan Ak Parti, bu seçimde stratejisini görece olarak değiştirerek, her zamanki atak tavrı yerine rakibinin hamlelerini dikkate alan savunmacı bir pozisyonda kaldı ve Millet İttifakının hamlelerini bozarak seçim öncesi kamuoyu araştırmalarına yansıyan tabloyu tersine çevirebildi.
Esasında Ak Parti, rüzgârın tersine dönmeye başladığı 2010 sonrasında, iktidarı elinde tutabilmek için siyasetinde köklü bir değişime giderek, stratejik ortağı Fethullahçıları tasfiye edip onun yerine milliyetçileri monte eden ve Anadolu’daki muhafazakâr işbirliğini daha da genişleten bir hamle yapmıştı. Bu süreç boyunca Erdoğan, bir dizi siyasal girişimle (Barış Süreci, Gezi direnişinin bastırılması, 15 Temmuz, Anayasa değişikliği), sadece partisini değil, kitlesini ve hatta muhalefetini de yeniden oluşturduğu adeta biyopolitik bir strateji izlemişti.
Son seçimde ise Millet İttifakının HDP’yi de yanına alan stratejisine karşı HÜDA PAR vasıtasıyla Kürtleri, Yeniden Refah Partisiyle muhalif muhafazakârları, DSP ile de ulusalcıları yanına çekmeyi başardığı gibi, rakiplerinin hamlelerini bozarak ya da etkisizleştirerek seçimi kazanmayı bildi. Sözgelimi HDP yargı baskısı altına alınarak seçime YSP çatısı altında girmeye zorlandı. Bu süreçte ise HDP söyleminin ve adaylarının özellikle dindar Kürt halkını dikkate almayacak bir biçimde sol ve liberal bir etki altına girmesi, seçmeninin sandıktan uzaklaşmasına yol açtı.
AK Parti, tüm iktidar araçlarını kullanarak seçmenini sandığa yöneltirken, karşı tarafı da etkisizleştirmeye çalıştı
Demokratik mücadelenin centilmence sürdürülmesine dair o zımni kabulü hiç de umursamayan Ak Parti, elindeki tüm iktidar araçlarını kullanarak seçmenini sandığa yöneltirken, karşı tarafı da mümkün olduğunca etkisizleştirmeye ve sandıktan uzaklaştırmaya çalıştı. Miting meydanlarını (s)ihaların uçuştuğu, uçak gemisi ve TOGGların ortalıkta dolaştığı, arada tankların ve atlıların boy gösterdiği, bir yandan doğal gazın öte yanda petrolün fışkırdığı sürrealist bir sinema setine dönüştürerek toplumu etkilemesini ve arzu yaratmasını da becerdi. İhtişamın ve itibarın yükseltildiği bir vasatta Kılıçdaroğlu’nun mütevazı tavırları, muhafazakâr seçmen tarafından teveccühle karşılanmadı. Çünkü bu toplum tevazuyu sevse de ihtişam ve itibara boyun eğen kültürel kodlara sahip. Tabi bir himayekârlığı, korumacılığı, kendisine sahip çıkılmasını da ancak güç ve ihtişama sahip birinden ummakta.
Beklenilen eşitlikçi, liyakatçı, hakka ve hakkaniyete dayanan bir talep ise bu toplumun büyük bir kesiminin siyasal pragmatizmi açısından gerçekçi değil. Tam aksine haksızca da olsa kendisinin korunup gözetilmesi, kendisine el uzatılması ve bu elin de doğal olarak güç ve kudrete sahip olmasını beklemekte. Dolayısıyla da öncelikle değiştirilmesi gereken, bu kültür ve zihniyettir. İnsanca, adil, hakka ve hukuka saygılı, barışçı, çevreye duyarlı ve demokratik bir siyasal anlayışın kabullenilmesi. Elbette bu ise uzun vadeli bir çabayı, dahası pratik ve inandırıcı örneklikleri gerektirmekte.
Toplumu arzu ve korku kıskacı içerisine almak isteyen iktidar ise bu konuda iktidar olmanın tüm avantajlarını, haksızca ve adalet/eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde ve sonuna değin kullandı. Cumhurbaşkanı ve bakanlar iktidarın gücünü seçim çalışmalarına teksif ederek çeşitli senaryolarla bu gücün olumluluğunu topluma hissettirdiler. Dolaylı ve hatta doğrudan yollarla eksilmeleri halinde karşı tarafın tevazuunun bir işe yaramayacağı da topluma hissettirildi. Öte yandan ise sürekli tekrarlanan muhalefetin PKK ile işbirliği yaptığı suçlamaları ve terör korkusuyla toplum üzerinde bir beka endişesi oluşturuldu. Burada yapılan artık doğrudan somut bir korku ya da endişeden de öte, özsel korku duygusunun bu konuda şartlanmış olan belleklerde canlandırılmasıydı. Muhalefet ise bunu boşa çıkaracak olumlu söylemler üretmek yerine, desteğine başvurduğu HDP’yi bu söylem karşısında yalnız bırakarak geriye çekilmeyi yeğledi ve zımni bir biçimde bu korku ve endişenin haklılığını da kabullenmiş oldu.
Millet İttifakı, söylemini toplumsal güçleri toparlayabilecek ve demokratik bir inisiyatifi sağlayabilecek bir berraklığa ulaştıramadı
Cumhur İttifakı ve İktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığını kazanması ve Parlamento çoğunluğu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
20 yılı aşan Ak Parti iktidarına karşı yeni ve olumlu bir strateji kotarmak isteyen CHP, Milli Görüş bakiyesi olan muhalif kesimlerle, Kürt muhalefetini de yanına alarak toplumsal özerkliği temsil çabasına giriştiyse de, gerek Milli Görüş bakiyesi partilerin Anadolu’daki etkisizlikleri, gerek İYİP’in tam da seçim öncesi güven krizi yaratan çıkışları, gerekse HDP ile ilişkilerin ikircikliliği ve HDP’nin sol müttefikleriyle arasındaki uyumsuzluk, bu işbirliğini beklenen sonuca ulaştıramadı.
Seçim iklimine girilmeden, dolayısıyla da Ak Parti ileri gelenlerinin kendisine yakın kesimleri, manevi bir baskı ve söylemsel bir bombardımana tabi tutmalarından önce muhalif ya da kararsız olan önemli bir kesiminse, bu havaya girilmesiyle birlikte, CHP’nin Kemalist bileşenlerinin laikçi mevzilerini koruma ve ulusalcı hissiyatı diri tutma gayretinin muhafazakârları ürküten parazit söylemleri kadar, Ak Parti içerisinden yükselen ve bir biçimde mobilize edilen eski tüfeklerin çağrıları ve feryatları karşısında kafaları karıştı ve yeniden yuvanın güvenli iklimine dönmeyi yeğlediler veya kararsızlıklarını sürdürdüler.
İslamcılar ise her iki ittifak içerisinde yer aldıkları gibi bunların da dışında kalan kesimleriyle, Ak Parti sonrası yaşadıkları zihinsel dağınıklıktan kurtulamadıkları gibi olumlu bir strateji de üretemediler. Genel olarak da sorunun özü, toplumsal ezberlerin ve alışkanlıkların siyasal ve düşünsel değişimlerin hızına ayak uyduramamasıydı. Büyükşehirler bu konuda daha duyarlı olsa da, taşradaki şehirlerdeki cemaatsel ve bürokratik ağların etkisi, bu şehirlerin Ak Parti ile özdeşleşen dindarlık algısını beslediği gibi; bu algı, adaletsizlik ve haksızlıklara ilişkin duyarlılığın olduğu kadar yoksulluğun etkilerinin de üstünü örttüğünden, iktidar söyleminin direnci kırılamadı.
Cumhuriyetçi güçleri temsil eden Cumhur İttifakının iktidar etrafında ve iktidarın imkânlarını sonuna değin kullanmasına karşı Millet İttifakı, söylemini toplumsal güçleri toparlayabilecek ve demokratik bir inisiyatifi sağlayabilecek bir berraklığa ulaştıramadı. Esasında bu sadece bir seçim süreciyle sınırlı bir çabayla gerçekleştirilebilecek bir dönüşüm de değil. Tutarlı bir demokratik söylemin oluşması ve bunun halka mal edilmesi gerekir ki Millet İttifakının ihtilaflı alanları (laiklik, din, Kürtler, mülteciler, ulusalcılık…) ortak bir söylemin inşasını mümkün kılacak denli bir kararlılık kazanabilsin. Zira tarihsel ve toplumsal gerçeklikler ile öne konulan gelecek arasında önemli çelişkiler ve paradokslar var ve bunlar da sadece iyi niyetlerle ve sadece bir seçim ittifakıyla çözümlenebilecek gibi değil.
Kürt Sorunu, Türkiye’nin en önemli sorunu ve muhalefet bu sorunu açık ve cesur bir biçimde ifade edemedi
Seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi Millet İttifakı henüz bir ittifak olabilmiş ve kendi içerisinde bir insicam sağlayabilmiş değil. Sürdürmeye çalıştığı ittifak stratejisinin zorunlu sonuçları kestirilemediği gibi buna dair toplumsal bir inisiyatif oluşturulamadığı da ortada. Temel meseleler olan demokratikleşme, adaletin sağlanması, dindarlık, Kürt sorunu ve mültecilik gibi mevzular üzerinde yeterli bir uzlaşı sağlanamadığı için, bu söylemsel boşlukların çatlakları iktidarın saldırılarıyla aradaki insicamsızlıkları büyütecek bir biçimde açıldı ve stratejisini saldırı üzerine kuran Millet İttifakı giderek savunmaya çekilmeye zorlandı ve bunda da başarılı olundu.
Oysaki Kürt sorunu, biz kabul edelim ya da etmeyelim, Türkiye’nin ve bölgenin en önemli sorunu. Bu sorun yeterince açık ve cesur bir biçimde ifade edilemedi ve bu konuda iktidarın terör söylemine dayanan baskısının altında kalındı. Öyle ki bu konuda öteden beri savunulan savaşçı strateji yerine, tüm bölgeyi kapsayan barışçı bir strateji üretmek de mümkün ama görülen o ki Millet İttifakı bu mesele üzerinde karşı tezi boşa çıkaracak ölçüde kafa yorabilmiş değil. Askerlerin Suriye’den çekilmesi ve Suriye ile barışçı bir çözüm üretilmesinde de iktidarın saldırgan söylemine boyun eğildi ve konunun mülteci meselesinin altında kaldığı bir savunmacı pozisyona çekilindi. Dolayısıyla da sorunun özü ve buna ilişkin demokratik ve barışçı bir inisiyatifin imkânı da kaybedildi.
CHP, tüm acemilikler ve olumsuzluklara rağmen toplumun yarıya yakınını ikna edebildi
Öte yandan Ak Partinin dindar kitleleri yanında tutan özellikle başörtüsü gibi göstergeleri kullanma becerisini bertaraf edecek taktikler de geliştirilemedi. Sözgelimi DEVA, Gelecek ve Saadet Partilerinin CHP çatısı altında seçime girmeleri, özellikle Anadolu’da bu partileri oldukça etkisizleştirdi. Başörtüsüyle ilgili sürdürülen yıpratıcı ve etkili saldırıya karşı ise CHP listelerinden tanınırlığı olan başörtülü birkaç aday gösterilmesi bu saldırıları tersine çevirebilirdi ama bu da yapılmadı. Ve tüm bu acemilikler ve olumsuzluklara rağmen yine de toplumun yarıya yakını ikna edilebildi.
Tüm bu olumsuzlukların akabinde gelinen nokta, Kılıçdaroğlu’nun yıllarca ilmek ilmek dokuduğu bir ittifakın çökmesi, demokratik bir anayasa imkânının ortadan kalkması (hoş Kılıçdaroğlu’nun geldiği en son nokta itibarıyla bu, CHP açısından da imkânsızlaşmıştır ve tüm bu süreçler bir kere daha gözden geçirilmelidir), hak, hukuk adalet umutlarının kırılması ve yeniden en başa, Türkiye siyasetinin temel ezberine, güçlü, karizmatik, buyurgan, otokratik, koruyucu ve kollayıcı bir lider profiline dönmek, kısacası Erdoğan’ın karşısına benzeri bir profille çıkmak ise bir sonraki seçimde iktidarı kazandırsa bile tahakküm zihniyeti kırılamayacak, Türkiye siyasetinde eleştirilen olumsuzlukların hiçbirisi giderilemeyecek ve hastalıklar tedavi edilemeyecektir.
Söze devletten değil halktan, demostan, ümmetten başlayarak yeni bir tarih başlatmak
Onun için belki her şey bir açıdan daha yeni başladı ama Millet İttifakı bileşenlerinin bunun farkına varması gerekiyor. Yapılması gereken Türkiye’yi olduğu yerde tutmak mı yoksa yıllardır değişmeyen bu kas katılığı yerinden sökerek başka bir sosyopolitik iklime taşımak mı? Bunun cevabını vermek kadar bu konuda zihnimizi yormak ve konformist siyasal ve düşünsel cemaatlerimizi değiştirmek zorunda olan da bizleriz.
Anadolu’daki yurtlanma serüvenimiz çoktan sona erdi ve bundan sonra yapılması gereken yola çıkmak artık, her zaman söylediğim gibi yolda olmak. Tıpkı Cumhuriyetin başlattığı gibi ama başkomutanı olmayan bir yordamla, söze devletten değil de halk’tan, demos’tan, ümmet’ten başlayarak yeni bir tarihi başlatmak. Dolayısıyla bu ne bir CHP, ne Kılıçdaroğlu, ne de diğer isimler meselesidir. Cumhurdan halka, devletten topluma geçerek işe toplumla, toplumun özgüllüğü ve özerkliğiyle başlamak. Siyasal zihniyeti tam da Peygamberin başladığı yerden, insandan ve toplumdan hareket ederek bir kere daha değiştirmek ama devlet kapısına varıldığında unutmamak kaydıyla.
Fatma Bostan Ünsal:
Seçim sonrasında yapılacak en önemli iş, ortak müzakere zemininin üretilmesi olmalı
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ve Parlamentoda çoğunluğu sağlamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Muhalefetin cumhurbaşkanlığını kaybetmesi aynı şekilde Parlamento çoğunluğunu sağlayamaması bir başarısızlıktır. Bu başarısızlığın bir sebebi, muhalefetin tam da iktidarı eleştirdiği noktada ona benzemesidir. Muhalefetin iktidara yönelik benim de katıldığın en önemli eleştirisi, yetkinin tek bir kişide toplanması, halk arasında kabul edildiği ifadeyle “tek adam rejimi” olmasıdır. Ne var ki muhalefet, Cumhurbaşkanı adayı ve milletvekilleri adaylarının tayininde aynı tavrı göstermiştir. Muhtemel bir iktidar değişikliğinden sonra yapılacaklarla ilgili yüzlerce sayfalık dokümanlar hazırlanırken uyumlu çalışmış ama Cumhurbaşkanı adayı gibi en önemli hususta uyumlu ve masadaki herkesin içine sinen bir tarzda çalışamamış ve seçim sürecine ciddi yara alarak girmişti.
AK Parti’den kopan ve onu eleştiren ve bu amaçla parti tüzüklerini daha demokratik yapmaya çalışan, hatta siyasi partiler kanununun değişmesi gerektiğini öne süren siyasi partiler bile bu süreçte AK Parti’nin o eleştirdikleri “tek adam” zihniyetine kolayca teslim olmuşlardır. Seçime kendi adı ile gireceğini söyleyen ve çok sayıda milletvekili adaylık başvurusu da alan DEVA Partisi, CHP listelerinden seçime girme kararı aldığında bu değişikliği kamuoyuna ve partiye başvuran milletvekili aday adaylarına herhangi bir izah, açıklama yapma gereği duymamıştır. Genel kamuoyuna, kendi seçmenine ve cüzi de olsa bir maddi destek vererek adaylık başvurusu yapacak kadar bağlılığını göstermiş milletvekili aday adaylarına durumu izah etmek, başvuru ücretinin bu nedenle geri ödeneceğini bildirmek gibi kendisini topluma karşı sorumlu olarak gördüğünü gösterecek hiçbir yönteme başvurmamıştır.
Yine benzer şekilde milletvekili adaylıklarının belirlenmesinde esas yetkili olan Yönetim Kurulu yerine Başkanın tek yetkili olarak tanınması, milletvekili adaylıklarının şeffaflıktan uzak bir şekilde tayın edilmesine yol açmıştır. Milletvekili adaylarının tayininde parti ilkelerine bile uyulmamış kadın ve engellilerle ilgili kota gibi parti ilkeleri bile ihlal edilmiştir.
Seçim sonrasında tüm partilerin önünde iki seçenek bulunmakta, ya eski alışkanlıklarına devam ettirecekler ya da değişecekler. Yalnız bu durum sadece partilerin kendi iç işleyişine bırakılmayacak gibi duruyor. Seçimlerde giderek ana akım medyaya ulaşma imkânı neredeyse tümüyle yok olan muhalefet için partili olmayan toplumsal muhalefet çok önemli bir pozisyonda ve toplumsal muhalefetin zorlayıcı etkisiyle muhalefet partileri kendilerine çeki düzen verme durumunda kalabilecek gibi görünüyor.
Millet İttifakı, mesaj bombardımanının etkisini kıracak güvenilir iş birlikleri ve söylem üretememiştir
Muhalefetin başarısızlığında kendisinin dışındaki en önemli sebep seçimin özellikle AK Partiye yakın seçmenler açısından sıradan bir seçim olarak görülmemesidir. Bu seçimin sürekli olarak terörü destekleyenlerle vatanseverler, küffarla Müslümanlar arasında olduğu çok çeşitli kaynaklardan bombardıman altında kalan muhafazakâr seçmen bu iktidara karşı memnuniyetsizliğini, MHP veya Yeniden Refah Partisine yönelerek ancak gösterebilmiştir. Millet ittifakı ise çok çeşitli kaynakların mesaj bombardımanının etkisini kıracak çeşitli temas alanları, güvenilir iş birlikleri ve söylem üretememiştir. Rekabetin “beka” üzerinden olması, seçmenlerin bile ayrışmasına yol açmış, Cumhur ittifakı seçmenleri Millet ittifakını destekleyenleri “teröre yardım” edenler” olarak görürken Millet ittifakı seçmenleri Cumhur ittifakının seçmenlerini “koyun” olarak görerek istiskal etmişler, müzakerenin yapılacağı bir “kamusal alan” yokluğunda değişim gerçekleşmemiştir. Seçim sonrasında yapılacak en önemli iş, ortak müzakere zemininin üretilmesi olacaktır. Bu zemin üretilmeden seçimlerin değişiklik getirme ihtimali yoktur. Siyasi partilerin ve toplumsal muhalefetin bunun ayırdına varıp sadece seçim sürecinde ittifaklar yaparak seçmenin tercih değişikliğine gitmeyeceği anlaşılmış olduğu için bu yönde çalışmalara gideceğini düşünüyorum.
AK Parti, ciddi oranda destek kaybı yaşamasına rağmen iktidarını devam ettirebilmiştir
Cumhur İttifakı ve İktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığını kazanması ve Parlamento çoğunluğu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Cumhur ittifakının en güçlü yönü onaylamasam da rakibini ve hatta rakibinin destekleyenlerini “terör destekçisi” olarak gösterebilmesidir. Artık ana akım medyanın yüzde doksanına hâkim olan iktidar Türkiye tarihinde hiç olmadığı ölçüde rakip görüşü muhatap almadan bir propaganda yürüttü. Türkiye toplumu için tümüyle ayrı “hakikatler” söz konusu: Cumhur ittifakını destekleyen seçmen ile Millet ittifakı seçmeninin aynı konuda bilgisi taban tabana zıt, siyasi bir konuda bırakın anlaşmalarını konuşabilmeleri bile mümkün değil.
Yakında yapılan bir araştırma, hiç de şaşırtıcı olmayan şekilde siyasi görüş farklılığı söz konusu ise akrabaların %60 birbirleriyle görüşmediğini göstermektedir. Bu durum Cumhur ittifakının seçimi kazanmasına yol açsa da bırakın demokratik sistemi bir toplum olmayı önleyecek bir duruma işaret ettiği için bir açmazdır. Nitekim seçimden sonra “Türkiye kazandı”, “siyasi tercihi ne olursa olsun 85 milyonun her bir ferdi kazanmıştır” gibi ifadelerle bu zararlar telafi edilmeye çalışılıyor.
İttifakın başarısı çeşitli sebeplerle şikâyeti olan seçmenlerin tehlikesiz bir şekilde memnuniyetsizliğini gösterebilmelerini sağlamasıdır. Böylelikle AK Parti ciddi oranda destek kaybı yaşamasına rağmen iktidarını devam ettirebilmiştir. Ama bu başarı Türkiye’nin sorunlarını çözmesinin garantisi değildir. Ekonomik olarak döviz kuru/enflasyon sorunu en azında kısa vadede devam edecek gibi görünüyor. Dış politikada Putin ile kader birliği etmiş gibi bir görüntü, uzun süredir değişmiş olmasına rağmen pratik sonuçlarının artık görüleceği Suriye politikası, “Batı düşmanlığı” yaparak birleştirilmiş seçmenlere rağmen Batı ile iyi ilişkiler kurma gereği dış politikada değişiklik/açılım ve riskler barındırmaktadır.
Tüm partiler için geçerli olan “kimlikler” üzerinden oy devşirme kolaycılığı, HDP için de söz konusudur
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği, seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2.Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
HDP’nin durumu 1995 seçimleri sırasında ANAP ve Doğru Yol Partisinin birbirlerini Refah Partisi (o zaman irtica odağı olarak görülen sistem dışı bir partiydi, nitekim bir sene sonra iktidardan düşürüldü ve kapatıldı) ile ilişki kurdukları ve kuracakları nedeniyle suçlamalarına benzetiyorum. Nitekim bu söylem REFAHYOL hükümetinin düşürülmesine ve Doğru Yol Partisinin dağılmasına yol açmıştı. O yüzden bu söylemin ilk mağduru HDP olsa da bütün siyaset yıpranmış ve zayıflamış olmaktadır.
2015 seçimlerinden sonra muhalif sol/demokrat kesimlerin desteğini alan ve bu desteği önemsediğini çeşitli şekillerde gösteren HDP bu seçim sürecinde de Millet ittifakını desteklediğini açıkça gösterdi; buna rağmen kendi üzerine yapışan/yapıştırılan “terör destekçisi” kozasını kıramadı. Toplumsal muhalefetin seçimi ilk turda alabilmek için HDP’nin başka bir aday göstermemesi gerektiği yönünde ağır baskı altında başka bir aday göstermedi ve Millet ittifakının statüsü belirsiz bir üyesi algısı oluştu. Ve hiç kimseye kazandırmayan bir süreç işledi.
Bütün partiler için geçerli olan “kimlikler” üzerinden oy devşirmenin kolaycılığı HDP için de söz konusudur. HDP yöneticileri seçmenlerinin içine sinerek partiye destek olup olmadığının nasıl ölçüleceği, seçmenlerin kendilerini gerçekten temsil edildiğini düşünüp düşünmedikleri ile ilgilenmiş görünmüyorlar. Çok eskiden eski HDP milletvekili Altan Tan’ın HDP için söylediği “yöneticilerin CHP gibi seçmeni AK Parti gibi” olduğu eleştiri dikkate alınmamış gözüküyor.
Birinci turda Millet İttifakı adayına en yüksek destek veren şehirler Doğu ve Güney Doğu’da olmasına rağmen bu desteğin takdir edilmemiş olmasına bağlıyorum. Aslında destek erimesi çok daha fazla olabilirdi iki seçim arasındaki yalpalamalar nedeniyle. İnsanlar bağırlarına taş basarak destek vermeye devam etmişlerdir.
AK Parti, muhalefet partileri için söylediğimiz hususlar HDP için de geçerlidir. Milletvekilleri adaylıklarının nasıl belirlendiği kapalı bir süreçtir, Kendi alanınızda demokratik süreçleri işletmeden, müzakere ortamı oluşturmadan ülke çapında müzakere ve demokratik süreçlerin olmasını beklemek gerçekçi değildir. HDP başkan ve eş başkanın seçimin hemen ertesinde, hemen ilk günden bu durumu gördükleri ve özeleştiri başlatacakları ifadesi bu yönde çalışacakları izlenimini vermektedir.