Klasik sorumuzu soralım önce. 15 Mayıs sabahı nasıl bir tablo görmek istersiniz?
Erdoğan’ın itiraz edemeyeceği, mızıkçılık yapamayacağı kadar geniş bir marjla cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettiği, Millet İttifakı’nın, Cumhur İttifakı’ndan daha fazla milletvekili çıkarttığı, Yeşil Sol Parti’nin de kendisi olmadan Millet İttifakı’nın hiçbir şey yapamayacağı bir aritmetik…
Seçildiğinizde yine Diyarbakır’a gelmeye devam edecek misiniz?
Tabii, mutlaka. Çünkü bir kere Diyarbakır’la çok kuvvetli bir gönül bağım var. Artık “nerelisin” diye sorulunca lafı uzatmadan “Amedliyim, Surluyum” deme niyetindeyim. Şimdi Diyarbakır’a ait hissediyorum kendimi açıkçası. Sadece bir kartvizit sıfatı olarak Diyarbakır milletvekili olmayacağım. Onun ötesinde Diyarbakır’a ait hissediyorum kendimi ve bu bir gönül bağı meselesi. Ve en önemlisi de hayatımın şu döneminde Diyarbakır’da, Diyarbakır derken Amed şehri değil sadece, Lice’si, Silvan’ı Bismil’i, Ergani’si, Kocaköy’ü bütün unsurlarıyla hatta Çüngüş’ü Çermik’i eminim Kulp’ta da aynı şey olacak önümüzdeki günlerde, müthiş bir sevgi ile karşılaşıyorum. ‘Sen bizim gözbebeğimizsin. Sen bizim başımızın tacısın’ diyen binlerce kişinin elini sıktığım, kucaklaştığım için çok mutluyum…
Onlara muazzam bir vicdani ve manevi borç hissediyorum. Şimdi Ankara’ya gidince bunları unutup meclise haftada iki kez gidip, Diyarbakır bitti. Mümkün değil olmaz. Bir ayağım hep Diyarbakır’da olacak bundan sonra, hiç çaresi yok. Diyarbakır’a ihanet etmiş biri olarak anılmak istemiyorum. Hayatımın en mutlu dönemlerinden birini yaşıyorum ben iki üç haftadır.
Sizce Erdoğan seçilemezse AK Parti biter mi?
Şimdi Türkiye’nin önünde çok ciddi ekonomik ve toplumsal zorluklar var. Erdoğan gittikten sonra da çok devasa zorluklar var. Yani Erdoğan’ın gitmesi sihirli değnekle birden Türkiye’nin kanatlanıp uçmaya başlayacağı ya da cehennemden çıkıp cennet-i âlâya dalacağı anlamına gelmiyor. Bazılarına diyorum ki, bu Erdoğan’da biraz akıl varsa şayet, tıpkı tarihte Fransa’da Napolyon’un yaptığı gibi, sürgünden nasıl gelip tekrar imparator olduysa, en sonunda kaybetti ama, yani iktidarı vermeyi içine sindirse ve beklese… Bakın görüyorsunuz şu iktidarın halini diyebilir. Ekonomik zorluklar karşısında demagojiyle, polemiklerle tekrar kendini iktidara dönmek için hazırlayabilir.
Deniyor ki ama işte ondan hesap sorulacak… Şimdi gerçekçi olalım. Türkiye’deki yargı sistemi, Türkiye’deki parlamento aritmetiği Erdoğan iktidarı kaybedince hemen ertesi gün mahkemeye çıkarılacağı sonucunu getirmez. Gerçekçi olalım… Dolayısıyla Erdoğan’ın taktik bir geri çekilişi stratejik bir hamle yapmasına imkân verebilir ama bildiğimiz Erdoğan ya herro ya merro, ya hep ya hiç gibi bir oyun oynadığı için kendi iktidarına ilişkin olarak böyle davranacağını sanmıyorum ben. E o zaman kaybederse de çok büyük kaybedecek tabii. AKP bir ideolojik yapı olmaktan çıkıp büyük bir menfaat şebekesi haline geldi. Menfaat şebekesi olması, rant dağıtımı demektir. Rant dağılımı ve dağıtımı, o da ancak devlet iktidarını kontrol ediyorsanız yapabildiğiniz bir şeydir. Siz ondan mahrum kaldığınız zaman sizden rant alanlar, rantı paylaşanlar siz o konumda değilseniz sizi terk ederler… Artık muktedir değilsiniz çünkü, o yüzden de akıllı bir siyasi manevra yapma yeteneğini kaybetmiş bir Erdoğan, muhtemelen AKP’yi de kaybedecektir ve AKP çözülecektir.
Diyarbakır’da seçmenlerin bir kafa karışıklığı var. Bazıları diyor ki cumhurbaşkanlığında Kılıçdaroğlu’nu destekleyelim ama milletvekilliğinde YSP’ye oy verelim ki ağırlığımız gözüksün. Bazıları ise diyor ki CHP’ye ve Millet İttifakı’na bu açılımlarına karşı bir destek vermeli, uzatılan eli sıkmalıyız. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Çok fazla seçenek yok şu anda. Seçenekler diktatörlük, Türkiye’nin kara delikte yok olması veya demokrasinin tekrar inşası ve yeni bir toplumsal uzlaşma, yeni bir toplumsal sözleşme şansının yakalanması. Bu kadar kritik bir eşikteyiz. Oradan baktığımız zaman fazla seçeneğimiz yok. Bir; Tayyip Erdoğan’ı en kestirmeden, hızla ve en anlamlı olabilecek şekilde nasıl gönderebiliriz? İki; Türkiye’de demokrasinin supabı, güvencesi olacak şekilde Yeşil Sol Parti’yi nasıl parlamentoda temsil ettirebiliriz. Ayrıca önemi şu ki Türkiye’nin mevcut siyasi dengeleri açısından baktığımız zaman Cumhur İttifakı’yla, Millet İttifakı’nın birbirlerine kesin egemenlik sağlayabilecek, parlamento çoğunluğunu elde edebilecek bir güçle diğerini bertaraf edebileceği bir sonuç çıkmayacak gibi gözüküyor buradan. Beş aşağı beş yukarı birbirlerine yakın sandalye elde edecekler gibi. O nedenle YSP ne kadar güçlü ve fazla olursa o kadar Türkiye’de demokrasinin anahtar partisi haline gelecek. O yüzden de bir; Tayyip Erdoğan gidecek, Kemal Kılıçdaroğlu gelecek. İki biz mümkün olduğu kadar fazla sayıda milletvekili elde ederek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye demokrasisinin anahtarı olacağız. Durum bu.
Seçim güvenliği vatandaşlar arasında çok tartışılıyor. Seçime gidecek olan partiler sizce seçim güvenliğine yeterince hazır mı?
Kemal Bey, Yüksek Seçim Kurulu’na ve iktidara güvenmediğini açıkladığına göre birtakım ihlaller, hileler hurdalar mutlaka olacak. Olmaması mümkün değil. İşte mesela bugün duydum, Lice’nin Zaza çoğunluklu bazı köylerinde sandık konmuyormuş, Lice’ye gelmeleri gerekiyormuş, gelemiyorlar onlar. Çok zor. Ya parti teşkilatı tek tek onları alıp, köyden alıp Lice’ye getirecek oy kullandıracak ya da oy kullanamayacaklar. Sıkıntı yani nerden baksan.
Mesela bize %100 oy çıkacak bazı köylere sandık konmuyormuş ve o köylülerin, aralarında husumet olan başka bir köyde oy kullanmaları isteniyormuş. İnadına yapıyorlar bunu. Gelmesinler sandığa diye. Şimdi bunlar bazı yerlerde aşılacak. Bazı yerlerde de aşılamayacak. Yani böyle hile burada mutlaka olacak ama bu iktidara karşı oy selinin her şeye rağmen bu iktidarı götürecek ve Tayyip Erdoğan’ı götürecek güçte olduğu kanısındayım ben.
Sizce milliyetçilik düşüşte mi?
Biliyorsunuz Türkiye’de milliyetçilik iki kelimeyle anılıyor, bir milliyetçilik deniliyor iki ulusalcılık deniliyor. İkisinin buluştuğu yer aynı. Yani birisi Mardin Kapı’dan yürüyor, Dağ Kapı’ya doğru geliyor. Öbürü belediyenin önünden yürüyor Dağ Kapı’ya geliyor… İkisi de Dağ Kapı’da buluşuyor işte aslında ama biri ulusalcı biri milliyetçi. Milliyetçi dediğimiz ideolojik olarak sağ kökenden gelenler, öbürleri Kemalist referanslı olup kendine sol demiş olanlar ama sonuçta genel dünya görüşleri, bakış açıları bakımından Türkiye tasavvurları ve Kürtlere ilişkin bakış açıları açısından çok da farklı olmayan unsurlar.
Şöyle söyleyeyim, Türkiye’deki siyasal İslamın ipini AKP bir güzel çekti. Bundan sonra siyasal İslam ideolojisinin Türkiye’de iktidar olabilmesi, buna dayalı bir siyasi organizmanın Türkiye’de iktidar olabilmesi mümkün değil. AKP sayesinde siyasi İslam kökenli herhangi bir siyasi organizmanın bundan sonra hüküm sürmesi mümkün değil. Dolayısıyla İslamı çok öne çıkaran AKP siyasi İslamın ipini çekti Türkiye’de.
Aynı şekilde MHP kaba ırkçılığa varan Türk milliyetçiliğinin ipini bir güzel çekti ama işte Zafer Partisi’nden Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ne, oradan CHP içinde hâlâ var olan bazı unsurlara, İyi Parti’ye yer bulacak ve yaşamaya devam edecek gibi gözüküyor. Ama burada da bir zayıflama olduğunu söyleyebiliriz.
Siz çok eski bir gazetecisiniz. Türkiye’deki bugünkü gazeteciliği nasıl görüyorsunuz?
Bir kere Türkiye’de gazetecilik diye bir şey yok. Yani medyanın %95’i Tayyip Erdoğan’ın kontrolüne geçti. O %95 içinde çalışan gazeteci sıfatlı kişilerin hiçbirini ben gazeteci filan saymıyorum. Böyle gazetecilik olmaz. Geri kalan az miktarda, sayısal anlamda az miktarda ve kapladığı alan itibariyle de azınlıkta olan bir kesim var. Onlar da hayatta kalmaya çabalıyor ve namuslu doğru gazetecilik yapanlar da tehdit altında.
Basın, gazetecilik vesaire kavramlarının özgürlükle birlikte aynı cümlede kullanılamadığı ne kadar ülke varsa o kategoride Türkiye. 180’de 149. ne demek? Hem siz NATO üyesi bir ülke olacaksınız, NATO Batı dünyasının kolektif güvenlik sistemi, hem Avrupa Birliği aday üyesi olacaksınız, tamamıyla kâğıt üstünde kaldı gerçi ama yine de duruyor kâğıt üstünde, hem Avrupa Konseyi üyesi olacaksınız… Bütün o sıraladığım kuruluşların üyesi olan ülkeler ilk yirmide ilk kırkta bu endekste. Utanç verici bir durum yani ama başka bir şey daha anlatıyor, gazetecilik filan yapılmıyor Türkiye’de. Basın özgürlüğünün olmadığı yerde gazetecilik bir mücadele konusudur.