Serbestiyet’in seçim sonuçları değerlendirme röportaj serisinde muhafazakâr kanaat önderlerine mikrofon uzatmaya devam ediyoruz. Bugün sorularımızı ÖZGÜRDER Genel Başkanı Rıdvan Kaya ile Siyaset Bilimci Dr. Betül Doğan Akkaş’a sorduk.
Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ve Parlamentoda çoğunluğu sağlamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Rıdvan Kaya:
“Muhalefetin en temel açmazının inandırıcılık sorunu olduğunu düşünüyorum”
Millet İttifakının en büyük avantajı iktidarın yıpranmışlığıydı. 20 yıllık kesintisiz bir iktidarın doğal olarak başardıkları yanında başaramadıkları, eksikleri, toplumun belli kesimlerinde, bilhassa gençler arasında yükselen ve karşılanamayan taleplerinin birikmesi söz konusuydu. Buna son yıllarda belirginleşen ekonomik kriz ve deprem afetinin yol açtığı sıkıntılar da eklenince muhalefetin işi kolay görünüyordu. İlaveten birbirine çok uzak görünen siyasi partileri ortaklaştırma, bir arada tutma becerisi de muhalefetin başarı hanesine yazılması gereken bir husustu.
Çok ilginçtir, birtakım metinler oluşturup bunun altına imza attıklarında o metnin ileride Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak zat-ı muhteremi bağlayacağına kendilerini ikna ettiler, daha doğrusu Kılıçdaroğlu ortaklarını ikna etti. Burada çok temel bir çelişki görüyorum. Örneğin Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, Tayyip Erdoğan’ı aşırı güç sahibi olunca önceki sözlerinden, vaadlerinden, çizgisinden uzaklaşmakla suçluyorlardı ama aynı kişiler birtakım imzalı metinlerin Kılıçdaroğlu için bağlayıcılık oluşturacağına inanıyorlardı ya da inanmış görünüyorlardı.
Muhalefetin en temel açmazının inandırıcılık sorunu olduğunu düşünüyorum. Yıllardır hazırlandığı cumhurbaşkanlığı adaylığı için Kemal Kılıçdaroğlu belki muhafazakâr ortaklarını ikna etmekte çok zorlanmadı ama değiştiğine, samimi biçimde geçmişte partisi adına yapılan yanlışlardan teberri ettiğine dair söylemleri AK Parti’ye oy vermiş kesimlerde inandırıcı bulunmadı. Burada Kılıçdaroğlu’nun yapabileceği fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta o CHP’nin genel başkanı! Halkın hafızasında ise CHP asla göz ardı edilemeyecek, unutulamayacak kâbus gibi bir mirası temsil ediyor. Ve sorun sadece liderin değişmesinden ibaret de değil, sokakta, medyada, üniversitede, her yerde CHP kimliğiyle yaşadıkları karşılaşmalar, dindar yığınlara sorunun birtakım cilalı vaadlerden daha derinlerde olduğunu hissettirmekte.
Nitekim 14 Mayıs’ta arzuladığı sonuç çıkmayınca Kılıçdaroğlu’nun bir anda sevecen dede maskesini çıkarıp masayı yumruklamaya başlaması, CHP’nin fabrika ayarlarına dönmeye ne kadar teşne olduğunu da ortaya koymuştur.
“Muhalefetin utanç hanesine yazılacak en büyük günah, muhacirlere yönelik düşmanlık söylemi”
Muhalefetin ekonomik kriz olgusunu abarttığını düşünüyorum. Aynen diğer tespitlerde olduğu gibi, bu konuda da görmek istediklerini kesin hakikat gibi algıladılar ve sundular. Örneğin halkın açlıktan kırıldığı, AK Parti iktidarının yolsuzluk-hırsızlık bataklığında çırpındığı, ülkede herkesin baskı altında özgürlük sabahını beklediği vb. iddiaların gerçeklikle ilgisini sorgulamadılar. Yandaş basın diye iktidara yakın medyayı sürekli kurgusal haberler üretmekle suçladılar ama kendi çevrelerinde taraftarlarının nasıl bir hayali atmosfer ürettiğini görmezden geldiler.
Bu tutarsızlığın neticesinde düne kadar makarnacılıkla suçladıkları insanların Kılıçdaroğlu’nun emeklilere 15 bin TL ikramiye, her eve asgari ücret miktarı yardım, 300 milyar dolar temiz para vb. uçuk-kaçık vaadlerine pirim vermemesinin ne anlama geldiğini de kavrayamadılar.
Muhalefetin utanç hanesine yazılacak en büyük günah ise şüphesiz muhacirlere yönelik düşmanlık söylemi olmuştur. Avrupa’daki Neo-Nazi partilerin bile asla tevessül edemeyeceği bir boyutta korkunç bir nefret söylemi dillendiren Kılıçdaroğlu kampanya sürecinde dillendirdiği o tüm baharlar gelecek, çiçekler açacak söylemlerinin ne büyük bir aldatmaca olduğunu bizzat kendisi ortaya koymuştur.
Muhalefet kaldığı yerden devam eder. Kılıçdaroğlu, kaybetmeye alışık bir isim. Üstelik şimdi tabanına “oyumuzu yükselttik” deme imkânı da varken farklı bir gelişme beklemiyorum. Ortaklarının ise onun etrafında durmaktan başka çareleri olduğunu düşünmüyorum. Önümüzdeki yerel seçimler yeni bir umut sayfası olarak önlerinde duracaktır.
Dr. Betül Doğan Akkaş:
“Mütedeyyin seçmenlerin CHP altında birleşmekle ilgili endişeleri giderilemedi”
Ayrı ayrı her parti için bir analiz yapılabilir fakat genel çerçeveye bakıldığında, Millet İttifakı ve muhalefetin en güçlü yönleri, birleştirici bir siyasi üslup denemiş olmaları olabilir. Bunun altında yatan neden partilerin ancak beraber bir başarı elde edeceklerini öngörüyor olmaları gibi pragmatik bir tutum da olabilir ama muhalif eğilimleri birleştirmeyi denediler.
En büyük başarısızlıkları da yine bu noktadan doğuyor.
Toplumun genelinde gerek ekonomik nedenlerle gerek başka sebeplerle siyasi bir yorgunluk vardı fakat muhalefetin ne söylemi ne de hamleleri bu akımı yeterli ölçüde temsil edemedi. İttifak içinde, liderlerin ortak paydası kendilerine siyasi alan açmak ve bu birleştirici deneyden birer başarılı hareket olarak çıkmaktı. Fakat oy beklentisi içinde oldukları mütedeyyin seçmenlerin CHP altında birleşmekle ilgili endişeleri giderilemedi. Aslına bakılırsa, bu endişeyi böylesine büyük bir boyutta anlamamış bile olabilirler.
“Kılıçdaroğlu’nun helalleşme hamlesi organik bir zemine oturmadı”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme gibi hamleleri, sahici ve organik bir zemine oturmadı. Bunun nedeni hem CHP’nin bir parti olarak liderlerinin bu değişim çağrısıyla paralel bir yapıda olmaması hem de bu sosyal deneyin çok kısa bir sürede yapılmaya çalışılması olabilir. Özellikle 14 Mayıs öncesinde siyasi söylemlerini yumuşak geçişler, ekonomik kalkınma, birlik ve beraberlik gibi pozitif temalar üzerine kuran muhalefetin, 28 Mayıs’a giden süreçte mülteci karşıtlığı ve neo-con tarzı bir milliyetçi söyleme evirilmesi, mütedeyyin camiadan aldığı zaten kırılgan olan desteğini de eritti.
Muhalefet kanadında olan liderlerin seçim sonrasında hangi hamleleri yapacakları seçimden ders çıkarıp çıkarmadıklarıyla ilgili bir durum. Eğer seçmenin istikrarlı ve açık bir söylem beklentisinde olduğu muhalefette bir karşılık bulduysa toplumdan daha çok destek alacakları yeni bloklar evirilebilirler.
Cumhur İttifakı ve İktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığını kazanması ve Parlamento çoğunluğu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Rıdvan Kaya:
“Adaylardan biri kampanyasını Ayasofya’da, diğeri Anıtkabir’de bitirdi. Kutuplaşma olgusunu bundan daha güzel anlatabilecek başka bir tablo yok”
Cumhur İttifakının en büyük zaafı yıpranmışlığı, en büyük avantajı ise istikrar vaadiydi. 20 yıllık Erdoğan iktidarının sağlıktan güvenliğe, eğitimden ulaşıma pek çok alanda Türkiye’ye kazandırdıkları inkâr edilemez bir olgudur. En önemlisi de Erdoğan’ın Türkiye toplumunun geniş bir kesimini temsil eden dindar halk kitleleriyle kurduğu gönül bağıdır. Önceki dönemlerde aşağılanan, yok sayılan, mağdur edilen dindar insanlar Erdoğan iktidarıyla birlikte sahip oldukları kazanımları asla göz ardı etmez, küçük görmez.
14 Mayıs finalinden bir önceki güne gittiğimizde net bir tablo ile karşılaşıyoruz. Adaylardan biri seçim kampanyasını Ayasofya’da namaz kılarak, diğeri Anıtkabir’de tazimlerini sunarak bitiriyordu. Herkesin çok eleştirdiği kutuplaşma olgusunu bundan daha güzel anlatabilecek bir tablo olamaz. Türkiye’de asırlık bir kutuplaşma olgusu mevcuttur ve bunu kimse yok sayamaz, göz ardı edemez. Ve bu olgu herkesi diyemesek de pek çok kesimi kimlik düzeyinde tavır almaya sevk eder. Erdoğan bu anlamda dindar yığınların organik lideridir.
Muhalefet örneğin deprem felaketine rağmen iktidarın güç kaybetmemesini, hatta deprem bölgesinde güçlü çıkmasını anlayamıyor. Oysa olay basit. İnsanlar güvenecekleri birinin peşinden gitmek istiyorlar. Evet, yaşadıkları acıdan dolayı belki birtakım eksiklerden, yapılmayanlardan ötürü iktidarı eleştiriyor, suçluyorlar ama alternatifini asla daha güvenilir bulmuyorlar. “Yaparsa Erdoğan yapar” diye düşünüyorlar.
Türkiye’nin kronik sorunları devam edecektir. İktidarın elinde sihirli değnek yok ama ekonomik krizin tüm dünya ölçeğinde yaşandığı gibi giderek etkisinin azalacağını, bunun da Erdoğan iktidarını biraz rahatlatacağını düşünüyorum. Dış politikada zaten bir müddettir başlamış görünen bölge ülkeleriyle iyi geçinme siyaseti devam ettirilebildiği oranda sürecektir. Ama Erdoğan’ın bilhassa Suriye’de rejimden kurtarılmış bölgelerdeki varlığını terk etmeyeceğini, buralarda yaşayan insanları zor durumda bırakmayacağını düşünüyorum. Kaldı ki PKK/PYD tehdidi nedeniyle böyle bir adım zaten Türkiye’nin güvenliği açısından beklenemez.
Dr. Betül Doğan Akkaş:
“Cumhur İttifakı bileşenleri arasında çelişkiler olmasına rağmen, söylem halka tutarlı bir biçimde yansıtıldı”
Cumhur İttifakı ve İktidarın en güçlü yönü, istikrarlı ve tutarlı bir söylemi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar içinde kurumsallaşmış ismi etrafında birleştirmeyi başarmasıydı. Elbette hem ittifak bileşenleri arasında hem liderleri ve partililer arasında çelişkiler vardı fakat söylemin halka yansıtılma biçimi tutarlıydı. Önerisi ve hedefi belli bir seçim kampanyası vardı.
Muhalefet liderinin çelişkiye düştüğü 14-28 Mayıs arasında, Cumhur ittifakının tam tersine kucaklayıcı ve mülteciler noktasında farklı tavrı, ikincil bir destek dalgası oluşturmuş gibi gözüküyor. Örneğin Sinan Oğan’ın ittifaka dâhil olurken öncesi ve sonrası arasındaki çelişkili söylemi bile halk nezdinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve ittifak bileşenlerinin başarısı olarak görüldü. Yani muhalefetin birleşme çabaları başarısızlıkların sonucu görülürken, Cumhur ittifakının yeni iş birlikleri bünyesine kattıkları olarak görüldü.
İktidarın seçim sonrasında dış politikada iş birliklerini özellikle ekonomik atılımlar olarak arttırmasını ve Suriye meselesi, mülteciler üzerinden Katar’ı da dâhil ederek bir planlama gitmesini bekliyorum.
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği, seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2.Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
Rıdvan Kaya:
“HDP/Yeşil Sol, kendi elleriyle bir kez daha kendilerini siyasetsizliğe mahkum ettiler”
HDP/Yeşil Sol, uzun bir zamandır tek bir siyaset izliyor: Erdoğan nefreti! Bunun da nereden kaynaklandığını herkes biliyor. Suriye’nin kuzeyinde Erdoğan’ın PKK devletine izin vermemesi 1 numaralı düşman olarak görülmesini getirmiştir. Bu yüzden kendi adıma seçim öncesi süreçte çokça tekrarlanan “Erdoğan’ın karşısına Mansur Yavaş çıkarsa olmaz, Kemal Kılıçdaroğlu çıkarsa destekleriz” söyleminin altının boş olduğunu düşünüyordum. Bana göre faraza Erdoğan’ın karşısına Devlet Bahçeli çıksa HDP onu da desteklerdi.
Nitekim 2. Turda Kılıçdaroğlu ile İçişleri Bakanlığı pazarlığı yaptığı anlaşılan Ümit Özdağ’ın da ortaklığa dâhil olmasına rağmen HDP tavır değiştirmedi ve Türkiye tarihinin gördüğü en faşist söylemin ardından yürümeyi sürdürdü.
Oysa biraz basiretli davranmış olsalardı zaten Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağı belli olmuştu. En azından Ümit Özdağ‘ı gerekçe göstererek tarafsız kalmayı seçebilirlerdi. Bu şekilde belki ileriki dönem için Erdoğan iktidarıyla diyalogun da kapısını zorlayabilirlerdi. Ama yapmadılar, Kandil mi izin vermedi, Erdoğan nefretini mi bastıramadılar bilmiyorum ama kendi elleriyle bir kez daha kendilerini siyasetsizliğe mahkûm ettiler.
2. Turda HDP seçmeninin katılımının daha büyük oranda düşeceği kanaatindeydim ama yanıldım. Birkaç puanlık azalmayla da olsa, üstelik de Kılıçdaroğlu’nun belirginleşen ırkçı-faşizan söylemine rağmen HDP seçmenlerini Kılıçdaroğlu için seferber etmeyi başardı ve böylece kitlesini domine etmeye muktedir olduğunu gösterdi. HDP için şüphesiz bu yönüyle başarı sayılabilecek bu durumun Kürt halkı açısından zül olduğunu düşünüyorum. Bu ülkeye sığınmış muhacir kardeşlerimizin acısının, korkusunun en rahat anlaşılması umulan Kürt coğrafyasında doğrudan mazlumlara tehcir vaad eden ırkçı birine Kemalist fanatizmin yaygın olduğu İzmir’den bile daha yüksek oranda oy çıkması benim açımdan üzücü olmuştur.
Dr. Betül Doğan Akkaş:
“HDP/YSP’de; organik, açık ve toplumun yapısını doğru okuyan bir strateji eksikliği gördük”
Çok temel bir sorun oluştu seçim sürecinde: HDP/YSP Kılıçdaroğlu’nu desteklerken bunu meşru bir zemine oturtup, her iki tarafta kazanmak istedikleri Kürt seçmenler ve milliyetçi mütedeyyin seçmenlere aynı anda ulaşacakları bir yöntem kullanmadılar. Bunu yapmak elbette zordu ama seçmenin aslında HDP’nin desteğini görmediğini ve bunu yok saymayı denemek muhalefet için büyük bir hataydı.
HDP/YSP içinse kendi seçmenine çağrı yapıp sonrasında dilini terör etrafında birleştiren bir lidere tekrar oy beklemesi Kürt seçmemin araçsallaştırıldığı bir zemin oluşturdu. Oysa bu ikircikli durum tam olarak sahici bir yer edinmekte zorlanan bu toplumsal grup için ikincil bir hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Eğer HDP/YSP kendi adaylarıyla seçime gitselerdi hem Kılıçdaroğlu bir meşruiyet sorunu yaşamazdı hem de YSP seçmeni için ikinci turda kendi adaylarına değil ama kendi siyasi tavırlarına destek olacak başka bir adaya gitmek adına bir zemin oluşur; seçmenler teşvik edilebilirdi. Yani tekrar sahici, organik, açık ve toplumun yapısını doğru okuyan bir stratejinin eksikliğini görüyoruz.