Sola eğilimli laik kesimde yine tanıdık bir tevatür dolanıp duruyor. ‘Bunlar gitmez’ deniyor. ‘Erdoğan ne yapar yapar iktidarda kalır’… Söz konusu duyguyu daha entelektüel bir çerçeveye oturtanlar da var. Türkiye’nin ‘özgür olmayan’ ülke kategorisinde olduğunu ve bu gruba giren ülkelerin otoriter rejimlerden demokrasiye geçişte ne denli zorlandığını anlatıyorlar.
İsteyen Erdoğan’a atfedilen güce, isteyen dünya örneklerine takılabilir… Biz Türkiye’de ne olup bittiğine bakalım ve bazı sorular soralım.
Erdoğan’ın iktidarını uzatmak istediği açık. Dolayısıyla bu uğurda elinden gelen her şeyi yapması, elinde bir avantaj varsa ona sarılması beklenir.
Nitekim cumhurbaşkanlığı sistemi bu türden bir avantaj sunuyor. İstikrarlı bir yönetim için cumhurbaşkanlığını ve Meclis çoğunluğunu aynı anda kazanmak gerekiyor. Hele Erdoğan gibi İttihatçı hayallere ve ‘ben yaptım oldu’ şeklinde bir yönetim tarzına sahipseniz Meclis’i elde tutmak çok kritik.
Ama Meclis çoğunluğuna sahip olmak aynı zamanda bir supap. Cumhurbaşkanlığını kaybetseniz bile cumhurbaşkanlığı bütçesine onay vermeyebilir, yürütmeden gelen kararnameleri reddeder ve böylece yönetimi kadük edebilirsiniz.
Dolayısıyla birkaç yıllık vadede bakıldığında endişeler hiç de haksız değil. Çünkü Cumhur İttifakı’nın oyu Millet İttifakı’ndan 5 puan daha fazla (43-38) ve d’Hondt sistemi Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu garanti ediyor. Cumhurbaşkanlığı kaybedilse bile bir iki yıl içinde ülkeyi yeniden seçime zorlamak mümkün.
Bunu sağlamanın çok basit bir koşulu var(dı): MHP’nin AK Parti listelerinden seçime girmesi. Düşünün ki bu seçim sistemini iktidar (yani AK Parti ve MHP birlikte) kotardı. Muhalefet birleşemediği takdirde ayrı partiler olarak seçime girmeyi düşünmüş olabilirler (o durumda da Meclis çoğunluğu sağlanıyordu), ama seçim sistemi muhalefetin birleşme ihtimalini de dikkate alan bir hamleydi.
Tekrarlayalım… Tek koşul MHP’nin AK Parti listelerinden seçime girmesiydi. MHP oyunun yüksek olduğu ve 6-8 milletvekili çıkaran seçim bölgelerinde sonuç etkilenmiyor. Ancak MHP oyunun düşük (milletvekili çıkarmakta zorlandığı oranlarda) ve seçilecek milletvekili adedinin fazla olduğu seçim bölgelerinde çok kritik bir fark ortaya çıkıyor. Bu bölgelerde MHP oyu da eklendiğinde AK Parti CHP’nin üzerine çıkıyor (ya da arayı açıyor) ve bir ila üç arasında ilave milletvekili çıkarabiliyor.
Bu hesapları titizlikle yapanlar MHP’nin ayrı liste tercihinin Cumhur İttifakı’na yaklaşık 50 milletvekiline mal olduğunu hesaplıyor. Öyle ki eğer tek liste girilseydi 330 civarı olması beklenen milletvekili sayısı şimdi 280’lerde olacak.
Olay göründüğünden de daha ‘irrasyonel’. Ayrı liste olduğunda MHP’nin milletvekili sayısı da neredeyse yarı yarıya düşüyor. Çünkü ilave 50 milletvekili üzerinde MHP’nin pazarlık gücü çok yüksek ve bu milletvekilliklerinin yarısını kendisine alması mümkün.
Şimdi gelelim soruya… Acaba MHP niçin böyle bir karar aldı? Ve o kadar önemli bir başka soru, acaba televizyon tartışmalarında bu konu niçin hiç ele alınmıyor?
MHP (kendisinin de parçası olduğu) iktidarın elindeki sigortayı bir hamlede feda etmiş oldu. Meclis çoğunluğunu muhalefete teslim etti ve (eğer Kılıçdaroğlu) kazanırsa yeni iktidarın istikrarını garanti altına aldı.
Hemen ekleyelim, bu ‘klasik’ bir Bahçeli kararı olarak tecelli etti. MHP grubunda tartışılmadı, kamuoyuna hiçbir görüş sızmadı, sonrasında bile tartışma olmadı… Oysa bu tercih sonucu MHP’deki en az 25 kişi milletvekilliğinden oldu. Dahası Bahçeli kendi listelerini iki gün öncesinden YSK’ya verdi ve üstelik kamuoyuna da açıkladı. Yani iki gün içinde bir protokol değişikliği ihtimalinin de önünü büyük ölçüde kesti.
Yukardaki soruları ciddiyetle sormak istemeyen ama cevaplara sahip olduğunu sanan birçok kişi ortalıkta gezen tevatürle avunmaya devam ediyor. HÜDA PAR’a tepki olduğu öne sürülebiliyor, ancak HÜDA PAR Cumhur İttifakı’na sadece 2 milletvekili kazandırma gücüne sahip (Batman ve Diyarbakır). Bu partinin toplam oyu yüzde 0,4… Yeniden Refah’a tepki olduğu da söyleniyor. Ancak burada da toplamda yüzde 1-1,5 oydan ve toplam 3 milletvekilliğinden söz ediyoruz. Üstelik bu parti şimdi kendi logosuyla seçime girdiği için böyle bir katkı da kalmadı.
AK Parti yetkililerinin HÜDA PAR ve Yeniden Refah’ı kendi listelerinden seçime girmek için nasıl ikna çabası içinde olduğunu izledik. Üç beş milletvekilliğinin bile önemi büyük… Peki ya MHP yüzünden kaybedilen 50 milletvekilinin önemi? AK Parti’nin MHP’yi ikna etmek için her şeyi denediğini varsayabiliriz.
Ancak MHP ikna olmadı. AK Parti listelerinden girerse oy kaybedeceği tezi ise insanı gülümseten cinsten. Çünkü MHP ideolojik damarı güçlü, tabanı disiplinli bir parti. Oy kaybetmek bir yana fazladan 25 milletvekili elde edebilecekti. MHP’nin ‘kişiliğini’ kaybetme ihtimali olmadığı gibi, AK Parti’yi içerden ele geçirme şansını bile düşünebiliriz. Çünkü son 7 yılda MHP AK Partiye değil, AK Parti MHP’ye yaklaştı ve o süreç devam ediyor.
İşin daha da ilginci, iktidara yakın bazı gazetecilerin laf arasında söylediklerinden hareketle MHP’nin bu kararı iki ay önce almış olduğunu anlıyoruz. Yani ortada ne HÜDA PAR ne Yeniden Refah varken ve Millet İttifakı henüz seçime nasıl gireceği tartışmasına bile başlamamışken…
Acaba niçin? Bahçeli bu kararı nasıl aldı? Hangi dinamik nedeniyle kendi partisinden (kamuoyuna yansıyan) hiçbir çatlak ses çıkmadı? Bu süre zarfında iktidarı destekleyen bürokrasi ve çevresinden niçin ‘saçmalamayın, Meclis çoğunluğu kaybedilir’ uyarısı gelmedi?
Güncel sorular da ekleyebiliriz: AK Partililer ve bakanlar seçime darbe girişimi derken acaba Bahçeli bunlara niçin destek vermiyor? Mart ayındaki bir grup konuşmasında Bahçeli acaba niye ‘sokak olayı istemiyoruz’ mesajı verme ihtiyacı duymuştu? Önceleri her fırsatta Cumhur İttifakı’nı savunan görüşlerini esirgemeyen Çakıcı (ve benzerleri) acaba bugünlerde niçin suskunlar?
AK Partililerin ‘seçim bir darbedir’ çırpınması devlet kanadına bir serzeniş olabilir mi? Darbe istemeyen bir devletle baş başa olduklarının idraki mi?
Bahçeli’nin ayrı liste kararıyla birlikte değerlendirildiğinde, iktidarın devlet kanadındaki ortakları ‘bu iş kötüye sarıyor’ demiş olabilirler mi? Aksi halde devlet içi dengelerin yerinden oynaması, halen iktidarı destekleyenlerin işi fazla zorlarlarsa tasfiye olma ihtimalleri söz konusu olabilir mi?
Olabilir diye düşünüyorum ve başka ciddiye alınacak bir açıklama da şimdilik göremiyorum. Öte yandan naif olmayalım. İktidarın devletteki ortaklarının devlet içinde yeni koalisyonlar oluşturma ve muhtemel yeni iktidara da ulaşabilme kanalları mevcut olabilir. İyi Parti’nin bu işlevin taşıyıcısı olması herhalde kimseyi şaşırtmaz. Bu partinin seçime kendi listesiyle girme ve Akşener’in sürekli olarak kendisini İttifak’ın dışında tanımlama ısrarını da anlaşılır kılar.
Dolayısıyla devlet içi yeni bir uzlaşma ve ‘ortak yaşam’ döneminin başında olma ihtimalimiz yüksek. Erdoğan iktidarının sürdürülemez olduğu açık. Yeni iktidarın parçalı yapısı ise ideolojik meselelerde devlet çizgisinden fazla sapılmayacağına işaret ediyor. Ülkenin normalleşmeye, bir geçiş dönemine ihtiyacı var. Siyaset geleceğe yönelik olarak ancak bu yeni iktidar döneminde konsolidasyona gidebilir.
Velhasıl (önceki yazılarda söylediğim üzere) genelde sakin bir seçim yaşamayı ve muhalefetin kazanmasını bekliyorum. Benim tahminim şöyle… Mecliste Cumhur 285, Millet 245, Emek/Özgürlük 70.
Cumhurbaşkanlığı ikinci tura kalırsa Kılıçdaroğlu lehine 54-46…
İlk tur ise çok heyecanlı. Şu an tahminim 48-44 Kılıçdaroğlu lehine olduğu. Ama bunun 51-43 bitme ihtimali de var… İki koşulla. Biri herkesin söylediği üzere İnce’nin oylarının düşmesi ki ben de yüzde 4’ün altına inebileceğini öngörüyorum.
İkinci koşul biraz farklı… Saha çalışmalarının AK Parti oyunu yüzde 2 civarında fazla ölçtüğünü düşünüyorum. Dindar seçmenler içinde özellikle kentli ve orta gelirli kesimde Kılıçdaroğlu’na oy vermeye kararlı ama anketler tarafından ‘yakalanamayan’ yüzde 2-3 bir alt grup gözlemleniyor. Bu grubun sandıkta Kılıçdaroğlu’nun son eşiği geçmesini sağlamasını bekliyorum.
Türkiye ‘özgür olmayan’ ülke kategorisinde olabilir. Ne de olsa özgür olunmaması için uğraşan bir iktidar var. İnsanları dar kalıplara sıkıştırıp ‘millileştirerek’ milleti özgürleştirmeyi hayal eden İttihatçı bir yaklaşıma sahip.
Ne var ki ülke yönetiminde başarısız oldu. İktidarın takipçileri bile bu anlayışta bir sakatlık olduğunun farkında. Sağduyuyu tercih etmek için inandırıcı ve güvenilir bir alternatife ihtiyaçları vardı ve görünen o ki Millet İttifakı bunu büyük ölçüde başardı.
Türkiye bu seçimde daha önce olmadığı kadar özgür… Çünkü insanlar özgürlüklerini bu kez bilinç düzeyinde idrak ediyor. Cemaatçi ve kimlikçi oylar, kendisini düşünmemeye kaptırmış insanlar hala mevcut ama bunlar belirleyici değil. Belirleyici olan bu kalıplardan sıyrılanlar.
Ve iktidarın bu karmaşık sosyolojiyi, özgürleşmiş zihinleri kandırma ihtimali yok.