‘Yalancı Aranıyor’ isimli tiyatro oyununu ilk kez izledim. Hem de mükemmel bir zamanlamayla, yani seçime iki gün kala.
Oyunu ‘Cumhuriyet Mahalle Evi Tiyatro Grubu’ sahneledi. Kendilerini amatör bir grup olarak görseler de ben bu fikre katılmıyorum. Mükemmel oynadılar. Tüm oyuncuları buradan kutluyorum.
İzleyenler bilir; oyun, Dimitri Psathas’ın yazdığı politik bir komedi. Bir milletvekilinin seçmenlerini oyalaması ve üzülmelerini engellemesi için, kolayca yalan söyleyebilen bir özel sekreter araması ile olaylar başlıyor.
Milletvekili Teofilos Ferekis oyuna şöyle giriş yapıyor: “En büyük kusurum yalan söyleyememek.”
Politikacıların seçmenleri mutlu etmesi her çağda zordur. Bazen pembe yalanlar, bazen de düpedüz yalanlarla işi kotarmak şarttır.
Vaatlerin gerçekleşmesi her zaman mümkün olmaz, ancak vaat olmadan da oy alınmaz. Hatta asıl maharet, seçmeni gerçekleşmesi mümkün olmayan vaatlere inandırmaktır. Bu da ayrı bir yetenek gerektirir.
Mesela, 1986 yılında başa geçeceği zaman Uganda devlet başkanı Yoweri Musaveni “Afrika’nın sorunu insanlar değil, bir türlü görevi bırakmayı bilmeyen liderleridir” diye yakınmıştı. Bu mükemmel bir tespitti. Neticede, vatandaşını kendi teorisine inandıran ama söylediğine kendisi inanmayan Musaveni, aralıksız olarak 30 yıldır ülkeyi yönetmeye devam ediyor.
Bir örnek de bizden verelim; hatırlarsanız, partisinin milletvekillerine üç dönem kuralı getiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Aralık 2022’de üçüncü kez aday olamayacağını ancak siyasetten de çekilmeyeceğini söylemişti.
Sayın Erdoğan bunu söylerken galiba kirlenmeye işaret etmişti. Ancak Erdoğan’ın kendisi ile ilgili bu söylemini henüz test etme imkânına sahip değiliz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasının ardından iktidar tarafının seviniyor olması ve muhalefetin karalar bağlaması sonucu diyebiliriz ki,14 Mayıs seçimlerinin iktidar için bir galibiyet olduğu muhakkak. 20 yıldır iktidarda olan bir partinin oy oranlarını bu seviyede tutması adeta bir mucize!
Ancak tarafların almış oldukları oy oranları çok şey ifade ediyor. Seçmen tam tamına “bıçak sırtı” bir pozisyonu onaylamış oldu. Zira iktidar partisi meclis çoğunluğunu ancak ittifaklarla sağlıyor.
Peki, seçmen bu seçim sonuçlarıyla her iki tarafa da ne demek istedi?
Yüzeysel bir bakış açısıyla seçmenin tercihlerini ve eğilimlerini değerlendirmek elbetteki mümkün değildir. Bu ciddi bir çalışma ister.
Ancak iktidar ve muhalefetin öne çıkmış bir kaç pratiğini irdelemek suretiyle ortalama bir sonuca varabileceğimizi değerlendiriyorum.
Evet, seçmen ne demek istedi?
Seçmen, “Bir iş ne kadar uzun sürerse o kadar kirlenir diyorsunuz ya, doğrudur… Lakin bu süreye ve kirlenmenin derecesine ancak ben karar veririm,” dedi.
Muhalefet, birbirine benzemez 6’lı masayı “Ben yaptım oldu” mantığıyla kurmuştu.
Seçmen “Ben oldu demeden senin yaptıklarının hiçbir önemi yoktur!” dedi.
Ana muhalefet partisinin listelerinde bol keseden milletvekilliği sırası vermesi karşılığında, gücü bile test edilmemiş ‘Kreş Çağı Partileri’ni kendi saflarında mücadeleye ortak etti. Eminim o sıralarda seçmen bıyık altından kıs kıs gülüyordu. Bir mahalle kavgasında bile esas olan, bire bir mücadeledir. Bu yiğitliğin şanındandır. Ancak önceden dayak yemiş olanlar büyük abileri çağırır.
Sonuçta seçmen “Sen en baştan zayıflığını deklare ettin. Hele bir kavgaya tutuş, gücün yetmezse yardım iste! Bir de sen kimin malını kime dağıtıyorsun? Karşı çıktığın padişahlar bile senin gibi ulufe dağıtmamıştı.” dedi.
Kendi başarısızlığınızı gizlemek için karşınızdakini sürekli “diploması yok, diploması sahte” şeklinde dilinize doladınız. Seçmense “Şükredin ki diploması yok(!), ya bir de olsaydı!” dedi.
Bugüne kadar iktidarın yaptığı hiçbir şeye ‘iyi’ deyip arkasında durmadınız. Bu reel politika açısından seçmen nezdinde sizi zayıflatan bir unsur oldu.
Seçmen “Sen benim gördüğümü bile göremiyorsun. Bu zaviyeden mi yöneteceksin beni?” dedi.
“Değişmemiz gerekir,” dediniz. Haklıydınız da… Fakat değişimi göstermelik bir şekilde sadece ‘sol bedene sağ aşı’ şeklinde yansıttınız.
Seçmen hiç kıvırmadan “Ben bu bedeni çok iyi tanıyorum. Bu aşı bu bedende mümkünü yok tutmaz!” dedi.
Felsefesini şükür ve ölüm sonrası yaşam üzerine kurup pratiğini gerçek yaşam üzerinden gerçekleştiren galiplere ise seçmen şu şekilde seslendi:
“Siz bize hep şükrü ve ölümü hatırlatıyorsunuz; ancak siz yetinmeyi ve ölümü unuttunuz. Artık hatırlayın!” dedi.
Gerek 7 Haziran 2015 genel, gerekse 31 Mart 2019 yerel seçimleri iktidar açısından birer ikaz niteliğindeydi. Fakat bundan bir türlü ders çıkarılmadı.
Seçmen, “Artık bizi ciddiye alın, bu verdiğimiz son kredi olabilir!” dedi.
Cemil Meriç ‘anarşizm’ ve ‘terörizm’ arasındaki farkı ortaya koyarken “Anarşizm bir hak arayışıdır; insanın kendi asaletine inanmasıdır,” demişti. Ancak siz ‘Gezi’ eylemlerine katılan herkesi terörist ilan ettiniz. Oysa gençlerimizin derdi; başta baba otoritesi olmak üzere her türlü otoriteydi. Kışkırtılmış da olabilirlerdi.
Seçmen “Onlar gençtir, heyecanlıdır, onları anlayın; bir daha onlara bağırmayın, onları coplamayın!” dedi.
Bir kişinin iç politikadan dış politikaya, kadından aileye, iç ticaretten dış ticarete, doktordan hemşireye, mühendisten teknisyene, eğitimden medreseye, faizden ‘nas’a, hukuktan guguka, felsefeden bilime… her şeyden anlaması mümkün değildir. Kaldı ki, kişinin bir şeyi bilmediğini bilmesi bile ayrı bir meziyettir.
Seçmen “Sakın ha, bu özel meziyeti göz ardı etmeyin!” dedi
Yol, köprü, tünel ve baraj kalkınma için önemlidir.
Seçmen kibarca “İyi de bunları yaparken rant kapısına çevirmeyin, hele ki doğayı katletmeyin!” dedi.
Adalet olmadan kalkınma olamaz.
Seçmen “Kalkınmanıza bir yere kadar eyvallah; ama adaletinizi bir daha gözden geçirin!” dedi.
Yasama, yürütme ve yargı, artık demokratik bir hukuk devletinin ABC’sidir. Gelişmiş bir ülkede bunu tartışmaya açmak bile abestir. Ama siz yargıyı, normal bir devlet memuruymuş gibi yürütmeye bağlı hale getirdiniz. Bu seçimlerde, yüksek yargı üyelerinden seçim çalışmalarına katılanları gördük.
Seçmen “Sakın ha bir daha savcılara, hâkimlere talimat vermeyin! Çekin sahadan şu politik zihniyetli sözde yargı elemanlarını! Bunlar size de, bize de zarar veriyorlar. ” dedi.
Yıllarca Ömer’i, ‘Dicle-Kurt-Koyun’ üçlemesini dilinize pelesenk ettiniz.
Seçmen “Kurban olayım, ya işin gereğini yapın ya da o mübarek zatın adını ağzınıza bir daha almayın!” dedi.
‘Okçular Vakfı’nı kurunca mahalli idareleriniz milyonlarca liralık okçuluk malzemesi alımı, bakımı, okçuluk poligonu, okçuluk salonu gibi tesis ihaleleri yaptı. Durup dururken bu ok atma merakı da nereden çıktı? Sloganınız da “okçular tepesi boş değil!” oldu.
Seçmen “Sizin ‘Okçular tepesi dediğiniz şey, yaşadığınız şatafattır! Bundan biraz da bize koklatın!” dedi.
Elbette ki siyasette rekabet önemlidir. Ama siz hıncınızı rakibinizden değil, rakibinizin kurulmasına öncülük ettiği bir üniversiteden çıkardınız. Lüzumlu lüzumsuz onlarca fakülte ve üniversiteyi yeniden açarken, bir günde ‘Şehir Üniversitesi’ni toprağa gömdünüz.
Seçmen “Bunun hesabını Ahmet Davutoğlu ile seçim meydanlarında görseydiniz. (14 Mayıs’ta fazlasıyla gördünüz.) Binlerce öğrenci, yüzlerce akademisyen ve idari personelin bunda ne suçu vardı?” dedi.
Oturduğunuz saraylar, bindiğiniz uçaklar ve araçlar eleştirilince “İtibardan tasarruf olmaz!” dediniz.
Seçmen “Siz itibarı yanlış anladınız. Asıl itibar ejder meyvesiyle değil, vatandaşın kilerini doldurmakla kazanılır! Tencereyi ciddiye alın!” dedi.
Bu çağda tarihi bir mabet üzerinden siyasal bir amaç gütmek, gerçekten ayıp ve bir o kadar da günahtır.
Seçmen “Ayasofya’yı camiye çevirdiniz ama bütün camilerin de içini boşalttınız! Bu yetmezmiş gibi Sultan Ahmet Camii’ni seçimden bir gün önce miting alanına çevirdiniz. Liderinizi tekbirlerle karşıladınız. Hani, burası Allah’ın eviydi?!” dedi.
Sonuçta, yarı yarıya oluşmuş böyle bir cepheleşmeden zamanla kopuşların olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, iktidar almış olduğu bu sonuca asla güvenmemelidir. Hele ki “ekonomi” denen bombalı bir paketi kucaklarında sımsıkı tutarken.
Bence seçmen hem iktidara hem de muhalefete karşılıklı birçok mesaj verdi.
Kime yumuşak, kime sert, ona da siz karar verin!
Son bir dikkat:
Malumunuz üzere tarafların seçim öncesi ‘olmazları’ olur gösterme çabaları meydanlarda yankılanmış, karşılıklı yarıştırılan vaatler için yükselen çığlıklar gökyüzündeki kuşları bile ürkütmüştü.
Ama seçmen yine de yemedi…
Seçmen, her iki tarafa da Milletvekili Teofilos Ferekis’in ağzından,
“En büyük kusurunuz yalan söyleyememek olsun !” dedi.