Birinci Bölüm – El Empesijo i Una Intraduksyon Al Ladino (Başlangıç ve Ladino’ya Bir Giriş)
Dizi, Matilda’nın (Gökçe Bahadır) Şabat mumu yakmasıyla başlıyor. Böylece daha ilk dakikadan bir Yahudi hikâyesiyle karşı karşıya olduğumuz gösteriliyor. Kulüp’ün malzemecileri son derece detaylı çalışmış; kullanılan mumlar ve tabak döneme uygun, babaannemin evinden çıkmış gibi. Şabat mumu yakmak kadınlara mahsus bir ibadettir. Gökçe Bahadır’ın Şabat’ı karşılayan bu duayı söyleyişi de gayet iyi. Her Cuma akşamından Cumartesi akşamına kadar süren Şabat kutlaması aslında haftada bir gelen bir bayram gibidir.
Dizinin büyük kısmı eskiden Yahudi mahallesi olan Galata Kulesi civarında yani Ladino adıyla La Kula’da geçiyor. Kula alt-orta sınıf diyebileceğimiz bir mahalle, fakat bazen orta sınıfları da görüyoruz. İşçi sınıfından Yahudiler ise daha çok yüzyıllardır Yahudi mahallesi olan Hasköy ve Balat’ta meskûndu. Burada Galata Kulesi’nin eski teraslı, külahsız halini görmek de çok güzel.
İlk duyduğumuz Ladino, Matilda (herhalde Büyük Hendek Sokak’ta) yürürken arkadan gelen sesler. Önce Estamos envitados a komer (Yemeğe davetliyiz) diyen bir kadını, ardından arkadaşını Ester abasho abasho diye aşağı çağıran bir kızı duyuyoruz. O yıllarda popüler olan Ester ismi burası için uygun olmuş; o dönemde çocuk olan anneannemin de adıdır.
Dizide çok iyi Ladino danışmanları var. Bunlardan İzzet Bana koro şefi ve şarkıcı, Forti Barokas ise yazar. Ayrıca ikisi de tiyatrocudur. Kulüp’ü, Ladino cümlelerin geçtiği başka prodüksiyonlardan ayıran baştan savma bir İspanyolca bozmasıyla yetinmemeleri. Kullanılan kelimeler, telaffuz hep tam Ladino. Ladino’da İspanyolcanın aksine j hep seslendirilir, h diye okunmaz. İspanyolca eşinde j olan bazı kelimelerde ise Ladino ş sesini kullanır. Mesela aşağı abajo değil abasho‘dur. Evde konuşan kadınlar ‘Severim’ derken İspanyolca te gusta değil Ladino te plaze diyor. Ayde ijas ayde de (Haydi kızlar haydi) tam bir İstanbullu ağzı timsali. Arkada kalan, altyazıya yansımayan Ladino öğeler bile çok iyi.
Mesela Matilda’ya kapıyı açan kadın Mama esta vinoo diyor, son heceyi öyle bir uzatıyor ki, tam olması gerektiği gibi. İşte o uzatış, o Türkçeye benzer son hece vurgusu Ladino’yu özel, kendine has yapan unsurlardan biridir.
Tabii İstanbul’da sadece Yahudiler ve Müslümanlar yok. Bunun bir hatırlatması olarak arkada kilise çanı çalması güzel bir detay.
Altyazı Ladino’yu bazen kolayca çevirmiş ama güzelliği iyice irdeleyince anlaşılıyor. Se puede alargar sözüne altyazı ‘zaman alabilir’ demiş ama alargar tam anlamıyla uzamak demektir ve largo yani uzun kelimesinden gelir.
Aksanlar genel olarak başarılı, Müsyü David’in İsrael/İsrail deyişi ise tam yerinde. David’in “gel paşa” deyişinin tınısı da tanıdığım tüm viejos (yaşlılar) gibi aynı.
Burada ‘400 yıllık’ romantizmi olmaya da bilirmiş, biraz gereksiz bu muhabbet. ‘Vatan yahu’ lafı bu işlevi daha güzel görüyor.
Müsyü David oğlana Mordiko diyor ama belli ki adı Mordo. Ladino’da sık kullanılan -ko/-ka küçültme ekidir. Mordo olur Mordiko, Nesi Nesiko, Sarah Sarika (şu şarkıdaki gibi), kafe kafiko, chay chayiziko gibi gibi.
Burada geçen kayades (sessizlik) kelime anlamı dışında Yahudilerin vatandaş olmalarına rağmen siyasi olarak sessiz kalmalarını, siyasete karışmamalarını, güvende kalmak için olabildiğince görünmez olmalarını öğütleyen siyasi zihniyetin de adıdır. Bu yaklaşım Türkiye Yahudi toplumunda 1960 darbesinden 1980’lere (ve belki de bugüne) kadar baskın olmuştur. Bu görünmezlik anlayışı, okuduğunuz yazıya ihtiyacı doğuran şeyin ta kendisidir aslında. Bu zihniyetin süregelen bir versiyonunu Yahudi toplumunun ‘resmî’ gazetesi olan Şalom’un yayın politikasında, neyi sayfalarına taşıyıp taşımadığında da sezebilirsiniz. Bunun tersi de tabii avlaremoz (konuşalım) olur, o da daha genç bir internet gazetesinin yayın politikası.
David’in ana kız dostluğuyla ilgili söylediği, o an icat ettiği bir laf değil kafiyeli bir deyim. No ay mijor amiga ke la madre kon la ija (Ana kızdan iyi arkadaş olmaz). Ladino çok deyimsel, deyimlerle konuşulan bir dildir. Deyimler bugün bile üretilmeye devam ediyor çünkü Ladino çok müzikal, uyak yapması basit bir yapıdadır. Bu nedenle deyimler bu dilin belkemiğidir. Genelde şaka yolludurlar.
Matilda’nın İsrail’e göç için hahambaşılıktan kâğıt alması gerek çünkü Yahudi olduğunu bu kanıtlayacak ve ona yerleşme hakkı verecek. 1947’den (daha Filistin’de İsrail diye bir devlet yokken) 1949’a Türkiye Yahudilerinin neredeyse yarısı İsrail’e göç etti. Göçmenler arasında farklı kesimlerden inanmış Siyonistler olsa da çoğunluğu aslında siyasi değil ekonomik sebeplerle giden, Yahudi toplumunun en fakir kesiminden gençler. Kula’ya göre daha fakir Balat ve Hasköy baya baya boşalıyor, mahallede kalan Müslüman ve Hristiyan esnafı şikâyet ediyor. Bu toplu göçü Rıfat Bali Aliya kitabında incelemişti. O günden beri toplu olmasa da ufak ufak dalgalar halinde Türkiye’den İsrail’e göç devam ediyor. Bu dalgalar Türkiye’de ekonomik ve siyasi krizlerle, antisemitizmde yükselişlerle paralellik gösteriyor.
Dizide 1942-1944 arası yaşanan Varlık Vergisine değinmelerini bekliyorum. Bu ırkçı politika da toplu göçü tetikleyen önemli bir faktördü.
Diyorum ben bu sesi tanıyorum, sonra yüzünü de gördüm, en iyi Ladino öğretmenlerinden, hâlâ yayınlanan dünyadaki tek Ladino gazete El Amaneser’in editörü (benim de öğretmenim,) ve tiyatrocu Karen Gerşon Şarhon da Kulüp’te varmış. Dilerseniz siz de Youtube’daki dersleri sayesinde Karen’den Ladino öğrenebilirsiniz.
Karen Gerson.
Af için Karen desharon todos los perros i gursuzes diyor. Yani bütün köpekleri ve uğursuzları saldılar. Türkçe uğursuz kelimesi Ladino’ya gursuz olarak geçmiş; gursuzes olarak çoğalır, gursuza olarak feminen hale gelir. Türkçe konuşurken bile Yahudiler uğursuz lafını sık kullanır.
Dizide Şişli’nin yanındaki mahallenin, popüler adı Tatavla olarak geçmesi, Rum ve Ermenilerin çoğunlukta olduğu mahalleye sonradan verilen Kurtuluş adının kullanılmaması da önemli.
Bir İstanbul klasiği olan Rum-Yahudi arkadaşlığı/komşuluğu da işlenmiş. Rum ve Yahudiler Hasköy’de, Balat-Fener’de ve tabii Galata-Pera’da (daha sonra Şişli-Osmanbey’de) sıkı komşuluk ilişkileri içinde olmuştur. Bu yakınlık dile de tesir etmiştir. Ladino’ya bolca Rumca kelime geçmiş ve Rumlar hakkında bir sürü deyim üretilmiştir. Bunlardan iki seçkiyi yakın zamanda El Amaneser’de paylaştım. Daha sonra Türkçe konuşurken Çelebi prostela kelimesini kullanıyor, aslen Rumca olan bu kelime Ladino’da da önlük için kullanılan asıl sözcüktür.
Raşel’in Türkçe isim vermesi maalesef tanıdık bir pratik. Azınlıklar sıklıkla çakma isim veriyor isim bazlı ayrımcılıktan korunmak için. Bir de daha sonraları çocuğuna direkt Türk ismi koyanlar var. Bunu konuda Rita Ender detaylı bir çalışma yapmıştı.
İstanbul eğlence kültürünü 1920’lerde Beyaz Rusların başlatmasından yadigâr Rus Bar da güzel bir arka plan detayı. Yine arka planda bir posterde Madam Anita diye bir solist var. Acaba sonra tanışacak mıyız?
Kullanılan bir Ladino cümle Yaraladeo un ombre vedre (Müslüman adam yaralamış) tam a la Ladino çünkü kullanılan fiil yaraladear Türkçe yaralamaktan alınmış, İspanyolca fonetiğe uydurulmuş ve çekimlenmiş. Vedre ise yeşil demek ve halk arasında Türkler için kullanılır. İslam’ın rengi olduğundan geldiği söylenir ama bunu kanıtlamak pek mümkün değil.
İsrail’e göçten bahsederken Müsyü David “Medina’ya gönderecektim” diyor. Türkiye Yahudileri İsrail’den, özellikle ortalıkta, bahsederken Medina der. Bunun kökü de İsrail’in resmi adının Medinat İsrael (İsrail Devleti) olmasıdır. David’in evde İsrail, karakoldaysa Medina demesi bu ev/sokak ayrımını yansıtıyor.
“Erkek assolist” diye Orhan ve Çelebi arasındaki bakışmalar akla bir diğer başarılı Türkçe Netflix dizisi olan Aşk101’deki Osman’ın bastırılışını getiriyor.
“Anaların kaderi kızların çeyizi” ile önceki Ladino anne-kız deyimi arasındaki paralellik de çok iyi.
Matilda’nın soyadının Asseo olması da enteresan. Tabii yaygın bir soyadı, ayrıca 1961’den 2002’ye Türkiye Hahambaşı olan David Asseo’nun da soyadı.
David Asseo.
Mordo, Raşel’e “Pişara gitsen bile kapında bekleyeceğim” diyor. Bu cümlenin ne kadar komik olduğu Ladino bilmeyenlere aşikâr olmamıştır. Bu açıdan Kulüp sanki Yahudilere de bir göz kırpmış, bizim için bir şaka yaparak. Pishar işemek demektir. Ladino deyimlerde de çok kullanılır mizah amaçlı. Pishar kelimesi Ladino’dan Lubunca’ya da ‘pişar naşlamak’ olarak geçmiştir.
‘Çok istiyorsan bin vapura git’ diyor Raşel ama aslında 1950’lerde Türkiye’den İsrail’e taşınmak o kadar basit değildi. Yukarıda bahsettiğim göç kitabında dendiği gibi, o dönem Türkiye Cumhuriyeti Yahudi vatandaşlarının seyahat hürriyetini gerekçe vermeden kısıtlıyor ve onlara hakları olan pasaportları çıkarttırmıyordu. Amaç İsrail’e göçü yavaşlatmaktı. Yahudilerin pasaport işlerine de (artık var olmadığını düşündüğüm) İstanbul Emniyeti’nin Azınlıklar Şubesi bakıyordu. Yani ‘normal’ Türkler bir yerden pasaport alırken Yahudiler başka yere başvuruyor ve bir türlü pasaporta erişemiyorlardı.
Yetimhane olan binayı önce çıkaramadım ama Ortaköy’deki Yahudi yetimhanesiymiş. El Orfelinato 1918’de Yahudi Çanakkale şehitlerinin çocukları için kurulup daha sonra tüm yetimlere ev ve okul olmuştu. Daha sonra satıldı ancak kullanılmadı. Bu vesileyle Çanakkale’de savaşan birçok Osmanlı Yahudisi olduğunu da öğrenmiş olabilirsiniz.
Yetimhane sahnesinde çalan şarkı da Türkiye’de Ladino müziğin önemli isimlerinden Jak ve Janet Esim’in sesinden Yo Era Ninya (Ben Bir Küçük Kızdım) şarkısıdır.
Ben ilk bölümü çok beğendim. İkinci ve üçüncü bölüme de benzer şekilde yorumlar yapacağım. Sonraki bölümde görüşmek üzere: Al vermos!
_____________
Nesi Altaras, Avlaremoz adlı internet gazetesinde yazar ve editördür. Türkçe, İngilizce ve Ladino yazıları farklı yayınlarda yer alan Altaras, Siyaset Bilimi Yüksek Lisansını Sefarad vatandaşlık iadesi konulu tezle bitirdi.