Ana SayfaÖZEL HABERÖZEL RÖPORTAJ | Dolkun İsa: “Babamın ölümünü Çin medyasından öğrendim, bu da...

ÖZEL RÖPORTAJ | Dolkun İsa: “Babamın ölümünü Çin medyasından öğrendim, bu da mı Batı dünyasının oyunu”

Türkiye’ye girişi engellenen Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa’yla Uygur Soykırımı iddialarını Londra’da soruşturan özel Uygur Mahkemesini, Türkiye’ye giriş engelini ve Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’ndeki uygulamalarını konuştuk: “Helal organ nakli diye reklamlar yapıldı. Müslüman zenginlere bizim insanlarımızın organlarını naklettiler.”

En güncel konuyla başlayalım. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nde sizin konuşmanız Çin delegasyonunun müdahale girişimleriyle kesilmek istendi. Türkiye kamuoyunda da hiç duyulmadı. Onu anlatabilir misiniz?

BM İnsan Hakları Konseyi’nin 48. oturumu 22 Eylül’den bu yana devam ediyor. Biz de İnsan Hakları Konseyi toplantılarının hemen hemen tamamına katılıyoruz.

Çin hükümeti senelerdir Dünya Uygur Kongresi’nin, Uygur aktivistlerin BM bünyesindeki toplantılara katılmaması için BM İnsan Hakları Konseyi Sekreterliği’ne ve değişik birimlere baskı yapıyor.

Bu 48. toplantıda, soykırım başlıklı oturumda önceden müracaat ederek söz hakkı aldık. Covid-19 nedeniyle online düzenlenen toplantıda 1 dakika 30 saniyelik bir söz hakkımız oluyor.

BM’deki Çin daimi temsilcisi, benim 1 dakika 30 saniyelik konuşmamı iki kere kesti. Konsey Başkanı’na benim bölücü olduğumu, konuşma hakkımın olmaması gerektiğini ifade etti. Böylediklerimin yalan olduğunu iddia etti. Ama Konsey Başkanı konuyu iyi bildiği için Çin temsilcisinin talebini reddederek, konuşmamım devam etmesine izin verdi.

Geçen Haziran ayındaki toplantıda da aynı şey yaşanmıştı. Çin temsilcisi yine benim lafımı bölmüştü. Almanya, İngiltere, Amerika gibi demokratik ülkelerin temsilcileri de söz alarak, benim konuşmamda BM kurallarına aykırı hiçbir içerik bulunmadığı ve konuşmaya devam edebileceğim yönünde fikir beyan ettiler. Sonrasında konuşmamı tamamlayabilmiştim.

Benim BM konuşmalarımın hemen hepsinde bu durumla karşılaşıyoruz.

Uygur Soykırımı iddialarıyla ilgili uluslararası boyutta süren bir Uygur Mahkemesi var. Yakın zamanda ikinci duruşmaları yapıldı. Uygur Mahkemesi’nin amacı nedir, diplomatik boyutta nerelere varabilir?

Çin hükümetinin Doğu Türkistan’da uyguladığı asimilasyon politikası, 2014’te Şi Cinping’in Cumhurbaşkanı olmasından sonra kademeli olarak “soykırım politikası”na dönüşmüş durumda.

Biz bunu BM, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, değişik ülkelerin parlamentoları, hükümetleri ve diğer uluslararası arenalarda elimizden geldiğince anlatmaya çalışıyoruz. Çin’in 21. yüzyılda bir soykırım yaptığını, bunun hiçbir şekilde cezasız kalmaması gerektiğini anlatıyoruz. “Never again”, “Bir daha asla” sloganının tersine uygulamaların Doğu Türkistan’da devam ettiğini; o yüzden dünyanın harekete geçmesi gerektiğini vurgulayan faaliyetler yürütüyoruz.

Çin, dünyanın bu tepkileri hiçe sayarak toplama kampları uygulamasını sürdürdü. Kürtajları sürdürdü. Çocukları ailelerinden aldı. Dini baskılar sürüyor. 2017’den 2020’ye kadar 8 bin mescidi tamamen yıktılar, 8 bin mescidi de kullanılamaz hale getirdiler. Seyahat yasakları getirdiler. Ses tanıma, yüz tanıma gibi yüksek teknolojilerle Doğu Türkistan’ı açık hapishane haline getirdiler.

Bunlar 21. yüzyılda yapılıyor. Bunun için Çin’in uluslararası bir mahkemede sorgulanması gerekiyordu. Biz bunun için çok araştırma yaptık.

Uluslararası alanda yargılama için iki adres var: Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı. Ama her iki mahkemede de Çin’in yargılanması mümkün değil.

Çin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye değil. Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılama için de BM Güvenlik Konseyi’nin kararı gerekiyor. Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olduğu için veto yetkisi var.

2018’den itibaren uluslararası hukukçularla birçok görüşme yaptık. Sonunda Çin’in 21. yüzyılda yaptığı bu soykırımı uluslararası bağımsız bir halk mahkemesinde yargılamanın mümkün olduğu kanaatine vardık. Eski Yugoslavya diktatörü Miloseviç’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılayanlardan, tanınmış hukukçu Geoffrey Nice’ye ulaştık, ona meseleyi anlattık. Bizim ona takdim ettiğimiz evrakları inceledikten sonra Doğu Türkistan’da yaşananların çok vahim olduğunu; 21. yüzyılda böyle bir soykırımın cezasız kalmaması gerektiğin; ama bunun uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesinin, kanıtlarının toplanmasının, ona göre karar verilmesinin uygun olacağını söyledi.

Bunun üzerine, 2020 Haziran’ında Dünya Uygur Kongresi olarak resmi bir müracaatta bulunduk. Birkaç aylık araştırmadan sonra Geoffrey Nice başkanlığında Uygur Mahkemesi kuruldu ve dünyaya ilan edildi. 1 sene boyunca 15 bin sayfa kadar tanık ifadeleri toplandı. Tanıklar arasında Doğu Türkistan’dan yurtdışına kaçanlar, Doğu Türkistanlı olup da farklı ülkelerde yaşayan ama aileleri 2017 sonrasında toplama kamplarında çile çekmekte olanlar, idam mahkûmları,  kürtajlara maruz kalanlar vardı. 500’den fazla insanın yazılı veya video tanıklıkları  toplandı, İngilizceye çevrildi.

1 senenin sonunda ilk duruşma 4-7 Haziran tarihleri arasında, ikinci duruşma 10-13 Eylül arasında gerçekleştirildi. Mahkeme Londra’daydı.

Çin’e mahkeme için bir çağrı yapıldı mı?
Tabii tabii. Bu bağımsız bir mahkeme, sadece bir tarafın değil her tarafın fikrini almak zorunda. Bunun için Çin hükümetine resmi olarak katılması ve mahkemeye tanıklık sunması için çağrıda bulundular. Birinci duruşma için de ikinci duruşma için de resmi davetiye gönderildi. Mahkeme bunu basın kanalıyla da duyurdu. Mahkeme heyeti özel olarak da Londra’daki Çin Büyükelçiliği vasıtasıyla Pekin hükümetine davet yollamış. Ama Çin hükümeti mahkemeye cevap vermemiş.

Çin hükümeti direkt cevap vermedi ama Pekin’de dünya medyasına yönelik, “mahkemeyi tanımayacaklarını, bu mahkemenin resmi bir mahkeme olmadığını, bağlayıcı olmadığını” duyuran bir basın toplantısı düzenledi.

Çin gizli servisi, mahkeme için çağrılan kamplarda kalmış insanlara telefon açarak mahkemeye katılmamalarını, katılırlarsa oradaki akrabalarının hayatlarını düşünmeleri gerekeceğini, Çin’in elinin her yere uzanabileceğini, onları Londra’dan bile Çin’e götürebilecekleri yönünde tehditlerde bulundu.

Mahkemenin hemen ertesi günü, mahkemede tanıklık eden şahısların bir bölümünün yakınlarını Pekin’de basının karşısına çıkardılar. Onları kendi ağabeylerini, ablalarını, kardeşlerini yalancılıkla suçlamaya zorladılar.

Aynı şey ikinci duruşmalarda da yapıldı. Çin hükümeti, Global Times’da ve diğer Çin gazetelerinde makaleler yayımladı. Çin’in Londra Büyükelçisi, İngiltere hükümetini bile suçladı. İngiltere hükümetine, mahkemenin engellenmesi için resmi başvuru yaptılar. Ama bu tarafsız bir mahkeme olduğu için devam etti.

Tam bu noktada şunu soralım. Türkiye’de çeşitli siyasal çevreler tarafından gündeme getiriliyor. Uygur meselesi, Batı ülkeleri ve Çin arasındaki siyasi rekabette kullanılan bir mesele mi ya da buna çevrilmeye çalışılan bir mesele mi?

Türkiye’de bazı çevreler, çok küçük bir çevre bildiğim kadarıyla; Çin hükümetine hizmet ediyorlar ve Çin tarafından yanlış bilgilendiriliyorlar. O yüzden Doğu Türkistan’da olanları CIA’nın oyunu, Batı dünyasının oyunu olarak tanımlıyorlar. Tabii Çin’le bazı ekonomik, siyasi, diplomatik çıkar çatışmalarından dolayı Batı’nın bu meseleyi bazen daha fazla gündeme getirme niyeti olabilir. Ama bir de hakikat var. Orada bir soykırım yaşanıyor. İnsanlar ölüyor.  

21. yüzyılda yaşıyoruz ama 5 senedir ailemizle bir ilişkimiz yok, temas kuramıyoruz. Şahsen ben 2017’den beri ailemle konuşamıyorum. Telefonla Afrika’da, Amerika’da, Latin Amerika’da, dünyanın her yanında bulunan bir arkadaşınızla görüşebilirsiniz. Çin dünyanın çok kalkınmış bir ülkesi olarak biliniyor ama biz 5 senedir ailemizle görüşemiyoruz.

Sadece kötü haberler bir şekilde bize ulaştırılıyor ya da Çin basınından öğreniyoruz. Mesela benim annem, 78 yaşında bir kadın; Çin’in toplama kampında vefat etti. Çin bunu yalanladı, beni yalancılıkla suçladı. Hastanede kanserden vefat ettiğini söylüyorlar. 

En azından ölüm haberi bana böyle ulaştı. Belki hastanede öldü ama sen bana ölüm haberini bile vermiyorsun. Annem son nefesini verirken, bana söyleyeceği son sözünü bile söylemesine izin vermiyorsun. 

Babamın 2020’de vefatını Çin medyasından öğrendim. Halen ölüm tarihini, ölüm nedenini, kabrinin yerini bile bilmiyorum.  Kardeşimin müebbet hapis cezasına çarptırıldığını Çin medyasından öğrendim. Bu da mı CIA’nın, Batı dünyasının oyunu?

Böyle bir zulüm davam ederken tüm insanlığın susması mı gerekiyor?

Şi Cinping bunu bir günde yapmadı. 2014’te iktidarı ele geçirdikten sonra kademeli olarak İslam dünyasının ve Türk dünyasının nabzını yokladılar, test ettiler.

2014-2015 senelerinde oruç tutmayı yasakladılar. Günlerce işyerlerinde, okullarda insanları su içmeye zorladılar. Su içmiyorlarsa, yemek yemiyorlarsa onları oruç tutuyor diyerek cezalandırdılar. Bunları İslam dünyasına, BM’de, Avrupa Parlamentosu’nda her yerde anlatmaya çalıştık.

İslam Konferansı Örgütü yetkilileriyle 2017’de iki kere görüştüm. “Orada İslam’a karşı bir savaş var, İslami değerlerimiz yok edilmeye çalışılıyor, insanlar oruç tutamıyor, sakal bırakamıyor. Ayşe, Hatice gibi Müslüman isimleri yasaklanıyor. Hacca gitmek yasaklanıyor” dedik, bunların hepsini anlatmaya çalıştık.

Çin bunları yaptı ama Müslüman dünyasından da Batı dünyasından da Türk dünyasından da bir ses çıkmadı. Sadece uluslararası basın az çok yazdı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü gibi örgütler bazı açıklamalar yaptı.

Çin hükümeti baktı; İslam dünyasından, Türk dünyasından bir ses çıkmayacak, İkinci adımı attı. 2016’dan itibaren tüm pasaportları topladı. Urumçi’den İstanbul’a haftada 5 kere direkt uçak seferi vardı. Dubai’ye, Duşanbe’ye uçak seferleri vardı. 2016 Ekim ayından itibaren tamamen kestiler.

2016 Ekim ayından itibaren, Urumçi’den dünyanın herhangi bir yerine uçak kalkmıyor mu?

Uluslararası kalkmıyor, hepsini kestiler. Sadece Çin içinde; Urumçi, Pekin, Şanghay arasında uçaklar var. Bu da mı CIA’nın oyunu. Bu da mı Batı dünyasının oyunu. 

Dünya buna da sessiz kalınca, Çin “ben ne yapmak istersem yapabilirim. Bu milleti topyekûn bitirmem gerekiyor, yok etmem gerekiyor” dedi.

Çünkü Çin’in 80 ülkeyi ilgilendiren Kuşak-Yol projesi Doğu Türkistan’dan geçiyor.  Çin hükümeti, Kuşak-Yol projesi için trilyon dolar para harcadı. Uygurları, Doğu Türkistanlıları bu projenin başarılı bir şekilde tamamlanmasının önünde bir problem olarak, bir düşman unsur olarak gördüler.

Çin baktı 8-10 milyon Uygurun yok olması dünyanın umurunda değil, 2016’nın sonundan itibaren milyonlarca insanı toplama kamplarına aldı. Şimdi onları köle-işçi olarak çalıştırıyor. Biz demiyoruz; BBC, El Cezire gibi uluslararası basın, gitti ve yerinde inceledi. Birçok küresel şirket şimdi köle-işçilikten orada menfaat sağlıyor, para kazanıyor. Toplama kamplarındaki insanlar bedavaya çalıştırılıyorlar.

BBC, CNN, El Cezire gibi uluslararası medya kuruluşları, toplama kamplarından çıkan bacılarımızla ilgili raporlar yayımladı. Orada zorunlu kürtaj var. Tecavüz, toplu tecavüz söz konusu.

1 milyondan fazla çocuğu ailelerinden ayırarak, Çin’in iç bölgelerine götürdüler. Onların adlarını değiştirdiler. Onları Çinlileştirmek, milli kimliklerinden kopartmak istiyorlar. 4-5 yaşındaki çocukları birkaç senede tamamen Çinlileştirebilirler.

“Helal organ nakli” diye reklamlar yapıldı. Müslüman zenginlere bizim insanlarımızın organlarını naklettiler.

Bunların hepsi açık açık yazıldı. Ama dünyanın buna hiçbir tepkisi yok.

Şimdi diyorlar ki, “Batı dünyası bunu kullanıyor.”

Batı dünyasının susması gerekiyorsa, İslam dünyası, Türk dünyası, tüm dünya susuyorsa; 20 milyon Doğu Türkistanlı Uygur, Kazak öldükten sonra mı dünya ayağa kalkacak? Zaten ne kadar insanın öldüğünden de haberimiz yok.

Türkiye’de Çin parasıyla hareket etmekte olan güçlü bir Çin lobisi var. Bunlar bu meseleyi Batı dünyasının bir oyunu olarak göstermeye çalışıyor.

Çin, 2017-2019 arasında farklı ülkelerden gazetecileri, masraflarını karşılayarak Çin’e götürdü. Orada 5 yıldızlı otellerde misafir etti. Çin’in onlara gösterdiği yerler önceden dizayn edilmiş, konuşacakları kişilere neler demeleri gerektiği öğretilmiş.

Öyle olmasına rağmen bazı gazeteciler, o durumdan bile şüphelenmiş. Kısıtlı imkânlarıyla bazı röportajlar yapmışlar. Döndükten sonra bunları dünyaya anlatan gazeteciler var.

Arnavutluk’tan bir gazeteci, Çin hükümetinin parasıyla gitti. Ama döndükten sonra YouTube kanalında “Ben de bir Batı düşmanıyım. Batılıların, Amerikalıların oyunlarını biliyorum. Ama orada durum gerçekten vahim. Gördüklerimi ifade etmezsem insanlık anlayışıma ters düşmüş olurum” diye anlattı. 

Bunlar ortadayken, bir sürü doküman varken… Çin hükümetinden sızdırılan  belgeler var. Çin Devlet Başkanı’nın “sıfır tolerans gösterilmesi lazım, topyekûn yok etmek lazım” dediğine dair belgeler sızdırıldı Batı basınına. Bunlar ortada olan şeyler, gizli şeyler değil.

Türkiye’de okuyan binlerce öğrenci var. 2017’den beri aileleriyle teması kesilmiş. Aileleri para bile gönderemiyor. Çocuğunun Türkiye’de okumasının büyük bir suç olmasından dolayı onlar hapishanelere atılıyor. Bu da mı Batı’nın oyunu oluyor.

Çin hükümeti resmi olarak 28 ülkeyi terörist ülkeler kategorisine koydu. Bu ülkelere okumaya, ziyarete giden herkesi cezalandırdılar.

Türkiye var mı bu ülkeler arasında?

Elbette Türkiye var. Sadece Uygurlar için değil, bu ülkelere de büyük bir hakarettir. Bu ülkelerin sessiz kalmaması gerekir.

Sizin Türkiye’ye giriş engeliniz var. Giriş engelinizle, Türkiye hükümetinin Çin’le ilişkileri arasında bir irtibat olduğunu düşünüyor musunuz?

Büyük bir ilişki var diye düşünüyorum. Türkiye’de okudum, Türkiye’de master yaptım. Türkiye’yi uluslararası arenada, herhangi bir Türk vatandaşı kadar savunan biriyim. Çünkü ben her sene dünyanın değişik bölgelerinde toplantılara katılıyorum. Türkiye aleyhinde haksız konuşmalar olduğu zaman ben Doğu Türkistan meselesini bırakıp, Türkiye’yi savunuyorum. Çünkü ben Türkiye’de okuduğum için, Türkiye’nin durumlarını biliyorum. Türkiye’nin menfaatlerine zararlı bir faaliyetim olamaz. Türkiye’ye giriş engelimin nedenini sonradan öğrendim.

Nedir o gerekçe, neden Türkiye’ye giremiyorsunuz?

“Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edebilir ve kamu güvenliğini bozabilir” diyorlarmış. Bunun için mahkemeye başvurduk. Aleyhimde bir kanıt sunulamayınca mahkeme heyeti Türkiye’ye giriş yasağımı oybirliğiyle kaldırdı.

Giriş yasağınızı kaldıran bu karar ne zaman verildi?

Bu karar geçtiğimiz Ağustos ayında çıktı. Avukatım hukuki süreci 2020 Kasım ayında başlattı. Uygur Mahkemesi’nin ilk duruşmasının da olduğu günlerde, 8 Haziran’da oldu ilk duruşmam. Ben gidemedim, avukatım katıldı. İki ay sonra, Ağustos ayında da oybirliğiyle bu karar alındı.

Elimde Göç İdaresi Hudut Genel Müdürlüğü’nün “Bu mahkeme kararının kabul edildiği ve Türkiye’ye girme yasağımın kaldırıldığına” dair 6 Eylül 2021 tarihli yazısı var.

Bundan dolayı Türkiye’ye gittim zaten yoksa gitmezdim. Bir ağabeyimiz hastalandığı için acil gitme durumum oldu. Gittim ama başka bir yasak koymuşlar.

Bunun sadece Çin’in baskısıyla verilen bir siyasi karar olduğunu biliyorum. Çünkü Türkiye’ye benim hiçbir zararım olmayacak, olması da mümkün değil.

Zaten ben Türkiye’ye gitsem de tatil için gideceğim. Çünkü Doğu Türkistan’a gidemiyoruz. Memleketten ayrılalı 27 sene oldu. Ailemizi, kardeşlerimizi göremiyoruz. Memleket hasretini giderebileceğimiz tek yer Türkiye. Türkiye’yi ikinci vatanım olarak görüyorum.

Türkiye’ye gidip faaliyet yapmak ya da siyaset yapmak gibi bir amacım da yok. Biz dünyanın her yerinde Doğu Türkistan’ı anlatıyoruz. Türkiye’de Doğu Türkistan meselesini anlatmamı gerektiren bir şey yok. Çünkü orada bir sürü derneklerimiz, teşkilatlarımız, arkadaşlarımız var. Ellerinden geldikçe bu faaliyetleri yapıyorlar. Benim orada bir faaliyet yapmama gerek yok.

Türkiye’ye gelmekteki amacım sadece ailemle birlikte tatil yapmak, üniversitemi ziyaret etmek, hocalarımla görüşmek, okul arkadaşlarıma selam vermek.

Beni Türkiye’nin kamu güvenliğini bozabilir diye almadılar ama maalesef gerçekten Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit eden ve kamu güvenliğini bozan bir sürü insanın her gün ellerini kollarını sallaya sallaya Türkiye’ye girip çıktığına da şahit oluyoruz.

Dediğimiz gibi bu Çin’in baskısından kaynaklanan bir durum. Çin, Dünya Uygur Kongresi için de “bölücü-terörist teşkilat” diyor. Benim hakkımda bir sürü tutuklama kararı çıkarttı. İnterpol’de kırmızı bültenle arandım. Ama mücadelemizi verdik. Sonunda İnterpol bunun hukuki değil siyasi bir karar olduğunu yıllar geçtikten sonra anladı ve 2018’de bu kararı kaldırdı.

Sanırım İnterpol bu kararı kaldırdığı sırada İnterpol’un başkanı bir Çinliydi.

Aynen. Benim hakkımda karar verildiği dönem İnterpol’un Başkanı, Çinli eski İçişleri Bakan yardımcısıydı. Onun döneminde verildi. O dönemlerde İnterpol’un işleyişi değişmiş. İnterpol içinde bağımsız mahkeme heyeti gibi bir kurum var, İnterpol kararlarını gözden geçiren. 2 sene boyunca avukatlarım epey çalışma yaptı. İnterpol kararlarını veren tarafsız komisyon oybirliğiyle kaldırdı bu kararı. Ama şimdi ben serbestim; o İnterpol başkanı tutuklandı, Çin hapishanesinde şimdi.

Acaba sizden dolayı mı tutuklandı?

Onu bilmiyorum. O da sebeplerinden biri olabilir. Tutuklandığı zaman beni basın kuruluşları aradı, “sizin hakkınızdaki İnterpol kararının kaldırılmasına engel olamadığı için tutuklandı diye duyumlar aldık” dediler.

Çin onu rüşvet suçlamasıyla tutuklamış. Çin’de zaten 2014’ten itibaren bütün muhalifler rüşvet suçlamasıyla tutuklanıyor. Bakanlar, birçok avukat, insan hakları savunucuları hep rüşvet suçlamasıyla tutuklandı. Bazıları belki gerçekten rüşvetle ilgili olabilir ama bazıları da başka şeyler olabilir.

Geçenlerde Serbestiyet’te 12 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Uygur’la ilgili bir haber yayımladık. Çin’de kimisi tutuklu, kimisi hükümlü, kimisinden tam olarak haber alınmamış ama hiçbiri Türkiye’ye gelemiyor. O kişilerin burada yaşayan yakınlarıyla konuştuk. Sizin az önce dediklerinizle bağlantılı olarak doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren bir durum. Buradaki yakınları Dışişleri Bakanlığı’na da başvuru yaptık diyorlar. Siz de bu konuyla ilgili bilgi sahibisinizdir. Neler söylemek istersiniz?

Bu toplama kamplarında sadece Çin vatandaşı olan Doğu Türkistanlılar yok. Doğu Türkistan asıllı ama yabancı ülke vatandaşlığı olan birçok insan da var.

Aslen Doğu Türkistanlı olan Kazakistan vatandaşlarından, akraba ziyareti veya ticaret gibi nedenlerle memlekete gidenler tutuklandı. Sonradan Kazakistan hükümetinin araya girmesiyle bir bölümü bırakıldı. Halen daha Kazakistan, Kırgızistan vatandaşı bırakılmamış insanlar var. Zaman zaman Kazakistan’daki Çin Büyükelçiliği’nin önünde akrabalarından haber alamadığı için eylemler yapan ve Kazak polisi tarafından karakola götürüldüğünü sosyal medyadan paylaşan insanlar var.

Benim de duyduğum -kimisi 100’ün üzerinde diyor, kimisi 200’ün üzerinde diyor- tam sayısını bilemediğimiz Türkiye vatandaşları var. Bazıları Doğu Türkistan asıllı Türk vatandaşları, bazıları Türkiyeli Türk vatandaşlarının Çin hapishanelerinde olduğuna dair haberler duyduk. Ne kadar doğru olduğu ya da kaç kişi olduğu hakkında bir bilgim yok. Resmen Çin hükümeti tarafından yayımlanmış bir bilgi yok elimizde.

Sadece Türkiye’nin değil bir sürü ülkenin vatandaşının Çin hapishanelerinde olduğundan haberimiz var. Mesela geçen hafta Kanada’daydım. Ottava’da Kanada Dışişleri Bakanı’nın başdanışmanıyla görüşmem oldu.

Kanada’nın ikisinin de adı Michael olan iki vatandaşı Çin’de hapis cezasına çarptırılmıştı. Huawei’nin kadın patronu da Kanada’da tutukluydu. Huawei patronu Çin’e iade edildi, iki Michael de Kanada’ya geri geldi.

Doğu Türkistan asıllı Kanada vatandaşı Hüseyin Celil 2005’te akraba ziyareti için Özbekistan’a gittiğinde, Özbekistan tarafından Çin’e teslim edilmişti. Çin’de müebbet hapse çarptırıldı, hâlâ hapishanede.

Kanada’da Dışişleriyle bu meseleyi konuştum. Hüseyin Celil de Michael de Kanada vatandaşı. Hüseyin Celil’in hanımı ve çocukları halen Kanada’da yaşıyor. Gönül isterdi ki iki Michael’in bindiği uçakta Hüseyin Celil de olsaydı.

Kanada Dışişleri’yle konuşma sırasında bazıları Çin asıllı, bazıları Kanadalı olan 160 Kanada vatandaşının Çin’de değişik suçlardan tutuklu olduğunu söylediler. Ben bilmiyordum, şaşırdım.

Belki dendiği gibi Türkiye’nin 100-200 vatandaşı Çin’de tutuklu olabilir. Kanada’nın 160 vatandaşı varmış. Başka hangi ülkelerin ne kadar var bilmiyorum.

Uluslararası hukuka göre Çin’in bu insanları ülkelerine geri vermesi gerek ama Çin hiçbir zaman hukuk tanıyan bir ülke değil. Gerçekten orada Çin yasalarına aykırı hareket etmiş bazı insanlar olabilir ama hiç suçu olmayan insanlar var.

Kamplarda kalmış sonra bırakılmış olanlardan Uygur Mahkemesi’nde tanıklık edenler var. Onların hiçbir suçu yok. Kazak olduğu için, Uygur olduğu için tutuklanmış; 8 ay, 1 sene, 1,5 sene sonra bir şey bulamadıkları için serbest bırakılmış.

Ben inanıyorum ki Çin hapishanelerinde kalan Doğu Türkistanlıların suçu Uygur olmak, Kazak olmak, Türk olmak. Bundan dolayı o hapishanelerde çile çekiyorlar. Benim bildiğim bu.

- Advertisment -