HÜDA PAR, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri öncesinde olduğu gibi 31 Mart yerel seçimlerine giderken de dikkatleri üzerine topladı.
Kimi yerlerde takkeli erkek adayları kimi yerlerde çarşaflı kadın adayları medyanın ve sosyal medyanın dikkatini çeken HÜDA PAR’ın 15 yıldır CHP’nin kazandığı Ankara Yenimahalle’deki adayı ise adını Yılmaz Güney’den alan bir Alevi: Yılmaz Akgül.
Yılmaz Akgül ile Manisa Kula’ya bağlı bir Alevi köyü olan Kenger’de sol bir çevrede başlayan hayatının lise yıllarında Muhsin Yazıcıoğlu ve Büyük Birlik Partisi’yle kesişmesi ile devamındaki yıllarda HÜDA PAR’la süren fikri ve siyasi yolculuğu üzerine konuştuk.
“Sosyalist olmam için tüm altyapı hazırdı”
Yılmaz Bey, hikayenin başından başlayalım. Manisa Kula’da bir Alevi köyü olan Kenger’de doğdunuz. Kenger’de, birçok Alevi köyünde olduğu gibi sol eğilim güçlü müydü?
Elbette, genel alevi sosyokültürel yapısını halen de koruyor köyümüz. CHP başta olmak üzere solun birçok rengine müzahir köylülerimiz var. 24. dönem CHP milletvekili Sakine Öz de köylümüz, akrabamız.
Benim adım Yılmaz Güney’den dolayı Yılmaz. 1977’de benim dışında doğan bir diğer erkek çocuk var, onun adı da Deniz Gezmiş’ten dolayı Deniz. Sosyalist olmamız için tüm altyapı hazırdı aslında.
Ama ortaokulu Selendi ilköğretim bölge okulunda, liseyi de Manisa Lisesi’nde yatılı okumam, o yıllarda sol sosyal etkinin dışında kalmama yol açtı. Bugünkü fikri yapıma ulaşmamda özellikle lise yıllarımın etkisi var.
Kenger köyünde her sene yapılan Selvili Dede Alevi Kültür ve Dayanışma Şenliği’nden.
“Muhsin Yazıcıoğlu’nu ilk defa sonradan Manisa Nizamı Alem Ocakları olacak binada gördüm”
Ne oldu lise çağlarınızda?
Manisa’da liseye başladığım 1992-1993 yıllarında yolumuz Muhsin Yazıcıoğlu ile kesişti. Muhsin Yazıcıoğlu o dönem beraber hareket ettiği kadrolarla birlikte MHP’den ayrılmış, Nizamı Alem Ocakları ile Büyük Birlik Partisi’nin kuruluş çalışmalarını sürdürüyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu; Ökkeş Şendiller (Kenger), Hasan Çağlayan ve diğer bazı arkadaşları ile 1992’nin ikinci yarısında Anadolu’yu dolaşıyordu. Yaptıkları “Millî Mutabakat Çağrısı”na muhataplar bulmaya çalışarak istişare toplantıları düzenliyorlardı.
O sırada MHP’liler, “Peygamber ocağına karşı ocak kurmak” ile suçlayarak bu toplantılara baskınlar yapıyordu. Muhsin Yazıcıoğlu’nu ilk defa bu toplantılardan birinde sonradan Manisa Nizamı Alem Ocakları olacak binada gördüm.
BBP’nin manevi büyüğü, kuruluşundan programına hatta amblemine kadar etkili olan isim Ahmet Er de Alevi’ydi. O da Manisa Akhisar’ın bir Alevi köyü olan Sünnetçiler’dendi. Onun da benim açımdan büyük etkisi oldu.
Bu toplantıların neticesinde önce Nizamı Alem Ocakları, 1993 Ocak ayında da Büyük Birlik Partisi kuruldu. Nizamı Alem Ocakları’nın kurucularından Emir Kuşdemir de Ankara Çubuklu Alevi. Nizamı Alem Ocakları’nın ilk genel başkanı olan Servet Avcı’dan sonra bu göreve gelen kişi de Emir Kuşdemir olmuştu.
Üniversiteyi de yine memleketim Manisa’da, Celal Bayar Üniversitesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nde okudum. Üniversite yıllarımda, lise yıllarımda müdavimi olduğum Nizamı Alem Ocakları’nın ve aynı zamanda da camianın çıkarttığı Gündüz gazetesinin il temsilciliklerini yaptım.
“BBP’nin Alevilerle hiçbir zaman sorunu olmadı”
Bir Alevi köyünde ve sol bir çevrede büyümüş biri olarak BBP’ye ilgi duymanız nasıl oldu? 12 Eylül öncesinde Maraş’ta, Çorum’da Alevi katliamına dönüşen olaylarda ülkücülerin rolü nedeniyle dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ismi Aleviler arasında pek olumlu anılmaz. Siz lise yıllarınızda fikri anlamda nasıl etkilendiniz, BBP hangi hassasiyetlerinize seslenerek sizi kendine çekti?
Beş vakit namaz kılan bir ailenin çocuğu olmasam da “Ya Allah Ya Muhammed Ya Ali” kelamı dilinden düşmeyen, uykuya dalmadan önce “İmanlı ölmeyi Allah’tan dileyen” bir ailenin çocuğu olarak 90’lı yılların başında çevremdeki Allah’a kitaba söven bazı insanların aynı şekilde Muhsin Yazıcıoğlu diye birine sövdüğünü de duyardım. Allah’a, onun peygamberine ve kitabına söven kimselerin bir insanı da aynı sinkaflı cümleler içerisinde anması tuhaf gelmişti bana ve merakımı celbediyordu.
Bizim gibi inançlı insanlar için kalpler Allah’ın elindedir. Sevdiren de sevdirecek olan da odur. Kur’an-ı Kerim’de “Allah muhsinleri sever” buyuruluyor. Biz de tanıdık sevdik, bizim gibi bizden olan Anadolu çocuğu Muhsin Yazıcıoğlu’nu. Gençliğimin baharında yolumu Muhsin başkan ile kesiştiren Allah’a hamd ediyorum. Yediğimiz cebimizden harcadığımız ömrümüzdendir. Her anı helal hoş olsun.
Sorunuzun diğer bir boyutu olarak BBP’nin Alevilik’le, Alevilerle hiçbir zaman sorunu olmadı. Ömrü sosyalizm/komünizm düşüncesi ile mücadeleyle geçmiş bir lider ve hareketi için Alevi düşmanı diye algı oluşturulması, geniş Alevi kitleler üzerinde etkili olan Türk solunun bir propagandasının sonucu.
Manisa Nizamı Alem Ocakları’nın bir liseli çalışması. En önde sağda Yılmaz Akgül.
“Annem aradı, ‘Oğlum terörist olmuşsunuz’ dedi”
Lise ve üniversite yıllarınız BBP ve Nizamı Alem Ocakları çevresinde geçti. Nasıl faaliyetlerin ve eylemlerin içinde yer aldınız?
Adı daha sonra Alperen Ocakları olarak değişen Nizamı Alem Ocakları’nın genel başkanlığına 1995’te Yavuz Ağıralioğlu geldi. Yavuz Ağıralioğlu dönemi, 28 Şubat’a giden süreçte sadece camia içerisinde değil tüm sağ muhafazakar gençlik üzerinde etkili olmuştur. Bizlerin üzerinde bıraktığı izlerin anlaşılması açısından, henüz muhatapları ve şahitleri de henüz hayatta iken iki olayın özellikle hatırlanmasını isterim.
Bülent Arınç’ın kızı Ayşenur bizim üniversitede edebiyat bölümünde okuyordu. Başörtüsü zulmü başlayınca hem bir siyasi hem bir avukat hem de bir baba olarak kızının da aralarında bulunduğu derslere alınmayan öğrencilerin mağduriyetini dile getirip basın toplantısı yapmak üzere Bülent Arınç’ı okula davet etmiştik. O dönem Dinç Bilgin’e ait ATV televizyonu ile Ege’de etkili Yeni Asır gazetesi de görüntüler almıştı bazı yerel yayın organları ile birlikte.
Gündüz çalışmak zorunda olduğum için ikinci öğrenimde okuyordum. O gün eylem 17:00 gibi bitti, derslerimize geçtik. Dersler de 22:00 gibi bitti ve evlere döndük. Ev olarak da Ocak’ın öğrenci evinde, daha net ifadeyle bizatihi Ocak’ta kalıyoruz. Gecenin bir vakti telefon uzun uzun çaldı. Arayan valide sultan; ağlamaklı ve kızgın bir ses tonuyla, “Oğlum dayın televizyonda görmüş terörist olmuşsunuz” dedi.
Sonradan öğrendik ki Dinç Bilgin’in ATV’si, arkadaşlarımızın mağduriyeti dile getirilsin diye yaptığımız eylemi şöyle haber yapmış. Bülent Arınç’ın açıklamasından iki cümle verildikten sonra rektörün yanına geçiliyor. Rektör, 130 kapalı öğrenciden 70’inin uyarılar sonucu başlarını açarak derslere girmeye başladığını, geri kalanlardan 30 öğrencinin de ikna odalarında özel görüşmeyle başlarının açtırıldığını söyledikten sonra son kalan 30 başörtülü öğrencinin de başlarını açmak istediklerini ancak yanlarındaki yasa dışı örgütlere müzahir erkek öğrencilerin tehditleri nedeniyle açamadıklarını söylemiş.
Bu sırada da basın açıklaması sırasında görüntüler ekrana verilmiş ve biz “yasa dışı örgüt mensubu ve başörtülü öğrencileri başlarını açmamaları için tehdit edenler” olarak ekranda işaretle gösterilmişiz. Rektör, “Zamanla bu baskının sona ereceğini ve kalan 30 öğrencinin de başlarını açacağını ve bu şekilde Celal Bayar Üniversitesi’ndeki başörtüsü sorununun çözüleceğine inanıyoruz” demiş.
O bahse konu son 30 başörtülü öğrenci, kapıda jandarma ve polis tedbir aldığı için üniversite binasına zemin kattaki erkek tuvaletlerinin pencerelerinden girerek derslerine devam edebildi ve bu sayede mezun olabildi. Tuvalet pencerelerini menteşelerinden söküp, arkadaşlarımızın oradan girmesini sağlıyorduk. Onlar girdikten sonra menteşeleri yeniden takıyorduk.
Hocalarımız da bizi destekliyordu. Sanırım polisler ve jandarmalar da uygulama konusunda çok da hevesli değillerdi ki hiç müdahale edilmedi. Neticede derslerden sonra arkadaşlar genelde yine normal kapıdan ve başörtülü olarak çıkıyorlardı. Yani istendikten sonra fark edilip engellenmesi çok kısa sürebilirdi. Ama arkadaşlarımızın bu şekilde pencereden binaya girerek derslere devam etmesi dönem sonuna kadar aylarca sürdü.
Ayrıca bir de Yavuz Ağıralioğlu’nun fikri olan erkek öğrencilerin başörtüsü taktığı eylemde başörtüsü takanlardandım. Görsel olarak tam bir facia olsa da 28 Şubat’ın sert ayazında hala gururla andığım bir eylemdi.
“Ne geçmişimi gizledim ne aslımı inkâr ettim”
BBP ve Nizamı Alem Ocakları içinde bulunduğunuz dönemde Alevi bir aileden geldiğinizi söylüyor muydunuz? Partide Alevi olduğunuz biliniyor muydu?
28 Şubat’ta Nizamı Alem Ocakları İl Başkanı iken de Alevi olduğumu gururla söylüyordum. Şu an HÜDA PAR Ankara İl Başkan Yardımcısı iken de aynı şekilde.
İçerisinde bulunduğum hiçbir ortamda ne geçmişimi gizlemek ne de aslımı inkâr etmek aklımın ucundan geçmedi. Aksine iftihar ettim, şükrettim.
“Yazıcıoğlu’ndan Yapıcıoğlu’na geçiş sıkıntılı olmadı. Bir harf için kırılmaya ne hacet”
Peki BBP’den HÜDA PAR’a giden süreç nasıl oldu?
2009’da “Bu millet bize kız istersek verir ama oy istersek vermez” diyen Muhsin Bey vefat etti. Hareketin dominant lideri ölünce egoları frenleyecek, fikri savrulmaları önleyecek bir kurumsallaşma da olmadığı için hareketin içinden onlarca ocak, dernek ve lider ortaya çıktı. 2011 Kongresi’nde delege de alkışları Yavuz Ağıralioğlu’na, oyları Mustafa Destici’ye verince son ümitler de tükendi. Hareketin bir alternatiflik iddiası kalmadı. Önce Nizamı Alem isminden ve iddiasından vazgeçildi. Sonra da mayoz mitoz bölünmelerle toplumsal etki iyice azaldı.
Muhsin başkanın Erbakan gibi maddi mirası yoktu ama manevi mirasının paylaşımı en az onunki kadar tırmalayıcı ve yıpratıcı oldu. Hareketin içerisinden iki parti birçok siyasi çıktı. Mustafa Destici, Selçuk Özdağ, Gültekin Uysal, Yavuz Ağıralioglu, Tuna Koç, Remzi Çayır gibi… BBP’den kopuşum bu süreçte oldu.
HÜDA PAR camiası ile yolum partinin kurulmasından önce dernekleşme sürecinde, 2010-2011 gibi Antalya’da öğretmenlik yaptığım dönemde kesişti. Derneklerin birleşmesiyle önce Mustazaf-Der, onun kapanmasından sonra 2012 Aralık ayında da HÜDA PAR kuruldu. HÜDA PAR’ın kuruluşundan itibaren partinin birçok kademesinde görev aldım.
“Bizi birleştirecek yegâne bayrak tevhid bayrağıdır”, “Allah ve Resulü dışında tartışılmazımız yoktur” diyen Yazıcıoğlu’ndan ilay-ı kelimetullahı savunan ve bunun için aynı Muhsin başkan gibi bedel ödeyen Yapıcıoğlu’na geçiş çok sıkıntı olmadı benim için. Hem bir harf için kırılmaya ne hacet.
Ayrıca koyu Sünni bir yapı içerisinde yetişmiş bir “öteki” olarak, bir Alevi olarak; bünye “çirkin ördek yavrusu” sendromuna alışık, bu duruma şerbetliydim ama Şafî/Hanefî Kürt yoğunluk içerisinde bir Türk Alevi olarak camianın içerisinde hiç “öteki” olmadım çok şükür. Belki pozitif ekstra ilgiye mazhar olmuşumdur.
“Ortak bir müşterekte buluşulamazsa gelecek nesiller de bedel ödemeye devam eder”
Belirttiğiniz gibi HÜDA PAR da BBP gibi muhafazakar bir parti ama BBP aynı zamanda Türk milliyetçisi bir parti. HÜDA PAR ise yine sizin de belirttiğiniz gibi bir Kürt siyasi hareketinden doğuyor. Türk milliyetçisi bir partiden Kürt kadrolarının ağırlıklı olduğu ve Kürt taleplerinin savunulduğu bir partiye geçişi biraz daha açıklayabilir misiniz?
Said-i Nursi, fikri milliyeti; müsbet ve menfi diye ikiye ayırır. Ben her iki kesimin de meşru daire içerisinde farklı olana tahammül ile farklılıkları zenginlik sayarak müsbet kısımda kaldıkları süre içerisinde, “Hepimiz aynı kilimin desenleriyiz” diyerek memleketi sahili selamete kavuşturacaklarını düşünüyorum. Ortak bir müşterekte buluşulamazsa gelecek nesiller de bizim kuşağın ödediği bedelleri ödemeye devam eder giderler.
Hadisi şeriftir, “Sizden biriniz bir yanlış gördüğünde, onu eliyle düzeltsin. Eliyle düzeltemezse diliyle. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin. Ki bu da imanın en zayıf derecesidir” buyuruluyor. Muhsin başkan elinin yettiğini kalbine havale etmeyi zül sayan biriydi. Bu gelenekten gelen biri olarak gayret ehli olarak tanıdığım gördüğüm, inandığım HÜDA PAR’a intibak çok zor olmadı.
“Türkiye son 30 yılda sosyolojik bir dönüşüm geçirdi, toplumca rehabilite olduk”
HÜDA PAR’ın Türkiye siyasetine nasıl bir katkı yapabileceğini düşünüyorsunuz?
Siyasetin hem mekteplisi hem de alaylısı olarak son kırk yılı “ver kurtul ile vur kurtul” arasına sıkışmış memleketin HÜDA PAR’a ve onun topluma sunduğu alternatife ihtiyacı olduğunu değerlendiriyorum. Aynı şekilde benim de hasbelkader hayat ve siyasi tecrübemin buna katkı sağlayabileceğini düşünmem sebebiyle hareket içerisinde aktif görevler aldım.
Şahsen Türkiye’nin son 30 yılda sosyolojik bir değişim dönüşüm geçirdiğini, toplum olarak rehabilite olduğumuzu düşünüyorum. Bu değişim, bu ülkenin “ötekilerini”; Alevilik konusunu da Kürt meselesini de geniş İslami muhafazakâr camiaları da kapsıyor. Hatta özellikle bu konularda hızlı bir dönüşüm var diye düşünüyorum.
Ülkenin yaşadığı bu değişim ve dönüşüm içerisinde HÜDA PAR’ın sunduğu alternatiflerin, çözümlerinin topluma iyi geleceğini değerlendiriyorum. Özellikle bölgede toplumun sosyolojik yapısı ile temsiliyeti arasında makas çok açık başta bölge olmak üzere tüm memleketin HÜDA PAR’a ihtiyacı olduğunu görüyorum.
Parti programındaki vaadlerinin; ülkenin batısından en doğusuna, en güneyinden en kuzeyine toplumun her kesimine mezhep, meşrep etnik köken ayrımı yapmadan herkese iyi geleceğine inanıyorum. 12 yıllık geçmişinde parti menfaati ile insanımızın, memleketin çıkarları çakıştığında memleketin menfaatini öncelemiş bu duruşu da toplumda karşılık bulmuştur. Ben bunu başta aday olduğum Yenimahalle’de esnaf ve vatandaşlarımızı ziyaretlerimizde görüyorum.
Vatandaşlarımız, “On yıldır duamızı almayı başardınız. Daha fazla görünür olarak daha fazla çalışarak umarım oyumuzu almayı da başarırsınız” diyor. HÜDA PAR’ın söyleminin toplumda karşılık bulduğunu ülkenin geleceğinde de çok konuşulacagını söz sahibi olacağına inancım tam. Son seçimlerde buna hep beraber şahitlik ettik.
“Alevi olduğumu her zaman her yerde gururla söylerim”
Siz kendinizi Alevi olarak tanımlıyor musunuz?
Alevi olduğumu her zaman her yerde gururla söylerim. Söylediğim gibi köyümün ve akrabalarımın tamamı da Alevi.
Benim de başkan yardımcısı olduğum köy derneği halen köyümüze cemevi kazandırmak için çalışmalarını sürdürüyor.