Ana SayfaÖZEL HABERTARTIŞMA | OHAL ilanı: Gerekli miydi, sonuçları ne olur?

TARTIŞMA | OHAL ilanı: Gerekli miydi, sonuçları ne olur?

Av. Ergin Cinmen: “Erdoğan’ın OHAL isteği Anayasanın 15. Maddesinde yazılı yetkiye sahip olma isteğinden kaynaklanmaktadır. Bu maddeye göre OHAL ilan edildiğinde o yerlerde ‘Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması da durdurulabilecektir’”, Prof. Levent Korkut: “Demokratik bir toplum düzeninde olağanüstü hâl iktidara değil topluma yarar sağlar”, Prof. Serap Yazıcı: ““Valiler, yasanın kendilerine sunduğu yetkileri kullansaydı olağanüstü hal ilanına ihtiyaç kalmayabilirdi.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Şubat Salı günü depremden etkilenen 10 şehirde OHAL ilan edildiğini açıkladı. Karar, 8 Şubat’ta Resmî Gazete’de yayımlandı. Böylece, depremin ilk gününden itibaren başlayan ‘OHAL ilan edilmeli mi, edilmemeli mi?’ tartışmaları yerini ‘gerekli miydi, sonuçları ne olur?’ tartışmasına bıraktı. Av. Ergin Cinmen, Medipol Üniversitesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Korkut ve Gelecek Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı OHAL kararını Serbestiyet’e değerlendirdi.

İktidarın deprem sebebiyle ilan ettiği OHAL gerekli miydi? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde cumhurbaşkanının yetkileri, OHAL ilan etmeden de sürecin yürütülmesi için yeterli olmaz mıydı? OHAL kararı siyaseten bir baskı aracına dönüştürülebilir mi? Bu kararın ardından seçimlerin ertelenmesi gündeme gelebilir mi?

Av. Ergin Cinmen: “Özellikle seçim dönemine girilirken ‘yaşanan deprem nedeniyle’ OHAL ilanına hiçbir şekilde gerek bulunmamaktadır”

Anayasanın 119/1.,5. Maddesine göre “tabii afet” nedeniyle OHAL ilan edilebilir. 

Ancak yaşadığımız bu afeti tanımlayan ve hatta, “afete uğraması ‘muhtemel’ yerlerle ilgili olarak çıkarılan iki kanun var ki, siyasi otoritenin kullanmak isteyeceği bütün yetkileri içermektedir.

1. 7269 Sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınması Gereken Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun ve 2. “İller İdaresi Kanunu”.

7269 Sayılı Yasanın 6. Maddesinde şöyle denmektedir:

“Mülkiye amirlerine verilen olağanüstü yetkiler

MADDE 6

Değişik: 2/7/1968 – 1051/1 md.

Afetlerin meydana gelmesinden sonra vali ve kaymakamlar (Askerler ve hakim sınıfından bulunanlar hariç olmak üzere) 18 – 65 yaş arasındaki bütün erkeklere görev vermeye, bedeli, ücreti veya kirası sonradan ödenmek üzere canlı, cansız, resmi ve özel her türlü taşıt araçlarına ve gerekli makina, alat ve edevatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi olmaksızın tedavi, kurtarma, yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle bu gibi işlerin gerektirdiği acil satınalmaları ve kiralamayı yapmaya, Devlete, mahalli idarelere, evkafa, İktisadi Devlet Teşekkülleri ile bunlara bağlı kurumlara ilişkin her türlü taşınmaz malları; yetmemesi halinde de diğer tüzel kişiler ile gerçek kişilere ait bina ve müştemilatı ile bahçe ve arsa gibi araziyi geçici olarak işgale yetkilidir.

“Bu yetkinin kullanma süresi, afetin sona ermesinden itibaren 15 gündür. Bu süre, gerektiğinde İmar ve İskan Bakanlığınca uzatılabilir (…)”

Mükellefiyetler başlıkla 7. Maddede;

“Afet bölgelerinde veya civarında bulunan ordu, jandarma, kıta birlik ve müessese kumandanları, hazarda, kendilerinden vali veya kaymakamlar tarafından istenilecek yardımları üstlerinden emir beklemeksizin yapmaya mecburdurlar.”

MADDE 8:

“Rasat istasyonları vuku muhtemel afetleri bu bölgelerin en büyük mülkiye amirine derhal bildirmeye mecburdurlar.

“Ellerinde muhabere vasıtaları, haber ulaştırma imkanları bulunan mülki ve askeri bütün resmi makam ve müesseseler afetlerin vukuu haberini mahallin en büyük mülkiye amirine derhal bildirmekle mükelleftir.(…)

MADDE 9:

“Bu kanunda yazılı afetlerin vukuunda ilk yardımları mahallerine yetiştirmek maksadiyle bu bölgelere mülkiye amirleri ve alakalı makam ve müesseseler tarafından gönderilecek kurtarma ve yardım ekipleri, her türlü malzeme, makina, alat, yiyecek, giyecek ve barınma eşya ve maddeleri, umumi, hususi ve mülhak bütçeli idarelerle bunlara bağlı müesseseler ve İktisadi Devlet Teşekküllerinin, vilayetlere, belediye ve köylere ait olan ve bunlara bağlı bulunan müesseselerin elinde bulunan her türlü kara, deniz, ve hava nakil vasıtaları ile, bedeli sonradan ödenmek üzere, sevk edilir. İhtiyaç hissedilen mahallerde bu mecburiyet ve mükellefiyetler hakiki şahıslarla her türlü şirket ve müesseselere de teşmil edilebilir.”

Sonuç: Temel hak ve hürriyetler meselesi

Yasanın tümü göz önüne alındığında yalnızca uğranılan afetten sonra değil; “afete uğraması muhtemel” hallerde ve yerlerde dahi idarenin yukarıda yazılı olan yetkileri bulunmaktadır.

5442 Sayılı İl İdaresi Yasasında da yetkiler sayılmaktadır: 

Yasanın 9/A maddesine göre afet nedeniyle Valiler ve Kaymakamlar her türlü olağanüstü yetkiyi gerek yalnızca kendileri ve gerekse Cumhurbaşkanı ve onun yardımcıları vasıtası ile kullanabilirler.  

Tüm bu hukuki duruma rağmen Erdoğan’ın OHAL ilan etme iradesinin asıl nedeni Anayasanın 119/5. Maddesinin atıfta bulunduğu Anayasanın 15. Maddesinde yazılı yetkiye sahip olma isteğinden kaynaklanmaktadır. Bu maddeye göre OHAL ilan edildiğinde o yerlerde “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması da durdurulabilecektir.”

Yani OHAL düzeninde Twitter, bant daraltmasının dışında yasaklanabilecektir.

“Bunun depremle ne ilgisi var” diyene ise OHAL gerekçe gösterilebilecektir.

Şimdi Erdoğan’a sormak gerekmektedir. 7269 sayılı yasa ile 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunundan kaynaklanan yetkilerin dışında hangi yetkiye ihtiyacınız var da OHAL düzeni istiyorsunuz?

Bunun yanıtını merakla bekliyorum.

Levent Korkut: “Demokratik bir toplum düzeninde olağanüstü hâl iktidara değil topluma yarar sağlar”

Karşı karşıya kalınan doğal felaketin büyüklüğü, yıkımın boyutları ve etkilediği alan dikkate alındığında olağanüstü hâl ilan edilmesi gerekir. Diğer ülkelerde çok daha hafif doğal felaketlerde dahi olağanüstü hâl ilan edilmektedir. Böylesine büyük bir afette normal dönemlerde söz konusu olmayacak bazı tedbirlerin alınması gerekebilir.

Olağanüstü hâl ilanında yürütme organının nasıl yapılandığı ve etkisi değil, yapılacak sınırlandırmaların hukuk devletine uygunluğu öne çıkmaktadır. Bu çerçevede geçtiğimiz pandemi döneminde alınan önlemlerin önemli bir kısmının hukuki bir dayanağının olmadığı hatırlanmalıdır. Olağanüstü hâl hukuki bir rejimdir, yeter ki temel anayasal ilkelere uygun davranılsın. Üstelik olağanüstü hâl sadece hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması amacıyla değil, normal dönemlerden farklı, hızlandırılmış usullerin ve desteklerin sağlanması amacıyla da kullanılabilir.

Hak ve özgürlüklerin bir kısmı sınırlandırılırken, bireyleri destekleyen ve güçlendiren önlemlerin alınması da mümkündür. Bu nedenle mevcut durum çerçevesinde konu olağanüstü hâl ilanından çok olağanüstü hâl rejiminin nasıl yönetileceği ve bu dönemde yapılacak tasarruflarla ilgilidir.

Öncelikle, olağanüstü hâl sadece durumun gerektirdiği olağanüstü tedbirlerin alınmasını amaçlamalı, olağanüstü hâl rejiminin verdiği yetkiler kullanılarak hak ve özgürlüklere gereksiz, ölçüsüz ve demokratik toplum düzeni ile bağdaşmayan sınırlamalar getirilmemelidir. Olağanüstü hâl devlet organları ve idareye olağanüstü yetkiler vermektedir. Bu yetkilerin kullanılmasında titizlikle davranılmalı, danışma, görüş alma, katılımcı yöntemlere başvurma, şeffaflık önde tutulan ilkeler olmalıdır.

Demokratik bir toplum düzeninde olağanüstü hâl iktidara değil topluma yarar sağlar. Bu söylenenler ışığında, Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları ve insani hukuk sözleşmeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı yanında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ile İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’ne bağlı Aktörlerarası Daimî Komite tarafından yayınlanan rehber ve taslak çalışmalardaki ilkeler dikkate alınmalıdır. Bu çalışmalar doğal felaketlerde koruma faaliyetlerinin hak temelli yaklaşımla gerçekleştirilmesi ilkesinden hareket etmektedir.

Yaygın bir iletişim ve bilgilendirme ağı kurulmalı, şeffaflık sağlanmalı, muhalefet partileri ve sivil toplum örgütleri ile diyalog ve iş birliği oluşturulmalı, sivil toplum örgütleri ile muhalefet partilerinin temsilcileri kriz masalarına dahil edilmeli, olağanüstü hâl çerçevesinde hızlı işleyen şikâyet mekanizmaları oluşturulmalı, mahkemelerin, özellikle de idari mahkemelerin daha hızlı çalışmasına olanak sağlayacak tedbirler alınmalıdır. Toplumun bilgi edinme hakkı sınırlanmamalı, partizan uygulamalardan kaçınılmalı, yerel yönetimlere hareket alanı tanıyan düzenlemeler yapılmalıdır.

Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu bölgede çalışma birimleri oluşturmalı, düzenli raporlar hazırlayarak özellikle ayrımcılık temelli uygulamaların önlenmesi, şeffaflığın sağlanması, hak ve özgürlüklerin korunması alanlarında izleme ve raporlama faaliyetlerinde bulunmalıdır.

Yaklaşan seçim dönemi nedeniyle olağanüstü hâl uygulamalarında siyasi partilerin faaliyetlerini engelleyecek tasarruflardan kaçınılmalıdır. Afet bölgesinin genişliği nedeniyle siyasi partilerin kısıtlandığı bir ortamda seçimlere gölge düşeceği gerçeği unutulmamalıdır. Bu nedenle siyasi özgürlükler ve seçimlerle ilgili düzenlemeler ancak zorunluluk hallerinde ve tüm siyasi partilerin uzlaşması ile hayata geçirilmelidir. Seçim bölgesi dışına göç eden vatandaşların seçimlere katılımlarını sağlayacak önlemler alınmalıdır.

Olağanüstü hâl rejimi çerçevesinde gerçekleştirilecek tüm faaliyet ve düzenlemeler Türkiye’nin üyesi bulunduğu başta Avrupa Konseyi ve Konseyin ilgili birimleri ile Venedik Komisyonu olmak üzere uluslararası örgütlerle paylaşılmalı, görüş ve önerileri alınmalıdır. Ulusal düzeyde sağlanan diyalog ortamı uluslararası düzeyde de gerçekleştirilmelidir.

Türkiye’nin yakın tarihinde yürürlüğe konulan olağanüstü hâl rejimleri bu ilkelere hep uzak durdu. Normal dönemlerde de bu ilkelere ne kadar uygun davranıldığı tartışılır. Bir olağanüstü hâl uygulamasının bireylere ve topluma fayda sağlayabilmesi, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine uyumu ancak yukarıdaki ana ilkelere uygun davranmakla mümkün olabilir.

1982 Anayasası’nın Seçimlerin Geriye Bırakılması ve Ara Seçimler başlığını taşıyan 78’inci maddesinin ilk fıkrasına göre ‘Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.’ Bu düzenleme seçimlerin ertelenmesini ‘savaş’ koşuluna bağlamıştır. Savaş dışı olağanüstü nedenlerle seçimlerin ertelenebilmesi tartışılabilecek bir konu olmakla birlikte mevcut anayasa çerçevesinde ‘savaş’ hali dışında böyle bir tasarrufta bulunulamayacağı açıktır.

Serap Yazıcı: “Valiler, yasanın kendilerine sunduğu yetkileri kullansaydı olağanüstü hal ilanına ihtiyaç kalmayabilirdi”

6 Şubat’ta merkezi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan 7,8 büyüklüğündeki depremin büyük bir hasar yarattığını kabul etmek gerekir. Üstelik depremin yol açtığı yıkımın on kenti içine alması, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı afetin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Böyle olmakla beraber olağanüstü hal ilanı, son çare olarak başvurulması gereken bir tedbirdir. OHAL ilanına gelinceye kadar kamu makamlarının, özellikle Afet ve Acil Durum Başkanlığı’nın (AFAD) sahip oldukları olağan yetkileri etkin bir biçimde kullanıp kullanmadıkları, tartışılması gereken önemli bir husustur.

Bu analizi yapabilmek için AFAD’a kuruluş kanunuyla verilen görevleri incelemek gerekir. Basın-yayın organlarından edindiğimiz veriler ışığında AFAD’ın depremden hasar gören bölgelere ulaştırılması gereken yardımları etkin bir biçimde koordine edebildiğini söylemek güç görünmektedir.

Sorulması gereken diğer soru ise bu tür tabiî afetlerde vatandaşa en hızlı ve en etkin olarak hizmet verebilecek tecrübeye ve donanıma sahip olan Türk Silahlı Kuvvetlerinden destek alınmamasının gerekçesinin ne olduğu meselesidir.

Nihayet bu bağlamda İl İdaresi Kanununun 11. maddesinin D bendi ile valiliklere oldukça geniş yetkiler sunulduğunun belirtilmesi gerekir. Bu madde şöyledir: “Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dâhil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.’

Acaba valiler, yukarı aktardığımız maddenin kendilerine sunduğu yetkileri kullanmışlar mıdır? Bu yetkiler etkin olarak kullanılsaydı olağanüstü hal ilanına ihtiyaç kalmayabilirdi.

Nihayet sorunuzun en can alıcı noktasına gelelim. Anayasamızın 119. maddesi, Cumhurbaşkanına tabiî afet hallerinde süresi altı ayı aşmayacak biçimde OHAL ilan etme yetkisi sunmaktadır. Cumhurbaşkanının 8 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayınlanan kararına göre üç ay süreyle olağanüstü hal kararı verilmiştir. Bu kararın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmasıyla birlikte on kent, 7 Mayıs’a kadar olağanüstü hal ile yönetilecektir.

Böylece Cumhurbaşkanı, Anayasanın 119. maddesinin 6. fıkrasının tanıdığı yetkiyi kullanarak olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri yayımlayabilecektir. Bu kararnameler, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini normal zamanlara kıyasla daha etkili olarak sınırlayan hükümlere yer verebilecektir.

Cumhurbaşkanının 8 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayınlanan OHAL kararı, sadece on ili kapsamaktadır. Bundan ortaya çıkması gereken sonuç, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin sadece on ille sınırlı olması gerektiği yönündedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin kararları bunu teyit etmektedir.

Ne var ki 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılması kapsamında uygulamaya konulan ve iki yıl süren olağanüstü hal yönetimi çerçevesinde kabul edilen kanun hükmünde kararnameler, anayasal sınırları aşan pek çok hükme yer verdikleri halde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmemiştir. Bu tecrübe neticesinde üç ay uygulamada kalacak olan olağanüstü hal çerçevesinde kabul edilecek kanun hükmünde kararnamelerin anayasal sınırlar içinde kalıp kalmayacağı, tartışmaya değer bir konudur. Dahası, önümüzdeki üç aylık süreç, seçim takvimini içine alacaktır. Bu süre içinde olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle ifade hürriyetinin sınırlanması, seçimlerin serbestliği ve yarışmacılığına gölge düşürebilecektir.

Gelelim son sorunuza. Olağanüstü hal ilanı, seçimlerin ertelenme sebebi değildir. Anayasamız, 78. maddesiyle seçimlerin sadece savaş halinde ertelenebileceğini düzenlemektedir. Bu hüküm şöyledir: “Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.

- Advertisment -