[24 Nisan 2020] Örneğin yeni ölümlerin 117’yken 115 olmasına hayli komik bir şekilde “düşüş” deniyor (buna ayrıca geleceğim). Ya da, nicel bilgiler o kadar iyi değilse, acı ilâcı yutturmadan önce başka tatlar öne çıkarılıyor. Bu bir gün (dünyada başka kimsenin uygulamadığı iddia edilen) “filyasyon” yöntemi olabiliyor, başka bir gün yerli üretim 100 yeni solunum cihazı (respiratör). Ancak bunlardan sonra sıra son 24 saatin verilerine, oradan da “iyiyiz ama sakın gevşemeyelim” uyarılarına geliyor. Devamında ekrana gelen panellerde, en azından bazıları Türkiye’nin bu alanda da bir destan yazdığını vurguluyor. Sosyal medyada troller “korku pompalayanlara” saldırıyor.
Yanlış anlaşılmasın; bu tavrın zıddında ben son 40 gün boyunca herşeyin kötü gittiği kanısında değilim. Ama daha erken ve daha radikal davranılsaydı durumun çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Bu arada, aklıma takılan bazı sorular da olmuyor değil. Bazılarının cevaplarını biliyor, bazılarının bilmiyorum. Aşağıda bu noktaları sıralamaya çalışacağım.
(1) Türkiye çok mu test yapıyor? Ya da, ister filyasyonlu ister filyasyonsuz, günlük ve toplam test sayıları yeterli mi? Dünyanın neresindeyiz? Bunun karşılığı çok kolay: 54. sıradayız. Bu konuda anlamlı gösterge, toplam test sayısı değil, milyon nüfus başına test sayısı. Bu ölçüte göre, bugün, yani 24 Nisan sabahı itibariyle bize kadarki ülkeler şöyle sıralanıyor (ve bazı çok küçüklerin yanısıra, siyah yazdığım 19 nisbeten dişe dokunur Avrupa ülkesi Türkiye’nin üzerinde yer alıyor):
Faroe Adaları 132,165; İzlanda 132,143; Falkland Adaları 96,839; BAE 79,875; Cebelitarık 61,203; Malta 60,721; Lüksemburg 58,933; Bahreyn 58,787; San Marino 56,851; Estonya 34,889; Kıbrıs 33,747; Litvanya 33,425; Man Adası 31,447; Portekiz 29,473; Brunei 28,413;Norveç 28,055; İsrail 27,763; İsviçre 27,182; İtalya 26,131; Katar 25,497; Almanya 24,738;Liechtenstein 23,605; Avusturya 22,854; Letonya 22,840; İrlanda 22,598; Yeni Zelanda 22,446; Slovenya 21,984; Andorra 21,653; 21,638; Grönland 20,257; İspanya 19,896; Manş Adaları 19,095; Çekya 19,014; Avustralya 18,917; Hong Kong 17,579; Rusya 17,474; Kanada 16,822; Singapur 16,203; Belçika 15,502; Bermuda 15,238; ABD 14,428; Aruba 14,377; Yeni Kaledonya 13,842; Belarus 12,968; Finlandiya 12,814; Venezuela 12,211; Cayman Adaları 11,838; Bhutan 11,603; Güney Kore 11,499; Slovakya 11,221; Hollanda 10,913; Cibuti 10,748; Azerbaycan 10,674; Mauritius 10,092; Türkiye 9,390.
(2) Vaka artış hızı düşüyor mu? Ya da ne kadar düşüyor? Bu düşüş yeterli mi? Pek öyle gözükmüyor. Düşmesine düşüyor ama (a) çok yükseklerden, yüzde 15-17’lerden başladığımız için düşüyor. (b) Chicago Üniversitesi’nden iktisatçı Prof. Uğur Akçiğit’in 3 Nisan tweet’lerinde dikkat çektiği, bundan sonraki iki haftada yüzde 9 düzeyinde olması tehlikesi (bkz 17 Nisan yazım: Bize nasıl yalan söyleniyor?) gerçekleşmişe benziyor, zira 4-17 Nisan ortalamalarının ortalaması tam yüzde 10 çıkıyor. Yüzde 9’un altına düşüşler ancak 12 Nisan’dan sonra beliriyor ve (c) Uğur Akçiğit’in, İtalya-İspanya tarzı bir felâket patikasından çıkmak için gerekli gördüğü yüzde 2’nin hâlâ üzerinde, hem de epey üzerinde kalıyor. Bu zaman serisini aynen veriyorum.
Önceki günün
Günlük yeni vaka toplam vaka sayısı Artış yüzdesi
30 Mart 1610 9,217 17.5 %
31 Mart 2704 10,827 24.9
1 Nisan 2148 13,531 15.9
2 Nisan 2456 15,769 15.6
3 Nisan 2789 18,135 15.4
4 Nisan 3013 20,921 14.4
5 Nisan 3135 23,934 13.1
6 Nisan 3148 27,069 11.6
7 Nisan 3892 30,217 12.9
8 Nisan 4117 34,109 12.1
9 Nisan 4056 38,226 10.6
10 Nisan 4747 42,282 11.2
11 Nisan 5138 47,029 10.9
12 Nisan 4789 52,167 9.2
13 Nisan 4093 56,956 7.2
14 Nisan 4062 61,049 6.7
15 Nisan 4281 65,111 6.6
16 Nisan 4801 69,392 6.9
17 Nisan 4353 74,193 6.6
18 Nisan 3783 78,546 4.8
19 Nisan 3977 82,329 4.8
20 Nisan 4676 86,306 5.4
21 Nisan 4611 90,980 5.1
22 Nisan 3083 95,591 3.4
23 Nisan 3116 98,674 3.1
24 Nisan 101,790
(3) Günlük ölüm sayıları ve toplam ölüm/toplam vaka oranı ne kadar gerçekçi? Keşke böyle olsa diyorum ama çeşitli şüphelerden de kurtaramıyorum kendimi. Birincisi, toplam vaka sayısının 100,000’i aştığı bir ülkede, toplam ölüm sayısı nasıl 2500’ün altında kalabilir? İkincisi, günlük ölüm sayısı 4-7 Nisan arasında 76-73-75-76, 9-13 Nisan arasında 96-98-95-97-98, 15 Nisan’dan bu yana da 115-125-126-121-127-123-119-117-115 şeklinde gitti. Büyük rakamların söz konusu olduğu stokastik süreçlerde böyle bir istikrar nasıl oluşabilir?
Üçüncü kaygım da buna benzeyen bir diğer istatistik sorunu. 4-13 Nisan arasındaki on günde, toplam ölüm sayısının toplam vaka sayısına oranı hep yüzde 2.1 oldu. Ortalama değil; her bir gün böyle çıktı (bkz 14 Nisan yazım: Nasıl olabilir? Neden olamaz?). İşte o gün, çeşitli web sitelerinde ve sosyal medyada herkes farketti bu garabeti. Bilim Kurulu üyesi Ateş Kara, Halk TV’ye çıktığında kem küm etti ve ciddi hiçbir şey söyleyemedi. Fakat ne oldu? On gün hiç oynamayan bu oran, yapay sabitliği farkedildiği andan itibaren değişmeye başladı. 14-16 Nisan’da yüzde 2.2’ye, 17-19 Nisan’da 2.3’e, 20-23 Nisan’da 2.4’e yükseldi. Bu da tamamen tesadüf mü? Bilimsel anlamda “rastgele” (random) bir olay mı? Yoksa Matrix’te yaşamanın bir türevi mi?
(4) Türkiye kimsenin kıymetini bilmediği bir tedaviyi mi keşfetti? Düşük ölüm oranının ardında hidroksiklorokin mi yatıyor? Zaman zaman akşam haberlerinde bir de bu hava esmekte. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca birkaç defa bunu da zikretti. Adını vermeksizin, özellikle ağır vakalarda sıtma ilâcı hidroksiklorokin kullandıklarını ve çoğu kişinin bu sayede kurtulduğunu imâ etti. Stokta 1 milyon kutu bulunduğu için kimsenin endişelenmemesi gerektiğini söyledi.
Çok şüpheli, çünkü hiçbir bilimsel konsensüs veya prosedüre uymuyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) bu doğrultuda hiçbir net veri veya kanıt olmadığının defalarca altını çizdi. Bir ara ABD başkanı Trump da atladı bu iddianın üzerine (unutmayalım ki şimdi de “ışık ve ısı” diyor; insanları UV radyasyonuna maruz bırakmaktan, ya da dezenfektan enjekte etmekten dem vuruyor). Fakat kendi danışmanlarınca da desteklenmeyince, bıraktı peşini. Üstelik son haberlere göre, ABD’de bir devlet hastanesinde yapılan bir araştırma, hidroksiklorokin tedavisi gören hastalar arasındaki ölüm oranının, hidroksiklorokin tedavisi görmeyenlere göre daha yüksek olduğu sonucuna ulaştı.
Hal böyleyken, Türkiye’nin hidroksiklorokin tedavisinden âdetâ mucizevî sonuçlar aldığı iddiasının dayanakları nedir? Tıp (ve her türlü bilim) alanında bunun standart prosedürü nedir, biliyoruz: kontrollü bir deney yapmak (ya da madem hızla uygulamaya geçilmek zorunda kaldı, onun sonuçlarını gene bir kontrol grubuyla karşılaştırarak topatlamak)… ve yayınlamak. Fakat hani, bu bilimsel yayın veya yayınlar nerede? Türkiye hastanelerinde ve özellikle yoğun bakım ünitelerinde bu tedavi yaygın olarak kullanılıyorsa, sonuçları meselâ Dünya Sağlık Örgütü’ne, daha genel olarak uluslararası tıp âlemine rapor ediliyor mu? Böyle bir başarı varsa, bilim dünyasından esirgenir mi? Tersten soralım. Neden dış basında bundan hiç söz edilmiyor? Türkiye’nin hidroksiklorokin kullandığı ve ölüm oranını bu sayede düşük tuttuğu anlatılmıyor?