Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin başbakanı olarak “öfkenin bir hitabet sanatı” olduğunu söylediğinde iktidarının altıncı yılındaydı (2008) ve partisinin başarı çizgisi, Etyen Mahçupyan’ın başlangıçta müstehzi gülümsemelerle karşılanan “en az dört dönem daha iktidardalar” kehanetini doğrular bir hat izliyordu.
Erdoğan, o zamanlar insanların o duyguyu bir samimiyet işareti, kendini mücadelesine adamışlığın bir göstergesi olarak algılayıp onaylayacağını düşünüyordu ki yanlış bir hesap değildi bu. Siyasi rakiplerinin, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) tabanında tepkiye yol açan çıkışları karşısında (mesela başörtüsü yasağı) Erdoğan’ın sergilediği öfkeli dil tam da böyle “inandığına bütün varlığıyla inanan siyaset adamı” imajını yerleştirmede son derece işlevsel bir rol oynuyordu. Burada kritik nokta, öfkeli dilin eşlik ettiği siyasi eylemin “doğru” olmasıydı ki, sözünü ettiğim dönemlerde burada bir sorun yoktu.
Zor koşullar ve öfkenin hakiki versiyonu
Ne var ki, öfkeyi bir “sanat” olarak kullanmaya devam edebilmek, bir anlamda “öfke oyunu”nu oynayabilmek için hakiki bir öfkeye yol açacak zor koşulların (konumuz bakımından iktidarı kaybetme endişesi yaratacak kadar zor koşulların) oluşmaması gerekir. Erdoğan bu öfke oyununu seçimi kaybetme ihtimalinin çok çok zayıf olduğu dönemlerde oynayabildi. Fakat ne zaman ki işler zorlaşmaya başladı, ufukta yenilgi ve kaybetme ihtimali belirdi, işte o zaman öfkesi “oyun” olmaktan çıkıp hakiki bir karakter kazandı, denetlenmesi zorlaştı ve bu da ona büyük hatalar yaptırmaya başladı. Çünkü öfke, bizi meşruiyet sınırlarımızı zorlamaya iten ve denetlenmediği takdirde bize o sınırları aştıran şeydir.
Muhtemel bir itiraz: “Hata değil, kutuplaştırma siyasetinin bilinçli tercihleri”
Burada bir parantez açıp, şimdiye kadar yazdıklarımın akla getirebileceği bir itiraza cevap vermek isterim.
Denebilir ki, Erdoğan’ın esas siyaseti kutuplaştırmadır ve bu, ölçülüp biçilerek, akılla oluşturulmuş bir siyasettir. Dolayısıyla, bu siyaset yürütülürken ortaya konan öfke dili yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü o dil, o siyasetin yine akıllıca oynanan bir parçasıdır. Yine, hata gibi görülen şeyler de öfkenin yol açtığı sonuçlar değil, kutuplaştırmayı büyütmenin bilinçli araçlarıdır.
Bu itirazın birinci bölümüne, yani Erdoğan’ın siyaset oyununu esas olarak bilinçli olarak oluşturulmuş bir kutuplaştırma siyasetine dayandırdığına tabii ki hiçbir itirazım olamaz. Bununla ilgili olarak o kadar çok yazı yazdım ki, itiraz etmem kendimle çok büyük bir çelişki içine düşmem anlamına gelir. (Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetine karar vermesinin başlangıcını anlattığım şu yazıyı tam burada hatırlatmak isterim: İktidarı kutuplaşmada gördüler ve ülkenin canına okudular: Baykal 1993, Erdoğan 2013, Serbestiyet, 3 Aralık 2018).
“Mert adam”dan “mertliğe sığmayan işler yapan adam”a
Fakat itirazın ikinci bölümüne, yani “ölümcül hata” gibi görülen tavırların da aslında hata olmayıp kutuplaştırmayı daha da derinleştirmek için baş vurulmuş bilinçli tercihler olduğu görüşüne katılamam…
Doğru, öfkeli bir dil kutuplaştırma siyasetinin mütemmim cüzüdür; siz zaten vaz’ettiğiniz “doğrularınızı” sorgusuz sualsiz benimseyecek bir taban oluşturmak istediğiniz için öfke dilini yardıma çağırırsınız. Fakat bunu yaparken kitleniz, yani öfkenizde bir samimiyet, bir “mertlik” bulanlar, öfkenizin eşlik ettiği eylemlerinizi gönülden desteklemeli, en azından haklı olmayabileceğiniz hususunda zihinlerinde istifham oluşmamalıdır. Aksi takdirde, “öfke sanatı”nı kullanarak yarattığınız “mert adam” izlenimi “mertliğe sığmayan işler yapan adam”a dönüşüverir.
Bu son söylediklerimi örnekleyeyim: Erdoğan, mesela son yıllarda yürüttüğü yurtdışı askeri operasyonlar konusunda muhalefetle giriştiği öfkeli polemikte ciddi bir itibar kaybına uğramadı. Yani o bağlamda kullandığı öfkeli dil onun “mert adam” imajına halel getirmedi, hatta belki bir ölçüde tahkim bile etti.
Buna karşılık son dört-beş yıla sığan üç büyük siyasi tercihinde, o tercihlere eşlik eden öfkeli dil tam tersi bir sonuca yol açtı. Çünkü bu eylemler, yurtdışı operasyonlarda olduğunun tersine, kendisini destekleyen kitleler içinde de soru işaretlerine yol açtı ve bunlar “mertliğe sığmayan işler” biçiminde kodlandığı ölçüde büyük hatalar olarak iktidarın defterine işlendi. Bu hatalı tercihlerden ikisinin sonuçlarını gördük (Kürt illerindeki kayyım atamaları ve İstanbul seçimlerinin iptali), birinin sonuçlarını da önümüzdeki dönemde göreceğiz (seçilmiş belediyeleri çalıştırmama yönündeki gayretler).
“Mertliğe sığmayan işler”de ısrar
“Mertliğe sığmayan işler”de ısrarın arzu edilenin tam tersi sonuçlar doğurduğunu göre göre aynı hataların neden bir daha, bir daha tekrar edildiği sorusu haklı ve yerindedir. Çünkü gerçekten akıl dışı görünüyor.
Ne var ki öfke işte böyle bir şeydir. Ortaya çıktığında, insanı, bütün enerjisini ona yol açan özneyi cezalandırmak suretiyle kendi iç huzurunu sağlamaya sevk eder. Seçimlerde kimya bozucu bir yenilgi mi aldın, iptal et seçimi… Muhalefet belediyeleri senin bir zamanlar yapmakla övündüğün şeylerin daha iyisini mi yapmaya başladı, yasakla o faaliyetleri…
Mantıksızmış, düpedüz yanlışmış; öfke, bunlara beş paralık değer vermez. Öfke, hızla ve hemen tatmin edilmesi gereken bir duygudur, orta ve uzun vadeyle işi yoktur.
Erdoğan’ın etrafında, öfkesinden kaynaklanan hatalarını ona söyleyebilecek birileri olsaydı belki işe yarayabilirdi. Fakat belli ki bu artık cesaret gerektiren bir şey, çünkü Erdoğan ne zamandır yanaşacak limanı olmayan bir insan.