Atilla İlhan’ın böyle bir dizi kitabı vardı bir zamanlar: Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Batı, Hangi Atatürk gibi. Oldukça normatif karakterdeydi; her bir kategorisinin, tabii özellikle Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün “doğru”sunu arıyor, daha doğrusu budur diye va’zetmeye kalkıyordu. Benim bugünkü sorum çok daha basit; bazı izleyicilerimden gelen ilk soru ve itirazlarla sınırlı. Bir yandan, diyorlar, sol kavramını geniş tutuyor; hem Marksist hem Kemalistleri, ya da bütün modernist ilerlemecileri içerecek şekilde kullanıyorsunuz. Öyleyse neden, solun özellikle Avrupa’da çok önemli bir kesimini oluşturan demokratik solu veya sosyal demokrasiyi bunun dışında bırakıyorsunuz?
Ama ben solun her şeyini ve bütün varyantlarını kapsayan genel bir tarihini yazmaya çalışmıyorum ki. Özel olarak Türk solunun yüz küsur yıllık kültür serüvenine kafa yoruyorum. Bu duygu ve düşünce karışımı, kuşkusuz saf millî ve yerli değil (olamazdı ve olmamalıydı). Evrensel, bütün insanlığı kucaklayan boyutları var. Büyük dünya olaylarından da, onlarla ele giden fikir akımlarından da besleniyor. Ben bu yüzden, solun (Türkiye’deki) kültür serüveninden, ister istemez, onu çerçevelediği ve şekillendirdiğini düşündüğüm uluslararası süreçler çıkışlar yapıyorum. Yoksa bu, solun dünya tarihini (veya dünya solunun tarihini) anlatmaya kalktığım anlamına gelmiyor. Kimbilir, ömrüm yeterse belki bir gün onu da yaparım (hayli özet ölçülerde). Fakat şimdi ve burada değil. Dolayısıyla 20. yüzyılın demokratik sosyalizmi veya sosyal demokrasisi, esas itibariyle benim konumun dışında kalıyor.
Kaldı ki, Türkiye’nin Marksist ve/ya Kemalist sol kültürüne etkisi de zayıf. Apayrı bir dünya olayları dizisi söz konusu değil. Olaylar aynı olaylar. Tepkiler ve yorumlar farklı. Örneğin Fransız veya Sovyet devrimlerinin şiddetini kimi seviyor, kimi sevmiyor. Sevmeyen zaten radikal sol kültürden çıkıyor ve başka, çok daha normal-demokratik bir paradigmaya geçiyor. Türkiye’nin benim incelediğim sol kültürü ise sürekli devrimperest, ayaklanmacı, heyecancı-anormalci (olağan bir yaşam ve demokrasiden hazzetmeyen) bir kültür. Bir yandan İttihatçılığın ve Kemalizmin hoyratlığının, diğer yandan Marksizmin ve bilhassa Leninist varyantının hoyratlığının kesiştiği ve örtüştüğü bir coğrafyada, siyasal liberalizmin de, demokratik sosyalizmin de yankı ve tezahürleri hep cılız kalıyor. İlerde (meselâ 8. bölümde) bu konuya tekrar değineceğim.