Programın tamamını izlemek için:
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığı 24 Şubat’tan bu yana Türkiye’nin tutumu hem içeride hem dışarıda hep tartışma konusu oldu. Bugün geldiğimiz noktada Zelensky ve Putin’in Türkiye’de barış masasına oturabileceği iddiaları konuşuluyor. Siz Türkiye’nin Ukrayna krizindeki dış politika tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim kimi alışkanlıklarımız var Türkiye’nin iç siyasetiyle ilgili. Bu alışkanlıklara göre kimi yorumlar yapılıyor. Bu çerçevede Tayyip Erdoğan’ın Batı’ya ve Rusya’ya gidip gelen politikası bir tür tutarsızlık olarak algılandı, değerlendirildi. Fakat bugün görüyoruz ki tablo tam böyle değil. Tam tersine Türkiye’nin izlemiş olduğu politika -ister stratejik bir hesapla yapılsın, ister kendiliğinden gelişmiş olsun- gerek bölge koşullarına, gerek dünya koşullarına uygun. Sadece uygun değil aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın hemen hemen her yerde izlediği sarkaç politikalarıyla da son derece paralel.
Türkiye dış politik açıdan ne yaptı diye baktığımız zaman; bir kere hiç şüphe yok ki Ankara öne çıkmaya çalıştı. Tayyip Erdoğan’ın bunu yapmayı çok arzu ettiğini, Türkiye’nin önde olan ülkelerden biri olarak durmaya çalışmasını bir tür imajdan fiile dönüştürmeye çalıştığını biliyoruz. Bunun karşılığı tabii bir güç stratejisidir. Bu tür kuvvete gönderme yapan ya da sorun çözmeye gönderme yapan çerçevelerle karşımıza çıkarlar. Bu güç stratejisinin bir anlamda karşılık bulduğunu görüyoruz. Bir kere bu var.
Diğer taraftan Türkiye ilk zamanlarda eleştirilse de, bir tür sorun çözen, Batı’nın ve AB’nin yapamadığını yapan, hem NATO ülkesi olup hem çatışmada mesafeli durma imkânını üreten ve aynı zamanda kendini arabulucu konumuna iten bir resim çizdi.
Avrupa’da çeşitli gazetelerde bunun altı çiziliyor. Örneğin The Guardian’da bu konuda bir yazı yayımlandı. Fransız basını Macron’un oynamak istediği arabuluculuk rolünü Erdoğan’ın oynadığını yazıyor.
Bu konuda Türk diplomasisinin itibarının artışı kadar Erdoğan’ın da uluslararası piyasada güç olma açısından yeniden değerlendiğini teslim etmek doğru olur.
Dediğim gibi bu bir itibar yükselmesi, güçlenme stratejisi… İçerik gerçekçiydi. Türkiye iki ülkeye de güven sağladı. Güven bu tür dönemlerde çok önemli. Bu güveni sağlayan hususlardan biri de doğrudan doğruya ‘şahıslaşmış iktidar’ haliyle Tayyip Erdoğan. Her iki tarafın da Türkiye’ye yanaşmak istemesi, Türkiye’ye gelmek istemesi, Türkiye’nin onlarla kurduğu ilişki sınırlarını kabul ediyor oluşları bir bağlantı ihtiyacına sahip olduklarını gösteriyor. Dolayısıyla uluslararası arenada daha güçlü bir Türkiye görüyoruz.
Peki Türkiye’nin dış politikada izlediği bu politikaların iç siyasete yansıması nasıl olur? Türkiye’de ekonomik, sosyal, siyasal onca sorun varken bu durum tek başına Erdoğan’ın tabanını yeniden kendisine çekmesine yardım edebilir mi?
Bu denklemi şu şekilde de kurabiliriz: Acaba dış siyaset, iç siyasi algıların kuvvetli bir parçası mıdır? Bence evet. Onca sorun dediğin kalemlerin yanında bir de dış politika kalemi var.
Çok rasyonel bir ülkede yaşamıyoruz ve çok demokratik bir toplum değiliz. Bölgemiz de çok istikrarlı bir bölge değil.
Bunları göz önüne alırsak, dış politikanın ülkenin gelecek tahayyülüyle, güç tasavvuruyla, Batı alerjisiyle, kimi dünden bugüne taşınan alerjilerle, travmalarla iç içe olduğunu görüyoruz ve bunlar birçok ülkede olduğundan daha fazla şekilde Türkiye’de siyasallaşabiliyor.
Dolayısıyla Türkiye’de milliyetçilik ile dış politik tutum arasında uygun zamanlarda çok kuvvetli bir ilişki oluşuyor.
Nitekim Tayyip Erdoğan bu krizden önce de kendi iç siyasi gücünü önemli ölçüde dış politika alanında yaptığı hamlelerden devşiriyordu. Benim kanaatim hep buydu. Mavi Vatan meselesi, Libya meselesi, Suriye ve Irak politikaları vb. Bunların üzerine bina edilmiş bir ‘büyük güç olma’ politikası, bunun Türkiye’nin bekası ile ilişkilendirilmesi, yeni bir milliyetçi söylem… Tüm bunlar bir karşılık buluyordu.
Ukrayna ile yeni bir girdi var karşımızda. Bu girdi, bahsettiğim alanı güçlendiriyor. Yani dış politik meseleleri zihinlerinde birincil derecede ele alan insanları etkiliyor bu gelişmeler.
Bir de elbette şu var: Çatışma dönemlerinde liderler öne çıkarlar. Savaşları milletler, ordular yapar ama kişiler yönetir algısı çok kuvvetlidir ki, nispeten doğrudur. Dolayısıyla güçlü siyasi irade algısı böyle konjonktürlerde dünyanın her yerinde çok önemlidir. Bu Türkiye’de de böyle.
Macaristan’daki seçimlerde de Orban’ın tekrar seçilmesinde sınırlarında yaşanan savaşın ve Orban’ın güçlü liderlik özelliğinin önemli olduğu vurgulanıyor…
Kesinlikle öyle. Orban biliyorsun ki birçok açıdan ilginç biri. Avrupa Birliği’nin içinde ama onun değerlerini benimsemiyor ve hatta her yerinden delikler açıyor. Liberal demokrasiye karşı çıkıyor ve ‘illiberal demokrasi’ diye bir tanım yapıyor. Hıristiyanlık ile demokrasi arasında kendince yeni ilişkiler kuruyor. Ama işte Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılmış olmasının getirdiği bir temel kültür farkı meselesi var orada. İkincisi de bugünün dünyasına baktığımızda daha çok içe kapanan, milli sınırları önemseyen, çokkültürlülüğün iflas ettiği, yabancı sevmez eğilimlerin arttığı, popülizmin zirveye çıktığı bir dünyada Orban’ın zaten bir karşılığı var.
Ukrayna’da savaş; Macarların güven arayışını ile Orban arasında bir paralellik var.
Türkiye’nin dış politikadaki tutumunun Türkiye’deki iç siyasete yansımasını konuştuk fakat ben size şunu da sormak istiyorum; İktidar özellikle 2016’dan sonra dış politikada Rusya ile yakınlaşmış ve iç politikada da Avrasyacılar ile bir koalisyon kurmuştu. Sizce Türkiye’nin bu süreçteki tutumu ve gelişmeler iktidardaki Cumhur İttifakı içerisinde bir çatırdamaya sebep olur mu?
Ben bu gelişmelerin iktidardaki ittifak için belirleyici olacağını sanmıyorum, Tayyip Erdoğan’ın pozisyonu ve politikası az önce söylediğim gibi sarkaç şeklinde olduğu için. Eğer öyle yapmasaydı da doğrudan Batı’ya yönelseydi, çok kuvvetli bir hamleyle Batı kampının tam parçası olma hamlesi yapsaydı, belki böyle bir ihtimal doğardı. Ama Erdoğan bunu yapmadı, yapmazdı.
Evet jeopolitik sebeplerle Türkiye Batı’ya daha çok yaklaşıyor, NATO üyesi olduğunu daha çok hatırlıyor ama aynı zamanda Batı’yı da eleştirmekten, eski pozisyonunu muhafaza etmekten, Rusya ile ilişkilerini de belli ölçüde korumaktan geri durmuyor.
Dolayısıyla bugünün iç siyasi dengeleri ve ihtiyaçları içerisinde bu ittifak varlığını sürdürecektir. Avrasyacı aktörlerle muhafazakârlar arasındaki karşılıklı bağımlılık bu çerçevede sona ermez. Ama çeşitli tartışmalar yapılıyor, yapılacaktır. Dolayısıyla ben bu ittifakta bir çatırdama beklemiyorum.
Erdoğan’ın pozisyonunda da bir değişiklik beklemiyorum. Batı ile evrensel değerler açısından ilişkisini yenilemeyecek ve iç siyasette bu dil değişmeyecektir. Milliyetçilik vurgusu yüksek gidecektir. Ama bugün sahnede zaten evrensel değerler yok. Kamplar var. Batı kampı var. Erdoğan da Türkiye’yi o kampın içinde olabildiğince tutarak sarkaç politikası izliyor. Burada bir çelişki görmüyorum.