[24-25 Kasım 2018] Lenin — ve Dzerzhinsky ve Cheka. Stalin — ve Yagoda ve Yezhov ve Beria. OGPU, NKVD, sonra KGB. Doğu Almanya ve Stasi. Romanya ve Securitate. Macaristan ve AVH. Arnavutluk ve Sigurimi.
İkide bir, parti içinde ve tepesinde büyük tasfiye dalgaları. Yeni ideolojik rüzgâr estirmeler. Korku psikozları. Tutuklamalar. Uydurma suçlamalar. Zulüm. İşkence. Sahte ifadeler. Sonra göstermelik vitrin duruşmaları. ABD’de McCarthycilik ve komünist avı başgöstermeden çok önce, “anti-parti” ve “anti-Sovyet” kişi, grup, hizip avları. Orada da cadı kazanı, burada da cadı kazanı. Kurtulabilmek için: Gene yalan, iftira; ortaya atlayıp aşırı militant kesilmek; başkalarını suçlamada öne çıkmak suretiyle kendini garantiye almaya çalışmak. Sahte eleştiri ve sahte özeleştiri. Övgü, dalkavukluk, yalakalık. Ne olursa olsun açık vermemek. Şimdi ıssız adalarda barınabilmek, su ve yiyecek bulabilmekle ilgili Survivalprogramları yapıyorlar ya televizyonlarda. O kadar uzaklara gitmeye ne hacet. Asıl survival(hayatta kalabilme) mücadelesi burada, Avrasya’da, burnumuzun dibinde. Başta Sovyetler, bütün “sosyalist blok” aslında bir Survivaladası ve laboratuvarı. Hobbes De Cive’sinde (1642; Yurttaşlık Üzerine) insanlığın sırf bir yönü (şehirler, devletler, ülkeler — farklı siyasî birimler — arasındaki savaş yönü) için Latince Homo homini lupus est(İnsan insanın kurdudur) atasözünü tekrarlamış ya. İyi demiş ama eksik demiş. Çünkü işte bu tür diktatörlük rejimlerinin kendi içlerinde de, insan insanın kurdu kesiliyor bir noktada. Gün, bütün çağların bütün trollerinin, apparatçik’lerin, 12 Mart 1971 Sıkıyönetim bildirilerinden birinin unutulmaz ifadesiyle “sayın muhbir vatandaş”ların günü haline geliyor.
Janos Bak, çok ünlü bir Macar tarihçi. Ortaçağ uzmanı. Benden çok yaşlı; en son Budapeşte’deki Central European University’den emekli. Yıllar önce son “araştırma izni” (sabbatical) sömestirini Sabancı Üniversitesi’nde geçirdiydi. Birlikte bir ders verdik, Remembering Communism(Komünizmi Hatırlamak) diye. Orada, kendisinin gençlik örgütünün merkez komitesi yedek üyeliğine kadar yükseldiği komünist partisinden (1956’ya kadar, Macaristan Emekçi Halk Partisi; 1956’dan sonra Macaristan Sosyalist İşçi Partisi) ihracını anlatmıştı. Atılıyor; bir hafta sonra tramvaya biniyor ve kendisini atan-attıran parti sekreteriyle karşılaşıyor. Meğer o da atılmış bu arada! Ancak bu hafif komik hikâyenin çok daha trajik olanı, en tepede Janos Kadar ile Imre Nagy arasında geçiyor. Aslında 1956’da halk muhalefeti yükselirken Kadar ve Nagy ilk başta birlikte hareket ediyor. Daha sonra yolları ayrılıyor. Imre Nagy isyanın safına geçiyor. Janos Kadar ise Sovyet müdahalesini destekliyor ve yeni hükümeti kuruyor. Sonra da eski yoldaşı Nagy, verilen bütün sözler hilâfına 22 Kasım 1956’da Yugoslav elçiliğinden çıktığı anda tutuklanıp Romanya’ya kaçırılır, iki yıl sonra geri getirilir ve bir Budapeşte hapishanesinde gizlice yargılanıp kurşuna dizilirken, Kadar’ın kılı kıpırdamıyor.
(Sol tarafta tamamını gördüğünüz en tepedeki başlık resminde, Sovyet tankları Macar Devrimini bastırdıktan sonra 1956-1988 arasındaki 32 yıl boyunca ülkesini bürokratik bir grilik içinde yöneten Janos Kadar’ı, “Avdan Sonra” başlıklı bir fotoğrafta görüyorsunuz. Parti Genel Sekreteri vurmuş da vurmuş. Nişancılığının kurbanları arasında geziniyor. Arkasında kalıp görünmeyenler de dahil, sırf bu kadarıyla yerde 94 sülün sayabiliyorum. Tabii şimdi Macaristan’ı bir başka tek adam — anti-komünist fakat pek çok bakımdan komünist otoritarizmin siyasî mirasçısı ve aynadaki aksi gibi davranan popülist sağcı-milliyetçi Viktor Orban yönetiyor.)
Marksizmin, haydi 20. yüzyıl Marksizmi veya Marksizmlerinin diyelim (yani Leninizmin, Stalinizmin, Maoizmin vb) zaten genel siyasî Makyavelizmisöz konusu, “amacın [devrim ve sosyalizm] her türlü amacı mübah kılması” açısından. Üzerine, partinin Makyavelizmibiniyor (tarihin emrediciliğinin gerçekleşmesinin enstrümanı olan partinin bekası için ne gerekliyse yapılır). Sonra parti iktidara geldiğinde, bir de ulus-devlet Makyavelizmibiniyor bunun üzerine (iç komplo ve dış kuşatmalara karşı sosyalist devletin — Sovyetler örneğinde “sosyalizmin anavatanı”nın — bekası herşeyden önemlidir). Peki ya kendi ülkelerinde muhalefette kalan partiler ve partimsi örgütler? Onlarda da ahlâksızlaşma zincirinin en alt halkası olan fraksiyon Makyavelizmi başgösteriyor. İki ayağı var bunun. Biri, ya bir bütün olarak “sosyalist blok” veya “sosyalist sistem”in, ya da örnek ve model seçip kuyruğuna takıldıkları “ideal sosyalizm”in topyekûn aklanmasıyla ilgili. SSCB uğruna, Çin uğruna, uzantısında Kamboçya (ve Kızıl Khmerler) uğruna, karşısında Vietnam uğruna, Arnavutluk uğruna veya Küba uğruna ne mümkünse söylemek ve yapmak, herşeye bir kulp bulmak, en olmayacak zırvalıkları dahi savunmak caiz hale geliyor. İşte bu noktada, daha önce de altını çizdiğim gibi, söz konusu parti veya örgütler salt muhalif, mazlum ve mağdur değil artık. Tek tek ve bir bütün olarak komünist rejimlerin bütün zulmüne ortak oluyorlar.
Ama ikincisi ve (eğer bu mümkünse) daha bile kötüsü, kendi ülkelerinde muhalefetteki bu partilerin, özendikleri ve önder bildikleri iktidar partileriyle aynı davranış biçimlerini peydahlamaları. “İşçi sınıfını temsil etme” ve “tarihin zorunlu ve kaçınılmaz yürüyüşünün başını çekme” iddiası onları da kapsamına alıyor. Senin etin ne, budun ne? Hayır. Reel boylarına ve ne yapıp ne yapamadıklarına (pek çok durumda, ülkelerinin tarihine hemen hiç bir önemli katkılarının olmamasına) zerrece bakmaksızın, inanılmaz bir kibire bürünüyorlar; öyle ki, tek tek liderleri birer küçük Stalin, Mao, Castro, Enver Hoca kesiliyor — ve kendi özel çöplüklerini gerçek “proletarya diktatörlükleri”nin suretinde yönetmeye kalkıyor. Ve her şey gene mübah görülüyor, bu sefer TKP uğruna, TİP ve TSİP uğruna, THKO veya THKP-C ve türevleri uğruna, Dev-Yol, Dev-Sol ve türevleri uğruna, Kurtuluş ve türevleri uğruna, Maoculuk veya Enver Hocacılık uğruna, Aydınlık veya TİİKP veya TİKP veya İP veya Vatan Partisi uğruna.
1960’ların ikinci yarısından bugüne, ister kabul edin ister etmeyin, bunu yaşadı bütün fraksiyonlarıyla Türkiye Solu. Hem kendi içine, hem kendi dışına şiddet. Her anlamda. Psikolojik şiddet, teorik şiddet, dil ve söylem şiddeti, sonunda fiziksel şiddet ister istemez. “Ateş olsa cürmü kadar yer yakar.” Ona da hayır. Kendi cürmünden çok fazla yer yaktı maalesef. Sosyalist solun ve solcuların karakteri ve davranış biçiminde, ahlâkî güvenilirlik bırakmadı.
İspatını mı görmek istiyorsunuz? PKK’ya bakın. Öcalan’a ve Öcalan kültüne bakın. Kandil’ın siyaset ve söylem zigzaglarına bakın. Neo-Stalinizmlerine bakın. İç şiddet dozajına bakın. Hegemonyacılıklarına bakın. HDP’ye muamelelerine bakın. Solun bütün ahlâkî çöküş ve çürüyüşü, fraksiyon ahlâkı ve ahlâkın fraksiyonlaşması orada yaşıyor.
* * *
İbn Haldun Üniversitesi’nden felsefeci bir arkadaşımın sorusu üzerine başladığım Marksizm ve ahlâkdizisini burada bitiriyorum. Dışı sizi, içi beni yakar. Sosyalist sol pek kalmadı. Bu acı tarihçeden, kendilerine göre dersler çıkaran başkaları olur mu acaba?